Belçikalı Mühtedi İle Röportaj: Stijn İsmail Ledegen

Stijn İsmail Ledegen, uzun araştırmalar sonucu genç yaşında İslam’ı bulmuş bir mühtedi. Yazdığı kitap ve yaptığı konuşmalarla Avrupa’da büyük yankılar uyandırmış. Kendisinin çalışmalarını internet üzerinden takip ediyorduk. Türkiye’ye Erasmus’a geldiğinde ise onu kaçırmadan bir röportaj yapmak istedik. Hikayesini herkes öğrensin diye niyetlendik.
Röportajımızın video halini de YouTube kanalımızda yayınladık. Video çekim ve yapım aşamasında gönüllü olan herkese kucak dolusu sevgi ve teşekkürlerimizi ileterek yazıya geçiyoruz. Haydi Stijn’in hikayesini birlikte dinleyelim!
Merhaba Stijn, kısaca kendini tanıtabilir misin?

Adım Stijn Ismail Ledegen. 23 yaşındayım, Hukuk okuyorum. Türkiye’ye değişim programı için geldim ama normalde Belçika’da Vrije Universiteit Brussel’de okuyorum. Boş zamanlarımda makaleler ve bazen köşe yazıları yazıyorum. Bunun yanında bir de kitap yazdım: “Bir Mühtedinin Gözünden İslam”. Avrupa Parlamentosu’nda siyasi araştırma asistanı olarak çalıştım. İnşallah yakında mezun olacağım ve Belçika’daki faaliyetlerime yeniden başlayacağım. Şimdilik, burada okuluma odaklanmaya çalışıyorum.
Neden ve nasıl Müslüman oldun?
Nasıl ve neden Müslüman oldum? Bu oldukça uzun bir bölüm ama baştan başlayayım o zaman. 14-15 yaşımdayken zaten “Neden yaşıyoruz, bu hayattan sonra ne olacak?” gibi sorularla ilgileniyordum. Ama tabii ki Belçika’da büyüdüm, beyaz insanlarla dolu bir ortam, ateist bir ülke. Hiç Müslüman arkadaşım yoktu. Hayatımda İslam’a dair hiçbir şey yoktu yani. Kendi kendime düşünüyordum, eğer ben ateistsem, ateizmin doğru olduğuna inanıyorum. O halde herkesi buna ikna edebiliyor olmam gerekir. Çünkü dinden nefret eden bir tip olmamama rağmen katiyen bir inancım yoktu. Hayattaki tüm kötü şeyler din yüzünden oluyor diye düşünüyordum. Eğer tanrı varsa neden savaşlar olsun, neden yoksulluk olsun, insanlar neden birbirlerini öldürsün? Bu yüzden insanları ateizme ikna etmeye çalışıyordum. Ama elbette bugünlerde Hristiyanlar artık önceki gibi güçlü bir şekilde inanmıyorlar.
Yahudiler, gerçekten dışarıya çok kapalı bir toplum, bu yüzden onlara ulaşamıyorsunuz. Dinlerini en çok yaşayan insanlar Müslümanlar, bu yüzden kendi kendime şöyle düşündüm: Dinlemek için değil, sadece tartışmak için İslami derslere gideceğim. Gittim de. İslami derslere gitmek oldukça eğlenceliydi. Çünkü iki hafta sonra öğretmen bana “Stijn’e bak, gerçekten iyi bir çocuksun, seni sevdim ama buraya bir daha gelemezsin” dedi. Şaşırdım, “Niye, yanlış bir şey mi yaptım acaba?” diye sordum. Bana, kurstaki öğrencilerden bir kızın velisinin kendisini aradığını söyledi. Annesi, “Bakın, ben kızımı İslami bilgiler öğrensin diye derslere gönderiyorum. Ama o eve kafir olarak dönüyor. Orada İslam hakkında kötü konuşan garip bir çocuk varmış. Kızım ona inanmaya başladı.” demiş. Tabi ben de kendimi çok kibirli ve gururlu hissettim. “Tamam işte, görüyorsun senin İslam’ın doğru yol değil. Sen öğretmensin, ben sadece bir öğrenciyim. Buna rağmen o kız benim dediklerime inandı.” dedim. Bir düşünün… İslam’a göre sahip olabileceğiniz en kötü şeylerden biri kibirdir, örneğin İblis, kibirli olduğu için Cennet’ten kovulmuş, Hz. Adem’e (as) secde etmeyi reddettiği için.
Yani sen kibirli olduğunda, Allah seni O’nun tek hükümdar olduğunu fark edeceğin bir hale getirir. Dediğim gibi o zamanlar kesinlikle inançlı biri değildim. Ama iki üç hafta sonra bir şey oldu. Çok büyük bir sakatlanma yaşadım. Ve 17-18 yaşlarındaki pek çok genç gibi futbol benim için her şeydi. Bilirsiniz futbol, Playstation oynamak o yaşlarda çok önemlidir. Bu yüzden sakatlandığımda, oldukça depresiftim.
Hayatımda her şey tepetaklak olmuştu. Depresyona girdiğinde veya kalbinin kırıldığı dramatik bir olay yaşadığında ne olur? Yalnız kalmak istersin, kimsenin seni rahatsız etmesini istemezsin. Ama sorun şuydu ki, ben sakatlığımdan dolayı ameliyata girdiğim için insanlar beni ziyaret ediyorlardı, “Nasılsın, iyi misin?” diye soruyorlardı. Ben de yalnız kalmak istedim ve Bolivya’ya gittim. Bolivya Hristiyan bir ülke ama Güney Amerika’nın en fakir ülkelerinden biri.
Oradaki yetim çocukların hepimizden daha mutlu olduklarını fark ettim. Ve kendi kendime düşündüm, bu nasıl mümkün olabilir? Çok küçükler, anne babaları bile yok. Ve tabi ki onlar da büyük arabalı futbolcuları ve güzel kadınları görüyorlar, dünyada neler olup bittiğini biliyorlar. Ben ise Wifi ve elektrikten şikayet ediyorum. Bu nasıl mümkün oluyor? Bunu küçük çocuklardan birine sordum: Mutluluğunuzun sırrı nedir? Çocuk bana çok basit bir cevap verdi, “Çok kolay, Tanrı babamı aldı, Tanrı annemi aldı; ben sadece O’nunla kalabileyim diye.” Bunu duymak benim için bir şok gibiydi çünkü benim bakış açıma göre din diye bir şey yoktu. Belçika’ya döndüğümde belki de dinin olumlu bir şey olabileceğini düşünmeye başladım. Avrupa’da din her zaman olumsuz bir şeydir. Hristiyanlar pedofilidir, Müslümanlar teröristtir, Yahudiler hırsızlardır… Din ile bağlantılı her şey kötüdür yani.

Belçika’ya geri döndüğümde İncil’i okumaya başladım ve altı ay boyunca gerçekten Hristiyanlıkla içli dışlıydım. O zamanlar “selfie” kelimesi ilk kez topluma tanıtılmıştı, herkes selfie için deli oluyordu. Hristiyanlığa göre Noel İsa Mesih’in doğum günüdür. Bu yüzden de o tarihte kiliseye gitmeniz gerekir.
Altı yıl önce Noel’de kiliseye gittiğimde rahip cemaate şöyle dedi: “Sevgili Hristiyanlar, bizler Yüce Tanrı tarafından, Kutsal Ruh ile gönderilen ve Tanrı içinde Tanrı olan İsa Mesih’in bir selfiesi gibi olmalıyız.” Kendi kendime dedim ki: “Bir dakika bir dakika! Tanrı, İsa Mesih, Kutsal Ruh, Tanrı içinde bir Tanrı…” Ben İncil’i okuyordum, bunlar İncil’de yoktu, bu yüzden rahibe gittim ve dedim ki, “Bir sorum var. Peder, bir sorum var. Üçünün de Tanrı olduğunu düşünürsek belki bu fikri kabul edebilirim ama üçü de Tanrı iseler neden Meryem’e dua ediyoruz? Neden bir haça dua ediyoruz Aziz Antonius’a ya da herhangi bir kutsal adama dua ediyoruz? Eğer onlar Tanrı değilse neden?” Ve rahip bana bugünlerde pek çok Müslümanın söylediği bir şeyle cevap verdi: “Din insanın kalbindedir. Sadece inanman yeterli olur.”
Bence bu tehlikeli bir fikir; evet din kalpte ama aynı zamanda eylemde de olmalı. Çünkü sana “Sınavını biliyor musun?” diyorum ve sen evet diyorsun, evet sınavımı biliyorum. Ama sonunda sınav kağıdına hiçbir şey yazamıyorsun. Bilgin sadece kafanda değil, yazdığın şeyde de olmalı. Böylelikle Hristiyanlığı tamamen bıraktım.
İslam’a gelmem ise biraz komik. Birkaç ay önce dini bırakmıştım, parti yapıyordum, kızların peşinden koşuyordum, içki içiyordum… Haram olan her şeyi yapıyordum yani. Ve futbol takımımda biri vardı, Arap bir adam. Onunla bir haram dolayısıyla arkadaştım. O sadece ismen Müslümandı, çok uygulamıyordu. Ramazan’dan iki gün önce dışarı çıkıyorduk, gerçekten hayal bile edemeyeceğiniz kadar çılgın şeyler yapıyorduk. İki gün sonra Ramazan başladığında ona “Önümüzdeki hafta da gidelim mi? Yine gidebiliriz ve bir masa rezerve edeceğim” dedim. Ve bana “Estağfurullah, Ramazan’da yapamam” diye karşılık verdi. Çok şaşırdım. Ramazan’dan iki gün önce bunu yapıyorduk, şimdi mi haram oldu? “Öyleyse Ramazan dışında da haram değil mi?” diye sordum. Ama o tabii ki ismen Müslümandı, hiçbir bilgisi yoktu. Bu yüzden bana İslam’ın ne olduğunu, neden ibadet ettiklerini açıklayamadı. Ona bu soruları sorduğumda hep şunu söyledi: “Çünkü ailem böyle yapıyor. Annem ve babam Müslüman olduğu için, annem ve babam Ramazan’da böyle yapıyor…” Ancak bütün yıl boyunca içen, kızlarla takılan, haram olan her şeyi yapan birisinin nasıl Ramazan olduğunda tamamen durduğu fikri ilgimi çekti. Ailesi için değil, para için değil, sadece Tanrı için…
Bu dinde onlara güç veren öyle bir şey var ki, Allah için her şeyi terk ediyorlar diye düşündüm. Bahsettiğim gibi, hiç Müslüman arkadaşım yoktu. Sadece okulumda benden iki yaş küçük bir Müslüman çocuk vardı, ona biraz zorbalık yapardım. Bu yüzden benden gerçekten çok nefret ediyordu. Ona İslam’la ilgili sorular sorduğumda çok şaşırdığını hatırlıyorum, “Sen? İslâm? Ne bilmek istiyorsun?” Ona klasik soruları sordum; neden namaz kılıyorsunuz, İslam nasıl bir din… Ve maşallah her şeyi gerçekten çok iyi bir şekilde cevapladı. Devamında bana neden bir kere camiye gelmiyorsun ki diye sordu. Evet, camiye gidebilirdim, bu benim için hiç sıkıntı değildi. Ama günün sonunda her zaman bahaneler uyduruyordum; yoruldum, Playstation oynamak istiyorum, hastayım, gelemiyorum… En sonunda bana “Bak” dedi, “Kiliseye altı ay gittin, o kadar çok din araştırdın ama senden sadece bir kez camiye gelmeni istediğimde yapamam diyorsun ve bu beni çok kırıyor. Ama Allah rızası için seni her zaman seveceğim.” Kendimi gerçekten çok kötü hissettim, o kadar üzüldüm ki sadece onu mutlu etmek için bir kez camiye gitmeye karar verdim.
Ertesi gün camiye gittim ama bir planım vardı. Fotoğraf çekeceğim, bu şekilde Müslümanlara İslam’ı araştırdığımı gösterebileceğim ve onlar da beni rahat bırakacaklar. Ama tabii Allah’ın Kur’an’da dediği gibi “Plan yaparsın, plan yapanların en hayırlısı Allah’tır.” Camiye gittiğimde gördüğüm ilk kişi uzun sakallı bir adamdı, şeriat tipi falan, bilirsin. Elbette biraz korkmuştum. Çünkü buna hiç alışkın değildim. Adam, beni şöyle bir süzdü: “Assalamu alaikum” dedi ve beni öptü. Avrupalılar için öpmek garip bir şey, bu yüzden bunu hiç beklemiyordum.
Camiye girdim, birkaç fotoğraf çektim ve on dakika sonra gitmek istediğimde ezanı duydum. Tabii ki ezan okunduğunda herkes namaz kılmak için içeri girmeye başladı. Camiye giren en son kişi okuldaki arkadaşımdı. Beni gördü ve şaşırdı. “Burada ne yapıyorsun?” diye sordu. Tabi ona İslam‘ı araştırmak için camideyim falan diyemedim. “Seni şaşırtmak istedim” gibi bazı yalanlar söyledim, “sana sürpriz yapmak istedim çünkü ben de seni bir kardeş olarak da seviyorum…” Bana, “Bekle, namaz kılacağım. Ondan sonra biraz konuşabiliriz” dedi. Ama kendi kendime bu namaz olayını artık beklemeyeceğimi, bu yüzden namaz kılacaklarsa hemen ayrılmak istediğimi söyledim. Ama aynı zamanda kendime hayır dedim, kalmak zorundayım, saygısızlık yapamam.
Her camide kitapların olduğu bir kütüphane köşesi oluyor. Sağ tarafa doğru yürüdüğümde böyle bir kütüphanenin olduğunu fark ettim. Ve Kur’an’ı gördüm. Daha önce internette Kuran’dan bazı ayetler okumuştum ama kitabı daha önce kendi ellerimle tutmamıştım. Gerçekten okumak çok önemli. İnsanlar bana “ne seni Müslüman olmaya yönlendirdi” diye sorduğunda, açıkçası benim 20 YouTube videosuna veya İslam’ı anlatan 20 hocaya ihtiyacım yoktu. Sadece Kuran’ın kendisi… Fatiha Suresi, bu sure benim için İncil’in tamamından daha değerli. Sanki Allah seninle konuşuyor… Okuyunca kalbim paramparça oldu ve gerçekten ağlamaya başladım, hüngür hüngür ağlamaya başladım. Çok ilginçti. İsa Mesih’i arıyordum ama Allah-u Teala’yı buldum. İşte hikayemin sonucu budur. O günden itibaren İslam’ın hakikat olduğuna ve onu takip edeceğime karar verdim.
Müslüman olunca hayatında ne değişti?
Bu komik bir soru çünkü özellikle aile buluşmalarında ailemdekiler de bana bu soruyu soruyorlar. “Şimdi mutlu musun? İstediğin bu muydu? Müslüman olmak mıydı?” Ben onlara diyorum ki, Müslüman olarak hayatımda pişmanlığa yer yok. Çünkü eğer iyi bir şey olursa, elhamdülillah; kötü bir şey olursa yine elhamdülillah. Başımıza gelenlerin kader olduğunu biliyoruz. Bu kaderdir, yani Allah’ın Bakara Suresi’nde söylediği gibi “Olur ki, hoşunuza gitmeyen bir şeyde sizin için hayır, yine olur ki hoşunuza giden bir şeyde de sizin için şer vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Bu yüzden hiç pişmanlığım yok ve bu gerçekten harika bir şey çünkü Batı’daki insanlar paraları olsa bile evleri olsa bile inanç satın alamıyorlar. Görüyorsunuz o kadar çok depresyon ve intihar var ki… Bu Müslüman ülkelerde en azından Batı’daki kadar yok. Çünkü bizde iman var, aklımızda kader inancı var.
Müslüman olmayan akrabaların ve arkadaşlarınla ilişkilerin nasıldı?
Yani öncelikle şunu söyleyeyim, İslam’ın dünyadaki en popüler din olmadığını kabul ediyorum, özellikle günümüzde pek çok kötü şeyle ilişkilendirildiği için. Bu yüzden birisi Müslüman olunca, özellikle bu kişi ailenizden biriyse, yapacağınız ilk şey biraz mesafe almaktır. Mesela ben yarın Hindu olduğumu söylesem tabi şöyle düşünülecek: “Bir dakika, nasıl yani? Bu nereden çıktı?” Ailemin tepkilerini biraz anlayabiliyorum, özellikle başlangıçta çok fazla kişi hayal kırıklığına uğramış hissetti, sinirlendi. Artık hiç görüşmediğim kişiler var. Ama zamanla her şey iyileşti. Zaman her şeyin ilacıdır bilirsiniz. Şimdi yine eskisi gibi oturup konuşabiliyoruz. Ve bazıları kalpten olmasa bile dillerinde benim Müslüman olmamı kabullendiler. Örneğin bir aile toplantısına gittiğimde, benim içki içmediğimi biliyorlar, domuz eti yemediğimi biliyorlar, bu yüzden bunları teklif bile etmiyorlar. Ama evet, ailemdeki bazı kişiler için bu hâlâ zor ama onları anlıyorum. Yani bunu problem etmiyorum. Beni kabul ettikleri sürece mutluyum.
Diğer mühtedilere bu konuda ne tavsiye edersin?
Bence insanların yaptığı en büyük hata korkmaktır. Çünkü korktuğunuzda şüphe duymaya başlarsınız ve şüphe şeytandan gelir. Kafanızdaki herhangi bir şey hakkında şüphe duymaya başladığınız anda kaybolursunuz. Korkmayın, kendiniz olun ve göreceksiniz, insanlar sizi daha çok kabul edecek ve size saygı gösterecekler. Ve özellikle bunu en baştan itibaren yapın. Örneğin yeni bir ortama girdiğinizde el sıkışmadığınızı açıkça belirtin, mesela alkol içmiyorum deyin, insanlar bunu en başından anlarlarsa sizi böyle kabul ederler. Ama eğer çoğunluğa uyduysanız sonunda kendinizi rahat hissetmediyip “Ben böyle değilim” derseniz, kendinizi biraz değiştirirseniz, bu çevrenizdekiler için garip olacak, kabul etmekte zorlanacaklar. Çünkü başlangıçta sizi böyle bilmiyorlardı, bu yüzden Müslüman olmak isteyenlere veya belki de zaten kalbinden Müslüman olan ama çevresine söyleyemeyenlere şunu önerebilirim: Korkmayın, Allah (cc) size yardımcı olacak.
Türkiye hakkında görüşlerin nelerdir?

Türkiye’deki tecrübem… 5 aydır burada yaşıyorum. Kültür ve din arasında büyük bir fark olduğunu düşünüyorum. Elhamdülillah Türkiye yemek ve misafirperverlik söz konusu olduğunda harika bir ülke. Bence İslam dünyasında da önemli bir yeri var. Ayrıca tarihi; Osmanlı İmparatorluğu’ndan bugüne kadar Türkiye’nin önemli bir tarih olduğunu görüyorsunuz. Ama size söylediğim gibi kültür ve din arasında büyük bir fark var. Mesela gerçekten basit bir şey “Selamun aleyküm” demek, birçok insan “Aleyküm selam” diyerek cevap bile vermiyor. Cevapları “Hey, Merhaba” gibi oluyor. Ve bu küçük bir şey, bir de daha büyük durumları düşünün. Namaz kılmak mesela, toplumda çok yaygın değil. Türk insanları gerçekten inançlılar, bunu görüyorum. Gerçekten en inançlı insanlardanlar. Onlara “Müslüman mısınız?” diye sorarsanız, hemen “Elhamdülilah abi, Allah kerim…” diyorlar ve bu çok güzel çünkü gerçekten inandıklarını görüyorum, çok güzel. Ama namaz kılmak ya da camiye gitmek oldukça zor. Yani evet, sanırım kültür bazen onları geri çekiyor ama din kesinlikle burada mevcut. Tabii ki dürüst olmalıyız, bu toplumda birkaç ilke var. Ve Türkiye hakkındaki iyi nokta şu ki, İslam’ı yaşatıyorlar. Bu Türkiye’yi çevresindeki diğer ülkelerden farklı kılan bir şey.
Son olarak Müslümanlara mesajın nedir?
Tavsiyem gerçekten çok kolay, Ben Batı’da yaşadım. 16 yaşındayken bile Türkiye’deki çoğu insanın 20-23 yaşlarında yaptıkları şeyleri yapıyordum; alkol almak, kızların peşinden koşmak… Ama dürüst olmak gerekirse size şunu söyleyebilirim, ne yaparsan yap sana fayda sağlamayacak, huzur vermeyecek; aksine sorun yaratacak ve her geçen gün daha çok hayal kırıklığına uğrayacaksın, daha da çok üzüleceksin. Bu yüzden Allah (cc) Kur’an’da, Ra’d suresinde şöyle zikrediyor: “Bilesiniz ki, kalpler ancak Allah’ı anmakla huzur bulur.” Çünkü tatmin olmak diye bir şey yok. İyi bir arabadan, bir kız arkadaştan ya da Taksim’de güzel bir gece geçirmekten tatmin olacağını düşünüyorsan, inan bana gelecek hafta unutacaksın ve tekrar gitmek isteyeceksin. Mutluluğu ve imanı satın alamazsın, bu sadece İslam’la mümkün olur. Çünkü bedenini yemekle ve zihnini çalışmakla sağlıklı tutarsın, ancak ruhunu yalnızca din ile besleyebilirsin. Bu yüzden eğer dinin yoksa, hayatta asla gerçek huzuru bulamazsın.