Abdurrahman Gürses
Hayatını “Ya öğrenen ya öğreten ya dinleyen ya da ilmi destekleyen birisi ol. Sakın beşincisi olma, helak olursun!” hadisi çerçevesinde planlayarak; inanç, ilim ve ahlak üzerine kurulu bir hayat sürmüş olan bir rol model, Abdurrahman Gürses’ten bahsedeceğimiz yazımız sizlerle. Muhataplarına iyilik yollarını gösteren, alçakgönüllü bir din görevlisi aynı zamanda da yaşamış olduğu dönemin seçkin Kur’an okuyucusu olan bu şahsiyetin hayatına gelin birlikte bakalım.
Abdurrahman Gürses 1909 yılında Sakarya’ya bağlı Hendek ilçesinin Soğuksu köyünde dünyaya gelmiştir. Babası bu köyün imamı olan Hafız Said Efendi, annesi Fatma Hanım’dır. Hafızlığını, “Beni zorlamasaydı hafız olamazdım.” dediği babası Hafız Said Efendi’nin yanında on dört yaşlarındayken tamamlamıştır. Henüz daha çok gençken Hendek’te farklı camilerde mukabele okumaya başlayan genç Abdurrahman’ı işte böyle bir mecliste yörenin tanınmış hocalarından Abdurrauf Efendi fark etmiştir.
Genç hafızın okuduğu Kur’an’ı dinler ve “Bu çocukta çok üstün bir kabiliyet görüyorum, bu çocuğu bana getirin. Ben bu evladımıza talim okutayım, dersler vereyim iyi bir hafız, iyi bir okuyucu olsun.” der. Bunun üzerine o günden itibaren genç Abdurrahman, Abdurrauf Hoca’dan talim dersleri almaya başlar. Abdurrauf Hoca’dan talim ve tecvid dersleri alırken aynı zamanda Hendek müftüsü Ali Niyazi Konuk’tan sarf, nahiv ve fıkıh ilmi de alır. İlim yolculuğunu devam ettirmede kararlı olan Abdurrahman Gürses, bu sebeple 1922 yılında İstanbul’a gelir. Bu karar onun hayatının en önemli dönüm noktalarından biri olur ve burada Darü’l-Hilafeti’l-Aliyye ve Ayasofya Medresesinde ilim tahsiline devam eder. İstanbul’da bulunduğu süre zarfında Osmanlı’dan kalan değerli ulema ve müderrislerle tanışıp kendilerinden faydalanır, Esad Erbilî’nin sohbetlerine katılır.
Eda ve Seda ile Okunan Kur’an’lar
İstanbul’da tahsiline devam ederken genç Abdurrahman’ın örnek şahsiyeti, nahif kişiliği, eda ve sedasıyla okumuş olduğu Kur’an’lar kısa sürede halkın huzurunda ayrı bir değer ve önem kazanır. Öyle ki o; gözde ve sevilen bir öğrencidir. Ancak tarihler 1924 yılını gösterirken medreselerin kapatılmasıyla birlikte yeniden doğduğu topraklara geri döner ve 1934 yılına kadar burada kalır.
Yine bu yıllarda Gülizar Hanım ile evlenen Abdurrahman Gürses’in bu evlilikten iki erkek ve bir kız çocukları dünyaya gelir. Hendek’te ilimle meşgul olmaya devam ederken aynı zamanda ilk defa bu yıllarda talebe okutmaya da başlayan Gürses, burada hem okur hem de okutur. 1932-33’te askerlik görevini yaptıktan sonra 1934’te tekrar İstanbul’a giden Abdurrahman Gürses’in yeniden İstanbul’a gelişi yine kıymetli bir ilim yolculuğunu başlatır. Şöyle ki devam ettirdiği talim ve tedris hayatını, Üsküdar Selimiye Camii imam hatibi Fehmi Efendi’den sürdürür ve üç yıllık kıraat dersinden sonra 1937 yılında İstanbul Tariki’nde Kıraat-i Aşere ve Takrib icazeti almaya hak kazanır.
Kur’an Muallimliği
İlk resmî görevine 1938 sonlarına doğru Fatih Mihrimah Sultan Camii’nde imam-hatip olarak başlayan Abdurrahman Gürses, bir ay geçmeden Teşvikiye Camii’ne imam olarak nakledilir. Burada yaklaşık beş yıl görev yaptıktan sonra 1944’te Beyazıt Camii’ne tayin edilir ve bu camide otuz beş yıl boyunca 1979’da emekliye ayrılıncaya kadar görev yapar. Gürses imamlık vazifesinin yanı sıra pek çok Kur’an kursu ve bir dönem İstanbul İmam-Hatip Okulu başta olmak üzere çeşitli yerlerde tâlim ve kıraat dersleri verir. Onun Kur’an muallimliğinin en önemli durağı, 1976 yılında Diyanet İşleri Başkanlığınca açılan Haseki Eğitim Merkezi olmuştur hiç şüphesiz.
1998 yılına kadar yirmi iki yıl boyunca İstanbul tariki ve ilmi kıraat dersleri veren Hocamızın adı, bugün bu eğitim merkezine verilmiştir. 1998 yılında hastalığının arttığı günlere kadar bu eğitim merkezinde derslere devam etmiştir. Kur’an’ın öğrenilmesi ve öğretilmesi konusunda çok disiplinli olan Gürses, gerek Beyazıt Camii’nde görev yaptığı yıllarda gerekse Haseki Eğitim Merkezinde kıraat dersi okuturken kendisinden ilim öğrenmek isteyen her Kur’an talebesine elinden geldiği kadar yardımcı olmuştur. Öğrencinin ciddi, samimi ve istekli olmasını ilk olarak test eder, eğer ki bu konuda öğrenci tam bir güven veriyorsa o talebenin kıraat ilmini öğrenmesi için elinden geleni yapardı. Zaman zaman talebelerini evlerinde ziyaret eder, aile hayatına yönelik, evliliğe yönelik, aile huzuru için sohbetlerde bulunup tavsiyeler verirdi. Eğer talebeleri içerisinde herhangi bir ailevi sıkıntısı olan var ise, onlara da rehberlik ederdi.
Adab Dersi
Abdurrahman Hoca, Kur’an ilimleri konusunda göstermiş olduğu hassasiyeti Kur’an’ı okuyan talebe ve hocalar konusunda da gösterirdi. Zira bir gün bir cami açılışında Kur’an tilavetleri düzenlenmekte ve bu açılışı Hocamız yönetmektedir. Abdurrahman Hoca talebelerini tilavet için sırayla kürsüye davet eder. Bir talebesini kürsüye davet ettiğinde görür ki havanın sıcaklığından dolayı öğrenci ceket giymemiştir ve gömleğinin düğmeleri de açık vaziyettedir. Bu durum Abdurrahman Hoca’yı rahatsız eder. Kürsüye giderken talebesini durdurur, “Bir dakika.” der ve sözüne şöyle devam eder:
“Aziz cemaat! Ben bunu herkese yapmam, yapamam. Ama bu hafız benim talebemdir. Burada hem ona hem talebelerime hem de cemaate bir adab dersi vermek istiyorum. Kur’an’ı Kerim gerçekten çok önemli bir kitaptır. Onun okunması, okutulması, öğrenilmesi de aynı zamanda bir adab-ı muaşereti gerektirir. Kur’an’ı Kerim’i okuyacak olan bir kimsenin hem Kur’an’a hem onu bize gönderen Kur’an’ın sahibi Allah’a hem de onu bize tebliğ eden Resulullah aleyhisselama ve şu an da onu dinleyen cemaate karşı bir adabı, hürmeti ve saygısı olması gerekir. Şimdi bir kişi lütfen bu hafıza bir ceket versin.” der ve talebesi ceketi giyer, tilavete öyle başlar. Görüldüğü üzere Hocamız Kur’an’ın ahlakıyla ahlaklanmayı gerçekten önemsemiş, Kur’an’a hürmet en büyük hayat gayesi olmuş ve onun ilahi bir kelam olduğunu unutmayıp unutturmamıştır. Kendi hayatında bunu yaşamış ve talebelerine de bunu tavsiye etmiştir.
Kur’an’a Adanmış Bir Ömür
Kıraat ilminin Osmanlıdan günümüze intikalinde önemli bir görev üstlenmiş olan Hocamız, kıraat ilminde Türkiye’de kendi kuşağının son halkasıdır da nitekim. Döneminin önde gelen Kur’an okuyucularının başında yer alan Gürses’in güzel sesi ile okuduğu tilavetleri dinlemek için uzak yerlerden gelen hayli kişi bulunurdu. Görev yaptığı süre boyunca görev arkadaşlarını olsun cemaati olsun asla incitmemiş, din görevliliğini son derece dikkatli, titiz ve liyakatli bir şekilde yerine getirmiştir. Hademe-i hayrata leke getirecek en ufak bir davranışta bile bulunmamıştır.
Dünyaya rağbet etmeyişi ile kendi nefsinden önce Kur’an’ın izzetini düşünüşü onun en önemli özelliklerindendi. Ömrünün sonuna kadar Kur’an eğitimine asla ara vermemiştir. Nitekim bütün öncü âlimler gibi hayatını Kur’an’a adayan Gürses, hayatının sonlarında rahatsızlığı ağırlaşmış bilinç kaybı yaşarken dahi Kur’an tilavetini fark ediyor, anlıyor ve hatta düzeltebiliyordu. Mesleki vakarı, güzel ahlakı, temiz giyinişi ve Kur’an hizmetine gönül vermesiyle tanınan ve zihinlerde müstesna bir yer edinen Hocamız Abdurrahman Gürses, 10 Ağustos 1999 tarihinde vefat etmiş ve yıllarca görev yaptığı Beyazıt Camii’nin bahçesine defnedilmiştir.
Bugün kendisini hatırlayan her bir kişinin ardından rahmet okuyacağı hoş bir sada bırakarak, beyaz sarığına en küçük bir leke sürmeden bu dünyadan göçüp gitmiştir. Allah bizlere de değerli Hocamızın Allah için okumasını, öğretmesini, Allah için sevip öfkelenmesini anlayabilmeyi ve öncülük ettiği bu Kur’an yolunda yürümeyi nasip eylesin.
Kendisi için kendini arayan bir gıda mühendisi. Henüz bulabilmiş değil ancak bir müddet bulunduğu bu dünyadan güzel bir hikayeyle ayrılmak istiyor.