Tasavvuf Edebiyatı

Bektaşî Edebiyatının Kurucusu: Kaygusuz Abdal

Kaygusuz Abdâl yaradan
Gel içegör şu cür’adan
Kaldur perdeyi aradan
Gezelüm bilece Tanrı

Doğduğunda şehzade imiş, geyik peşinde yola girmiş, dünya kaygılarından silkelenmiş, ermiş sırra bir derviş, kerametleri dillerdeymiş, yola gitmiş, yoldan gelmiş, şehir gezmiş, çok söz söylemiş, ünlenmiş, değerlenmiş, değeri bilinmiş, şimdi ise serimizin şairi olmuş :). Tasavvuf edebiyatı serimizde bu sefer Bektaşî edebiyatının kurucusu, Abdal Mûsâ’nın öğrencisi, on iki postun dördüncüsünün sahibi, Mısır’a Bektaşîliği taşıyan derviş Kaygusuz Abdal’ı ele alacağız. Keyifli Okumalar 🙂

Hayatı

Abdal Musa Sultan ve Kaygusuz Abdal
Abdal Musa ve Kaygusuz Abdal

Tasavvuf edebiyatı şairlerimizin birçoğunda olduğu gibi Kaygusuz Abdal hakkında da bilgiler kısıtlıdır. Kendisi hakkında bilgileri Bektaşî menakıpnamelerinden öğreniyoruz.  14. yüzyılda yaşadığı bilinen Kaygusuz Abdal’ın asıl adı Alâeddin Gaybî olarak bilinir. Günümüzde Alanya olarak bilinen Alâiye’de 1341-1342 yıllarında doğmuştur. Babası Alâiye beyi Hüsameddin Mahmud, dedesi ise Alâeddin Bin Yusuf’tur. Bir önceki yazımızda bahsettiğimiz üzere Abdal Mûsâ’nın müritlerindendir. Onun müridi olmasına dair anlatıla gelen bir menkıbe ise şu şekildedir:

Alâeddin Gaybî, Karamanoğullarından gelen Alâiye sancağı beyinin oğlu,  iyi tahsil görmüş, bütün ilimleri öğrenmiş, güçlü pehlivan bir kimsedir. Öyle ki ok atmada, kılıç kullanmada, ata binmede oldukça yeteneklidir. Ava çıktığı bir gün vurduğu geyik kaçmayı başarınca Gaybî, geyiğin peşine düşer. Geyiğin Elmalı’da Abdal Mûsâ’ya ait olan dergâha girdiğini görür. Geyiğin peşine dergâha giren Gaybî, dergâhtaki dervişlere geyiği sorar ancak onlar görmediklerini söylerler. Dervişlerle olan konuşmasını duyan Abdal Mûsâ, Alâeddin Gaybî’yi huzuruna çağırır. Gaybî, dergâh şeyhinin huzuruna çıkınca avladığı geyiğin kaçtığını daha sonra buraya girdiğini söyler. Abdal Mûsâ ona attığı oku tanıyıp tanımadığını sorar ve Gaybî tanıyacağını söyler. Bunun üzerine Abdal Mûsâ, kolunu yukarı kaldırdığında Gaybî koltuğuna saplanmış okunu görür. Gördüğü şeyin karşısında hayrete uğrayan Gaybî onun müridi olmaya karar verir. Babası bu duruma karşı çıkar ve Teke Beyi ile dergâha Abdal Mûsâ’nın üzerine yürür. Abdal Mûsâ dervişleri ile karşı çıkar ve kerametlerini gösterir. Bunun üzerine babası oğlunun müritliğine razı olur.

Menkıbenin devamında Alâeddin Gaybî, Abdal Mûsâ’nın müridi olur, ona intisap eder, dergâhta vakit geçirmeye hizmete kendini adamaya başlar. Kaygusuz Abdal ailesinden, babasından gelen bütün dünyevi mirası kenara bırakır, dervişliği tercih eder. Zahir olan dünyanın bağlayıcı kaygılarından arınan Gaybî’ye hocası Abdal Mûsâ, “kaygudan reha buldun, şimdiden sonra Kaygusuz oldun” der ve kaygusuz lakabını verir. Kırk yıl onun dergâhında hizmet eden Kaygusuz için zaman icazet alıp gitme zamanıdır. Kaygusuz hocasından hacca gitmek için izin alır, hocası onun yanına kırk abdal (abdalın kelime manası için bir önceki yazımıza bakabilirsiniz) verir. İlk önce Mısır’a gidip Mısır Sultanı ile görüşen Kaygusuz, manevi kudretini gösterir. Mısır Sultanı onun için Nil Nehri yanına Kasrü’l-ayn adı verdiği bir dergâh yaptırır. Hacc ibadetini yapan Kaygusuz Abdal dönüş yolunda Şam, Halep, Kilis, Antep, Bağdat, Hille, Kûfe, Necef ve Kerbelâ’yı dolaşır. Hz. Ali ve ehl-i beyt imamların kabirlerini ziyaret eder, ardından Bağdat’a gelir ve birkaç yere daha uğradıktan sonra geri Abdal Mûsâ dergâhına Elmalı’ya döner. Menkıbe Kaygusuz Abdal ve yanındaki kırk abdalın, şeyhleri Abdal Mûsâ’ya kavuşmakla cuşâcuş olmaları, Kaygusuz Abdal’ın şiirler söylemesi ile sona erer.  

Menakıpnamede anlatılan hac serüvenini Mısır’ın Kahire şehrinde yer alan Kasr’l-ayn (Kaygusuz Sultan Bektaşî Dergâhı) Dergâhı’nın son şeyhi Ahmed Sırrı Baba’da anlatır. Ahmed Sırrı Baba, Kaygusuz Abdal’ın Mısır’a ilk defa 1389 yılında geldiğini aktarır. 1394 yılında hacca gittiğini ve Necef ve Kerbelâ’yı gezdiğini de söyler. Ahmed Sırrı Baba’nın söylediğine göre Kaygusuz Abdal 1403-1404 yılından vefat ettiği tarih olan 1444 yılına kadar Mısır’da irşat faaliyetlerine devam eder. Mısır’a Bektaşî kültürünü taşıyan Kaygusuz Abdal, orada Mısır Bektaşîlerinin yetişmesine neden olur. Dönemin ilim yuvalarından olan Mısır’da Kaygusuz’un yaptıkları duyulur ve İslam dünyasında ün kazanır.

Kaygusuz Abdal’ın şiirlerinden anlaşıldığı üzere Anadolu’da bulunduğu sıralarda Rumeli’ye de gitmiştir. Şiirlerinde Bursa, Edirne, Sofya, Manastır, Filibe gibi yerlerden bahsetmesi onun Rumeli’de bir süre yaşadığını gösterir. Bir şiirinde “Eydür ki Rûm-ili’dür / Sanma ki Anatolı’dur” şeklinde yazdığından hareketle Anadolu’dan Edirne’ye geldiği anlaşılır. Yine aynı şekilde yazmış olduğu şiirlerinde Şeyhülislam İbni Fenarî isminin geçmesi onun şeyhülislamlık yaptığı dönemde yani 1424-1430 yılları arasında Anadolu’dan Edirne’ye geldiğini gösterir. Menakıpnameden ve Ahmet Sırrı Baba’dan öğrendiğimiz bilgilerin üstüne şiirlerde geçen ifadeler düşünüldüğünde Kaygusuz Abdal bir dönem hac vazifesini yerine getirmek için gittiği, Mısır’a uğradığı ardından hocası Abdal Mûsâ’nın yanına döndüğü, oradan Edirne tarafına Rumeli’ne gittiği, ölümüne yakın zamanda da Mısır’a gidip irşat faaliyetlerine devam ettiği anlaşılır.

Kaygusuz Abdal’ın 1444 yılında Mısır’da vefat ettiği kabul edilir. Kaygusuz Abdal vasiyeti üzerine Mukattam Dağı eteğinde yer alan bir mağaraya defnedilmiştir. Başka bir rivayete göre ise Kaygusuz Abdal Elmalı’ya bağlı Tekke köyündeki Abdal Mûsâ türbesine gömülmüştür. Kaygusuz Abdal’ın Mısır Kahire’de irşat faaliyetlerini yaptığı tekkesi Bektaşîlerin dört halife makamından biri olarak kabul edilir. Bu da Kaygusuz Abdal’ın şeyhi Abdal Musâ’dan daha üstün bir makamda olduğunu gösterir. Yine Bektaşîlikteki on iki posttan dördüncüsü olan nakib (yardımcı) postunun Kaygusuz Abdal’a ait olması da şeyhinden üst bir makamda olduğunu gösterir. Bektaşîlikte olan haydarî, hüseynî veya kalenderî olarak isimlendiren taçları da ilk olarak Kaygusuz Abdal’ın kullandığı kabul edilir. Kaygusuz Abdal Rum Abdalları arasından sayılır ve hocası Abdal Mûsâ’ya atıfta bulunur. Kendisi ehl-i beyte bağlı, tevella ve teberra sahibi bir bektaşî sofisi, şairidir. Bu ve bunun gibi sebepler Kaygusuz Abdal’ı Bektaşî sofileri arasında farklı bir noktaya koyar.

Edebi Kişiliği ve Eserleri

Yunus Emre
Yunus Emre

Kaygusuz Abdal Bektaşîlikte farklı bir konumdadır, önemi büyüktür. Bektaşîler arasında büyük bir saygıya sahiptir, Bektaşî ulularındandır. O, Bektaşî edebiyatının kurucusudur. Alevi-Bektaşî edebiyatı 15.yüzyılda Yunus Emre’nin sözlerinden ilhamla kendine has terimlerle, kendine has edasıyla halk edebiyatı içinde ayrı bir kol olmuş, bu edebiyatın kurucusu ve temsilcisi ise Kaygusuz Abdal olmuştur. Hocası Abdal Mûsâ Yunus Emre’nin açtığı yolu ilerletir, belirginleştirir. Kaygusuz Abdal ise bu yolu genişletir, üstünden geçer, özgünleştirir.

Kaygusuz Abdal’ın şiirlerine baktığımızda onun da Yunus gibi hem hece veznini hem de aruz veznini kullandığını görürüz. Aruzla kaleme aldığı şiirlerini halk edebiyatının koşma türünde yazmış, konularını ise ilahi, nutuk, şathiye almıştır. Onun kurduğu zengin çağrışımlar, gözler önüne serdiği hayal dünyası şiirlerde anlamı geri plana iterken sanatsallığı ön plana çıkarır. Neredeyse gerçek üstü ve modern bir şiir dünyasına yakın eserler ortaya koymuştur. Şiirlerinde mevcut olan ince alaylar okuyucunun dikkatini çekmeye yarar. Mısır’da hayatının bir süresini geçirmesine karşın şiirlerinde Arapça ve Farsça tamlamalar azdır, şiirlerinde atasözlerine ve deyimlere yer verir. Bu yönüyle Yunus Emre’nin izindedir, bu yönüyle Türk Dili açısından önemli bir konumdadır.

Kaygusuz Abdal eserlerinde “Kaygusuz Baba, Baba Kaygusuz, Kaygusuz Sultan, Kaygusuz Sultan Abdal, Miskin Kaygusuz, Miskin Sarayi, Kul Kaygusuz” mahlaslarını kullanmıştır. Bektaşî sofilerinden en çok eser bırakan ve bu eserleri günümüze kadar ulaşan nadir şairlerdendir. Yazdığı eserlerde bahsettiği tasavvuf, din, mezhep, ayet ve hadisler, büyük sofiler, İran klasik edebiyatı unsurları gibi konular onun iyi bir tahsil gördüğünü gösterir. Tam bir orijinal şair olan Kaygusuz, cümlelerini gayet kısa, iç kafiyelerini sorunsuz, dilini sade, öz bir Türkçe kullanmıştır. Yaşadığı dönem gerekçesiyle Eski Anadolu Türkçesinin bütün özelliklerini barındıran eserler ortaya koymuştur. Kafiyelerde bir kafiye çeşidi ile sınırlı kalmamış, yarım kullandığı gibi tam ve zengin kafiyeleri de kullanmıştır. Öyle ki kafiyelerinde Arapça-Farsça sözcüklerle Türkçe sözcükler bile kafiyeleşmiştir. Tahkiye(öykülenme), delil, ispat gibi bütün anlatım şekillerini kullanmıştır. Eserlerini şu şekilde sıralayabiliriz:

  1. Divan: Yazılı tertipli bir divanı yoktur lakin çeşitli eserlerini içeren Marburg nüshasında 130’un üzerinde şiiri bulunur. Türkiye’deki kütüphanelerde bulunan yazmalarla bu nüshadaki karşılaştırılmadığı için tam şiir sayısı söylenemez. Yine de Menâkıbnâmesinde 89 beyitlik “Dolabnâme”, 70 beyitlik “Gevhernâme”, 56 beyitlik “Minbernâme”, 15 kıtalık “Salatnâme” manzumelerine ek 2 terciiben, 2 terkibibend, 2 müstezad ile birlikte divan içinde değerlendirildiğinde oldukça hacimli bir eser karşımıza çıkar.
  2. Budalanâme: Eserin bilinen diğer adı da Risale-i Kaygusuz’dur. Esere Kaygusuz, aklı yeme içmede olanın dünyada gözünün olup ahrete kör olduğu,  bu şekilde Allah’ın bilemeyeceğini söyleyerek başlar. Özgün bir üslubu olduğunu gösteren Kaygusuz Abdal insanı yerle gök arasında iki direkli bir şehre benzetir. Kaygusuz Abdal eserinde “mantıku’t-tayr” eserinden, Hz. Süleyman’dan, Feridüddin Attâr’dan bahseder. Bunların Allah’ın sırrına, bu ilme ulaştıklarını, gönül gözü açık ariflerinde de ulaşacağını söyler. Eserde kendini bilmek, gönül, hakikati bilmek gibi konuları işler. Eserin nüshaları Mevlânâ Müzesi ve İstanbul Üniversitesi kütüphanesinde yer alır.
  3. Kitâb-ı Miglâte: Eserin kelime anlamı “isabet kaybeden ok” şeklindedir. Eser Budalanâme’nin sonundaki bir dervişin rüyası ile başlar. Rüyada derviş şeyhinin şeytan olduğunu anlayıp ondan kaçar. Dervişin çeşitli rüyalarının ardından Hz. Ali’ye mürid olur. Bütün peygamberlerin ve evliyanın Hz. Ali’ye muhabbet ettiğini söyler. Dervişin diğer peygamberlerle rüyalarıyla eser devam eder.
  4. Vücudnâme: Eser Mü’minûn suresinin 12-14. ayetlerinde geçen insanın ana rahmine düşmesi hususuyla başlar. Eserde yedi gezegen, on iki burç, insanın zâhiri ve bâtınî duyguları, ruh, nefis, dört büyük melek gibi birçok dini-tasavvufi ve kozmik kavramlar geçer. Şair bunlar arasında teşbihler yapar ve ilişkile kurar.  
  5. Dilgüşâ: Eser, 168 beyitlik mesnevi tarzında kafiyeli, vahdet-i vücudun anlatıldığı bir şiirle başlar. Mensur olarak devam eden eserde yer yer Farsça metinler verilir. İnsanların dünyaya kapılmamasını, kendilerini tanımaları öğütlenir, Kaygusuz sonunda nefsi bilme konusunda sözler söyler, alîm ve velî olmadığını söyler, ibadet ve keramet bilmediğini ifade eder.
  6. Saraynâme: Girişi manzum ve mensur olarak Allah’a yalvarmakla yapan Kaygusuz, dünyanın bir saray olduğunu söyler. İçindeki her insanın bir işe daldığını ve sarayın kendisine ait olduğunu sandıklarını söyler. Kaygusuz yine güzel bir benzetme yaparak insanların “nakşa” bağlanıp da “nakkaş”ı görmediklerini, düşünmediklerini anlatır. Daha sonra dünyaya gelmekteki amacın Allah’ı bilmek ve ibadet etmek olduğunu anlatır.
  7. Gülistan: Eserin farklı kütüphanelerde farklı sayıda beyitlere sahip birkaç nüshası vardır. Bu da eserin tam bir nüshasına ulaşılamadığını gösterir. En fazla beyte sahip olan nüshası Marburg nüshasıdır. Eserde Kaygusuz Abdal vahdetin üstündeki perdeyi açar, la-mekânı, ezeldeki vahdet-i vücudu anlatır. Kâinatın ve Hazreti Âdem’in yaratılışını ayrıntılı veren Kaygusuz Abdal, Âdem’den sonra Şit, Nuh, İbrahim, Musa, Davud, İsa ve Hz. Muhammed (sav) hakkında bilgi verir. Sonra ise tasavvuf ve dervişlik hakkında anlatır.
  8. Mesneviler: Kaygusuz Abdal’a ait yazmalarda mesnevi başlığı altında üç hacimli mesnevi yer alır. Bunlardan birine “Mesnevi-i Baba Kaygusuz” adında iken diğerlerine “Mesnevi-i Sani” ve “Mesnevi-i Salis” denmiştir. İlki 1017 beyitten, ikincisi 338 beyitten, üçüncüsü 367 beyitten meydana gelir. İlk ve büyük olan mesneviye münacatla başlayan Kaygusuz Abdal, vahdete ve Mantıku’t-tayr eserine değinir. Bir mürşide bağlanmamanın gereğini, nefsin hakikatini anlatır. Bir bölümde darı çöreği, ayran, bal, kaygana, arpa ekmeği, yahni, burma, hurma ve yemek adlarının geçmesi dikkat çeker.

Kaygusuz’dan Bir Seçmece

İy zât-ı sıfât-ı ganiyy-i kemâl
Zâtunda ‘âlem dolu mâl-â-mâl
Bi-küllî lisân hep seni söyler
Bu hadîs ü ahbâr u kîl u kâl
Sen sensin eger özüni bilsen
Cümle hayâlât cümle eşkâl
Sensin hakîkat-i cümle eşyâ
Bi-küllî sıfat u hâl ü ahvâl
Her bir kelecin zebâne gelse
Tuzunda mât olur şeker ü bâl
Anla ki benem tâlib ü matlûb
Tabl u melâmet ‘ışk ile çal hâl
Vücûdun içinde şâhı anla
Sen kendözüni yabâna sal

Kaynakça

  1. Akman, N. (Mayıs 2019). Kaygusuz Abdal (Hayatı, Eserleri ve Düşünceleri). 6-20.
  2. aregem.ktb.gov.tr. (tarih yok). T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Araştırma ve Eğitim Genel Müdürlüğü: https://aregem.ktb.gov.tr/TR-12787/kaygusuz-abdal-1341–1444-.html adresinden alınmıştır
  3. Ayaz, D. Ö. (2015, 02 06). Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü: https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/kaygusuz-abdal-alaeddin-gaybi adresinden alınmıştır
  4. Azamat, N. (tarih yok). Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi. islamansiklopedisi.org.tr: https://islamansiklopedisi.org.tr/kaygusuz-abdal adresinden alınmıştır
  5. Güzel, A. (2021). Şehzâde Alaâddin Gaybî Kaygusuz Abdâl Külliyatı . Ankara: Türk Dil Kurumu Yayınları.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu