Bilmen Gereken Her Şey: Aksa Tufanı Harekatı

Son birkaç gündür yine Filistinli kardeşlerimizin direnişine şahit olduğumuz günler yaşıyoruz. Haklının yanında durabilmek, manipülasyonlara karşı hazır olmak için gördüğümüz her bilgiye hemen inanmamak, şüpheci yaklaşmak gerekiyor. Bu süreçte de sık sık çarpıtılmış bilgiler gündeme geldi. Peki 7 Ekimden bugüne neler yaşandı, süreç boyunca sık sık gündeme gelen doğru bilinen ama yanlış olan neler var, gelin birlikte bakalım.
Neler Yaşandı?
7 Ekim sabahı işgalci İsrail, Gazze Şeridi’nden Filistinli grup Hamas tarafından başlatılan Aksa Tufanı operasyonuna uyandı. Hem hava, hem deniz hem de karadan gerçekleştirilen operasyona İsrail, abluka altındaki Gazze’ye yönelik ağır bir bombardımanla karşılık verdi. Operasyona 5.000 roket atarak başlayan Hamas, operasyona ‘Aksa Tufanı’ adını verirken, İsrail ordusu Hamas’a karşı “Demir Kılıç Operasyonu” başlattığını söyledi. Hamas tarafından ilk roket yağmuru yerel saatle 06:30’da gerçekleştirildi. Fırlatılan roketler Tel Aviv’e kadar ulaştı. Hamas ayrıca Güney İsrail’e tugaylarını gönderdi. Bölgede çatışmalar hala devam etmekte ve Hamas İsrail şehri Aşkelon’dan başlayarak tüm Filistin toprakları özgür olana dek durmayacaklarını açıkladı. Öyle ki Hamas başkan yardımcısı Salih el-Arouri “Bu bir saldır-kaç operasyonu değil; topyekûn bir savaş başlattık. Mücadelenin devam etmesini ve mücadele cephesinin genişlemesini bekliyoruz. Bir ana hedefimiz var: özgürlüğümüz ve kutsal yerlerimizin özgürlüğü” dedi.
Hamas İşgalci İsrail’e neden harekat başlattı?

Hamas Sözcüsü Khaled Qadomi, başlatılan askeri operasyonun Filistinlilerin on yıllardır karşılaştığı tüm zulümlere yanıt olduğunu söyledi. Yaptığı açıklamada Qadomi, “Uluslararası toplumun Gazze’ye, Filistin halkına, El-Aksa gibi kutsal yerlere karşı vahşeti durdurmasını istiyoruz. Tüm bunlar, bu savaşın başlamasının arkasındaki sebeptir.” dedi. Mevzubahis harekat, aslında aylardır Gazze sınırında Filistinlilerin direnişleriyle ilk sinyallerini vermişti. Özellikle son zamanlarda Mescid-i Aksa’da artan çatışmalar; Mescid-i Aksa’ya girip Müslümanları provoke edecek talmudik ritüellerde bulunan Yahudilerin giderek artan saldırganlığı ve Batı Şeria’daki İsrail baskınları, operasyona giden tüm bu süreci körüklemişti. Tüm bu sürecin bu zamanda böyle bir krize dönüşmesinin arka planında da etkisi göz ardı edilemeyecek İsrail’de Yüksek Mahkemenin yetkilerini sınırlandıran tartışmalı yargı reformu vardır. Çünkü bu yasa tasarısı ile İsrail halkı tamamen birbirleriyle kutuplaşmış ve İsrail Silahlı Kuvvetleri (İSK) içlerinde de parçalanmalara neden olmuştur. Yine aynı zeminde bu tartışmalı yargı reformu, İsraillilerin tepkilerini azaltmak amacıyla aşırı sağcı İsrail hükümetinin Filistinlilere yönelik şiddetini daha da arttırmaya yol açmıştır. Tüm bunlardan ziyade, biraz Gazze’den bahsetmekte fayda var. Gazze 45 km’lik bir yüzölçümüne sahip. Yani neredeyse İstanbul’da bir semt kadar. Bu kısıtlı alan içerisinde neredeyse 2 milyon insan yaşıyor ve bu insanların Gazze sınırları dışına çıkmaları yasak. İlaç ve gıda ihtiyacıyla sık sık gündeme gelen Gazze halkı, elektriksiz, susuz ve başlarına her an bombaların yağma ihtimali ile yaşıyorlar. Bu bombalar çoğu zaman evleri, okulları, hastaneleri ve maalesef çocukları hedef alıyor. Koşullar böyleyken Gazze’ye kullanılagelen tabiriyle açık hava hapishanesi demek bile az kalıyor. Bu şartlar altında yaşayan insanlara, isyandan ve direnmekten başka ne kalıyor?
İsrail’i Desteklemeyi Meşrulaştırmak: Doğru Bilinen Yanlışlar
“HAMAS SİVİLLERİ ÖLDÜRÜYOR”
“FİLİSTİNLİLER TOPRAKLARINI SATTI”
“FİLİSTİN DOĞU TÜRKİSTAN DAVASINDA ÇİN’E DESTEK VERDİ”
Bunlar 7 Ekim’den beri duyduğum, İsrail’i destekleyen Türkler tarafından belki de desteklerini “meşru” bir zemine oturtabilmek adına zikrettikleri en temel cümleler. Filistin-İsrail meselesiyle ilgisi olsun olmasın herkesin bir şekilde fikrini belirttiği bu konuda, işin politik alanında aktif şekilde çalışan biri olarak bu mevzubahis iddialara “argümanlar ile” açıklık getirme ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
“HAMAS SİVİLLERİ ÖLDÜRÜYOR”
Belki de en çok işittiğim ve konuyla ilgili hiçbir bilgisi ve altyapısı olmayan bir kafadan duyulabilecek bu yaklaşım ile başlayalım.
Bunun için Wikipedia’nın Timeline of the Israeli–Palestinian conflict in 2023 (İsrail-Filistin çatışmasının 2023’teki zaman çizelgesi) adlı makalesini biraz inceledim ve sadece “Ocak 2023″ü baz aldığım 1 ay gibi kısa bir periyotta İsrail’den Filistin’e karşı gerçekleştirilen tüm hukuka aykırı ve savaş suçu sayılabilecek çatışmaları ele aldım. Veriler şu şekilde;
2 Ocak 2023
İsrail güçleri, Cenin’in kuzeybatısındaki Kafr Dan’a düzenlenen bir baskında 22 ve 25 yaşındaki iki Filistinliyi öldürdü. (Daha senenin ilk günleri)
3 Ocak
İsrail güçleri, Beytüllahim’in güneyindeki Dheisheh mülteci kampına yapılan baskın sırasında 15 yaşındaki bir Filistinliyi öldürdü. (15 yaşında bir ÇOCUK)
4 Ocak
İsrail güçleri, Balata mülteci kampına yapılan tutuklama baskını sırasında 16 yaşındaki bir Filistinliyi öldürdü. (ÇOCUK)
11 Ocak
İşgal altındaki Doğu Kudüs’teki Filistinliler, İsrail polisine Filistin bayraklarını kamusal alanlardan kaldırmasını emreden ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün bir terör örgütü olduğunu söyleyen Ben-Gvir’in 8 Ocak’taki kararına yanıt olarak Filistin bayraklarını kaldırdı.
16 Ocak
Filistin Sağlık Bakanlığı, İsrail güçlerinin Dheisheh Mülteci kampına yapılan baskın sırasında 14 yaşındaki bir Filistinliyi öldürdüğünü söyledi. (ÇOCUK)
25 Ocak
Doğu Kudüs’teki Shu’fat kampına yapılan baskın sırasında 17 yaşındaki bir Filistinlinin vurularak öldürüldü.
26 Ocak (Cenin Saldırısı)
Cenin mülteci kampına yapılan baskın sırasında, 60 yaşındaki bir kadın da dahil olmak üzere dokuz Filistinli öldürüldü.
27 Ocak
Cenin saldırılarında ölen Filistinlilere yanıt olarak IDF, Gazze Şeridi’nden güney İsrail’e doğru Demir Kubbe sistemi tarafından iki roketin engellendiğini ve “herhangi bir can kaybı veya hasar bildirilmediğini” belirtti. Bunun hemen ardından İsrail insansız hava araçları Gazze Şeridi’nin merkezindeki al-Maghazi mülteci kampını vuran en az 13 füze saldırısı başlattı.
Özetle biri size 10 defa vuruyor, siz 1 defa karşılık verince size 10 defa daha vurabilmeyi kendinde hak görüyor.
Gelelim şimdi “siviller” kısmına. Öncelikle şunun çok net ve iyi bir şekilde bilinmesi gerekiyor ki İsrail’de “sivil” diye bir tanım yok. Asker-Millet olarak tanımlanan İsrail’de herkes birer “asker”. Kadınlar da dahil olmak üzere bütün İsraillilerin en az 2 yıl olmak üzere askerlik yapma zorunlulukları var. Bu askerlik olgusu da Türkiye’deki gibi belli bir eğitimden geçip olası savaş durumunda da askeri donanıma sahip olmak değil. 18 yaşına basan her İsrailli belli bir eğitimin ardından sokaklarda göreve başlıyor. Filistin’i ziyaret edenler ya da konuyla alakalı videoları izleyenler kontrol noktalarında, sokak aralarında beli tüfekli tam donanımlı bu askerlere zaten rastlamıştır. Ayrıca askeri üniforması olsun yahut olmasın, her İsrailli silah taşıma hakkına sahip.
“Ama Hamas 18 yaşında gencecik bir sivili öldürmüş!” Kendi sınırlı sivil anlayışınızdan ziyade bir pencereden bakarsınız eğer, 18 yaşında bir İsrailli sivil olma merhalesini çoktan aşmıştır. Dolayısıyla öldürülenler sivil değil potansiyel birer askerdirler.

Bunlar da örnek olması açısından İsrail haber ajansı Jerusalem Post tarafından kimlikleri yayınlanmış 7 Ekim’den bu yana öldürülen İsrail askerleri ve yaşları. 18-25 yaş aralığında değişiklik gösteriyor. 18 yaşında beline silahı alan İsrailli, babası yaşında Filistinliyi öldürebilme hakkın sahip olabiliyor mesela. Ve bu eylemin hukuki hiçbir yaptırımı olmuyor. Hatta 27 Şubat tarihinde ABD Dışişleri Bakanlığı’nın terörizmle ilgili 2021 raporuna göre, 2021’den bu yana saldırılarda önemli bir artış olduğu ve İsrail güvenlik personelinin genellikle yerleşimci saldırılarını engellemediği ve yerleşimci şiddetinin faillerini nadiren gözaltına aldığı belirtilmiştir.
Tüm bunlara rağmen sivil(!) katline bu kadar karşı olduklarını yeni öğrendiğim İsrail destekçisi Türk kitleye şu soruyu sormak kaçınılmaz oluyor: 75 yıldan bugüne dek Filistinli siviller her gün gerek bireysel gerek kitlesel olarak öldürüldüklerinde “siviller ölüyor” başlıklı vicdanınız tam olarak neredeydi?
“FİLİSTİNLİLER TOPRAKLARINI SATTI”
Bu konuda tarihi çevreler kanıtlarıyla birlikte daha bilimsel açıklamalar yapabilir ancak biz olayı daha iyi anlayabilmek adına biraz hikayeleştirelim. Öncelikle Filistinliler kimseye toprak satamayacakları gibi Siyonizm’in fikir babası ve kurucusu Theodor Herzl Kudüs‘ten toprak talebiyle çıktığı Sultan 2. Abdülhamid Han’ın huzurundan defalarca kovulmuştur ve Filistin Osmanlı’dan hemen sonra İngiliz hakimiyetine girmiştir. Bu esnada İngiltere’nin Siyonistlerle yaptığı anlaşmalar ve görüşmelerle Filistin’e Yahudi göçleri başlamış, İngiltere’nin yayınladığı Balfour Deklerasyonu ile Filistin’de bir Yahudi Devleti kurulmasına karar verilmiştir. Bu kararın ardından 1948 yılında İsrail kurulduğunda İsrail, Filistin’deki toprakların sadece %5’ine sahipti. Daha sonra yavaş yavaş sömürü eylemleriyle topraklarını genişletti. Bunu şöyle düşünebiliriz. İstanbul’da özel mülkü olan bir Yahudi aile çıkıp, ben bu özel mülk alanına bir Yahudi Devleti kuracağım diyor. Sonrasında mülkünün etrafındaki komşularının mülklerine de kendisinin olduğunu iddia ederek zorla el koyuyor ve oralara diğer Yahudileri yerleştiriyor. Yavaş yavaş saldırılar ve hukuk tanımaz bir süreçle İstanbul’un neredeyse tamamını kendi mülkü haline getirip size sizin devletinizde kendi kuralları, gözetlemeleri ve sınırları altında yaşayabileceğiniz ufacık bölünmüş topraklar veriyor. Şunu belirtelim ki dünyanın hiçbir yerinde özel mülk olarak satın alınan toprakta devlet kurulması söz konusu olamaz. Eğer böyle bir şey sizin için mümkünse, o halde ülkenizdeki toprak sahibi yabancılar arazilerinde diledikleri gibi devlet kurabilir, ve bu kurulan devletle sizi işgal etmesi de meşru hale gelebilir. Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Elbette hayır. Öyleyse “toprak sattı” iddiaları, ne devletleşebilme hakkını meşru kılar ne de işgali. Ancak İsrail bir avuç mülkle sınırlı kalmadığı gibi 75 yıllık süre boyunca gerek işgalle gerekse BM’nin taksim planlarıyla topraklarını genişletti. (Ki uluslararası hukuka göre İsrail’in kuruluşuna giden süreç sakattır ve BM Genel Kurulu, BM Kurucu Anlaşmasına göre bağlayıcı karar alma yetkisine sahip değildir. O nedenle taksim kararı hukuken geçersizdir. Üstelik bu karar tasarısı daha önce iki kez Genel Kurul’da üçte ikilik oy çokluğunu yakalayamamış, üçüncü kez yapılan oylama öncesinde ve sonrasında Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bu planı olumlu oy vermeleri için birçok ülkeye vaatlerde bulunmuş ya da onları tehdit ve şantajla yıldırmıştır. Tehditle şantajla alınan kararlar ise devletin serbest iradelerine yönelik açık bir saldırı niteliğinde olduğundan uluslararası hukukça yasaklanmıştır. O nedenle adalet ve hakkaniyet eksenli bir uluslararası hukuk yaklaşımı içinde bakıldığında İsrail’in hem yasal hem de meşru olmaktan uzak bir devlet olduğu görülecektir. O nedenle hem Filistin’in hem de pek tabii olarak Kudüs’ün Filistin halkına ait olduğunu belirtmek gerekir.)
“FİLİSTİN DOĞU TÜRKİSTAN DAVASINDA ÇİN’E DESTEK VERDİ”
Filistin siyasetinde iki farklı temel fraksiyon var. Bunlardan biri daha seküler kanatta kendini konumlandıran ve Filistin Yönetimi’nde (PA) söz sahibi olan el-Fetih, diğeri ise kendini İslami kanatta konumlandıran Hamas. Filistin Yönetimi ile ilgili diplomatik kararları el-Fetih mensubu PA başkanı Mahmud Abbas veriyor. Hamas, bu konuda PA ile hiçbir ortak yetkiye sahip değil. Mahmud Abbas ise, Filistinlilerce sevilmediği gibi yıllardır yönetimden çekilmemesi sebebiyle “diktatör” olarak tanımlanıyor. Dolayısıyla kukla hükümet olarak tabir ettiğimiz İsrail lehine eylemleriyle de bilinen el-Fetih ve onun hükümet kanadının aldığı hiçbir karar, “Filistin halkının” kararlarını yansıtmıyor.