Endülüs’te Müesseseler
Endülüs’te müesseseler başlığıyla ele aldığımız bu yazımızda Endülüs’teki idarî, adlî ve askerî kurumları inceleyeceğiz. İdari kurumları hükümdarlık, haciblik – vezirlik, vilâyetü’l-medine, saray katipliği, posta ve hazine başlıklarıyla açıklayacağız. Adlî teşkilatta kâdı, hâkim, emniyet teşkilatı ve sahibu’s-sûk gibi unsurlara yer vereceğiz. Askerî teşkilat içinde ise ordu ve donanma hakkında bilgiler aktaracağız.
İdari Kurumlar
Hükümdarlık
İslam hakimiyetindeki Endülüs’te sekiz asır boyunca çeşitli devletler kurulmuştur. Bu devletlerin idari yapılarında benzerlikler olduğu gibi farklılıklar da mevcuttur. Bu devletlerin başlarında bulunan hükümdarlar ise farklı sıfatlar kullanmışlardır. Hükümdardan sonra idari hiyerarşide hâcib, vezirler, sâhibul-berîd, hâzinü’l-mâl, kâdı’l-cemâa, vali, kâid, sâhibü’l-medîne, sâhibu’s-sûk gibi yüksek memurlar yer almaktaydı.
Endülüs ilk fethedildiği 711 yılından 756 yılına kadar Emevi Devleti’ne bağlı olarak valiler tarafından yönetilmiştir. Valiler Dönemi olarak adlandırılan bu dönemde vali, öncelikle ordunun komutanı olarak kabul edilirdi ve merkezi idareye bağlılıkları genelde şekli olarak kalırdı. I. Abdurrahman’la birlikte 756 yılında Valiler Dönemi son bulmuş ve Endülüs Emevi Devleti kurulmuştur. Kurulan bu yeni devlette idari yapıda Emevi Devleti örnek alınmıştır.
Endülüs Emevi Devleti’nde 756 yılından 929 yılına kadar devletin başındaki hükümdarlara Emîr denmiştir. Bu tarihten sonra ise III. Abdurrahman’la birlikte hükümdarlara Halife denmeye başlanmıştır. Bu durum Mülûkü’tavâif (1031-1090) döneminde de devam etmiştir. Murâbıtlar dönemine gelindiğinde ise halifelik sıfatı kullanılmamış ve hükümdarlar kendileri için Emîrü’l-müslimîn unvanını uygun görmüşlerdir. Muvahhidler döneminde ise hükümdarlar kendilerini tekrar halife olarak ifade etmişlerdir. Bununla birlikte hak sorumluluk ve icraat açısından öncekilerle sonrakiler arasında hiçbir fark bulunmamaktadır. Bu devletler sonrasında kurulan Nasrîler ise halifelik iddiasında bulunmayarak hükümdarlar için Emîrü’l-müslimîn ve Sultan unvanlarını kullanmışlardır.
Her hanedan döneminde hükümdarların vazifeleri ise belli başlı şeyleri kapsamaktaydı. Örneğin hangi hanedan olursa olsun hükümdarın ilk vazifesi devletin siyasi birliğini sağlamaktı ve bu konuda tam yetki sahibi idi. Hükümdarın aslî vazifeleri ise ülkenin barışını tehdit eden her türlü unsuru bertaraf etmek, yurt dışına elçiler gönderip gelen elçileri kabul etmekti. Farklı hanedan dönemlerinde hükümdarların çoğunun askeri seferlere çıktığı da bilinmektedir. Hükümdarın önemli vazifelerinden biri ise idarecilerini denetleyerek devlet işlerinin düzenini sağlamaktı. Bunun yanında Endülüslü hükümdarların genelinde, halkla yüz yüze görüşüp sıkıntılarını ve isteklerini dinleme geleneğine uyulduğu görülmüştür.
Hâciblik – Vezirlik
Emevi ve Abbasi devletlerinde hâcib, devlet ricali ve halkın hükümdarla irtibatını sağlayan protokol memuru idi. Abbasilerde görülen vezir, devlet idaresinde hükümdardan sonraki en yetkili kişiyi temsil etmekteydi. Dolayısıyla vezir önem bakımından hâcibden önce gelmekteydi.
Endülüs’e gelindiğinde ise hâcibliğin Abbasilerdeki vezirliğe denk bir niteliğe büründüğü görülmektedir. Özellikle II. Abdurrahman’ın yaptığı düzenlemeyle hâcib, vezirlerin ve saray katiplerinin de kendisine bağlanması neticesinde hükümdardan sonraki en yetkili kişi konumuna yükselmişti. Böylece hâciblik Endülüs’te, Doğu’nun aksine vezirliğin önüne geçmiştir. Murabıtlar, Muvahhidler ve Nasrîler döneminde, hâciblik önemini yitirerek vezirliğin gerisinde kalmıştır. Bu dönemlerde vezirin görevi ise devletin sivil ve askeri işlerini düzenlemenin yanında saraydaki görevlilerin çalışmalarını da kontrol etmekti.
Vilâyetü’l-medîne
Endülüs idarî teşkilatındaki önemli görevlerden biri olan vilâyetü’l-medine, Endülüs Emevi Devleti döneminde yalnızca başkent Kurtuba için geçerli bir makam idi. Bu görevi yerine getiren kimseye ise Sâhibu’l-medine denirdi. Sâhibu’l-medine’nin geniş bir görev alanı bulunmaktaydı. Kamu yararını ve güvenliğini ilgilendiren ciddi konularda kanunu uygular, hükümdarın çeşitli nedenlerle ülke dışında bulunduğu durumlarda ona vekalet ederdi. Ayrıca yeni bir hükümdar tahta oturduğunda Kurtuba Ulu Cami’nde halkın biatini alır, olağan ve olağan dışı vergileri toplardı. Ayrıca biraz sonra göreceğimiz sâhibu’ş-şurta ve sâhibu’s-sûk da onun denetimi altındaydı.
Saray Katipliği
Endülüs Emevi Devleti’nde saray katipliğini III. Abdurrahman’a kadar bir kişi üstlenirken III. Abdurrahman dört kişiye çıkarmış ve farklı görev alanları verilmiştir. Sâhibu’r-resâil de denilen kâtip, vezir seviyesinde idi. Bu göreve getirilen kimselerde ise Arap diline hakimiyet, yüksek kültür seviyesi, yazısının ve kompozisyonunun güzel olması özellikleri aranırdı. Görevleri ise taşradaki valilerden ve sınıra gönderilen heyetlerden gelen mektupları incelemekti. Bununla birlikte hükümdar ve hâcib tarafından alınan kararları valilere ulaştırmak ve saraya gelen şikâyet ile talepleri değerlendirmek de kâtibin görevlerindendi. Saray katipliği Endülüs Emevilerinden sonraki dönemlerde benzer şekilde devam etmiştir.
Posta
Endülüs kaynaklarında posta teşkilatına dair ayrıntılı bilgiler mevcut olmamakla birlikte haberleşme sisteminin, tüm yollar boyunca kurulan posta bürolarıyla sağlandığı bilinmektedir. Bu göreve bölge, güzergâh ve uzaklık gibi bilgilere sahip kişiler atanırdı. II. Abdurrahman’la birlikte geniş bir posta sistemi kurulmuştu. Bu sistemle yazışmaları, doğrudan hükümdara ulaştırmak için istasyonlarda devletin hizmetinde olan yedek atlar bulundurulurdu. Daha acil durumlarda ise önemli mesajları ulaştırmak için güvercinlerden yararlanılırdı. Ayrıca Endülüs’ün sahil kesimlerinde haberleşme ve düşman tehlikesini bildirme amaçlı belli aralıklarla inşa edilen kuleler kullanılmaktaydı.
Hazine
Devletin gelirlerinin toplandığı ve değerlendirildiği yer olan hazineye Endülüs’te kurum olarak hizânetü’l-mal ismi kullanılmaktaydı. Sarayın içinde bulunan hazine binası oldukça iyi korunurdu. Hazinenin başındaki memura hâzinu’l-mal veya sâhibu’l-mahzûn denmekteydi. Bu kimseler genellikle seçkin Arap ailelerine mensup kimselerden seçilirdi. Hazinede hâzinu’l-mâl dışında birçok üst düzey memur da çalışmaktaydı. Bu memurların bazısı Hristiyan veya Yahudi cemaatlerine bağlı kimselerdi. Bu noktada Endülüs’teki idarecilerin gayrimüslim bile olsa ehliyet ve liyâkata sahip kimseleri tercih etmeleri dikkat çekicidir.
Adlî Teşkilat
Endülüs’te adlî teşkilat birçok unsuru içinde barındırmaktaydı. Doğu İslam ülkelerindeki kurumlar bu bölgede bulunmakla birlikte bazı farklılıkları da barındırmaktaydı. Adalet teşkilatının en üst makamı niteliğindeki Başkâdı ve kâdılık fetihle birlikte bölgeye girmişti.
Endülüs Emevi Devleti’nde bu kurumun başındaki başkâdı için kâdi’l-cemâ’a denmekteydi. Taşradaki kadılara ise sadece kâdı veya sâhibu’l-kadâ denirdi. Başkâdı ve kâdılar bizzat hükümdar tarafından veya onun bilgisi dahilinde atanırdı. Kâdı görev yaptığı yerin hâkimiydi ve evlenme, boşanma, miras taksimi, suçlular için ceza taksimi gibi birçok konu onun görev alanına girmekteydi. Mesuliyeti ağır bir vazife olması nedeniyle kâdıda aranan vasıflar konusunda titiz davranılırdı. Günlük yaşantısında temiz ve ahlaklı olmasının yanı sıra samimi, kibar, tokgözlü ve tarafsız olması gerekiyordu. Ayrıca fıkhi meselelere vakıf olmak zorundaydı. Yargılama faaliyeti ise genellikle cami veya mescidin bir köşesinde yapılırdı. Adli teşkilat içinde bahsedilen hâkim ise daha basit davalara bakmakla yükümlü olan ve daha çok arabuluculuk yapan kimse için kullanılırdı.
Adalet teşkilatı içinde bulunan memurlardan bir diğeri ise Sâhibu’r-red unvanı verilen hakimdi. Bu memur, kâdıların hüküm vermekte tereddüt ederek reddettikleri davalara bakardı. Halkın idareciler ve diğer memurlar hakkındaki şikayetlerine bakarak onları çözüme kavuşturan memura ise Sâhibu’l-mezâlim denmekteydi.
Kâdılar adaleti en yüksek seviyede sağlayabilmek için tek başına hareket etmeyerek yanında kendileriyle istişare yapacağı birkaç fakih bulundururdu. Ehlu’ş-şûra adı verilen bu fakihlerin hukuk konusunda ehil olmalarına dikkat edilirdi. Davanın taraflarının ifadelerini yazdırmak için de görevliler vardı. Kâdı bu amaçla mahkemede şahit veya şahitleri hazır bulundururdu. Şahitler ayrıca noterlik hizmetleri de sunmaktaydı. Bu görevleri gereğince yerine getirebilmeleri için şahitlerin güzel yazı yazabilmeleri, noterlik üslûbunu ve hukuki mevzuatı bilmeleri gerekiyordu.
Emniyet Teşkilatı
Endülüs’te emniyeti sağlamakla görevli polis teşkilatı eş-şurtatu’l-‘ulyâ, eş-şurtatu’s-suğra ve eş-şurtatu’l-vusta isimleriyle üç organda işlemekteydi. Bunlar hâssa, avam ve a’yân zümrelerinin güvenliklerini sağlamaktaydılar. Ferde veya kamuya zarar verenleri takip ve cezalandırma konusunda tam yetki sahibiydiler. Adalet sistemi içinde ceza infazları polislerin görevine dahildi. Polisler emniyeti sağlamak amacıyla tüm sokak ve caddeleri kontrol altında tutardı.
Sahibu’s-sûk
Günümüzde zabıta tarafından verilen kamu hizmetleri Endülüs’te Sâhibu’s-sûk tarafından sağlanmaktaydı. Aynı zamanda muhtesib de denilen bu memur üst düzey fakihler arasından seçiliyordu. Yüksek düzeyde bir memur olan muhtesiblerin Müslüman, erkek, hür, dürüst, saygın, kılığı düzgün, fıkıh bilgisine sahip olma, halkı iyi tanıma, pazarı ve ticareti bilme gibi özelliklere sahip olması beklenirdi. Muhtesibin vazifeleri ise genel olarak üç taneydi. Bunlardan ilki çarşı, pazar denetimi idi. Buralarda düzen ve temizliği sağlamakla birlikte satılan malları da denetlerdi. İkincisi ise şehrin imar, iskân, ulaşım faaliyetleri ile su ve kanalizasyonlarının denetlenmesi idi. Muhtesibin bir diğer görevi ise genel ahlak kurallarına uyulup uyulmadığını kontrol etmekti. Geniş bir görev ve yetki alanına sahip muhtesibin kararları, yüksek düzeyli devlet görevlilerini bile bağlayacak düzeyde idi.
Askeri Teşkilat
Müslümanların yaşadığı coğrafyalarda siyasi genişleme, yeni yerlerin fethi düşüncesini beraberinde getiriyordu. Endülüs’ün fethi ile birlikte de bu düşünce ile hareket edilerek yeni hedef olarak Avrupa görülmüştür. Bu süreçte Müslümanlar kimi zaman galip kimi zaman mağlup olmuştur. Bu nedenle askeri politikaları kimi zaman taarruz kimi zaman ise savunma karakterli olmuştur.
Donanma
Endülüs doğu, batı ve güneyden denizlerle çevrili olduğu için donanma büyük bir önem taşımaktaydı. İlk dönemlerden itibaren Endülüs’te donanma bulunmasına rağmen II. Abdurrahman’la birlikte donanma güçlendirildi. Sonrasında gelen hükümdarlar da donanmaya önem vererek daha da geliştirmişlerdir. Bununla birlikte donanma Mülûkü’t-Tavaif döneminde dağılmış fakat Murabıtlar ve Muvahhidler döneminde tekrar toparlanmıştır. Endülüs donanması genellikle onar kişiyi taşıyan gemilerden oluşmaktaydı. Bunun yanı sıra görenlerin ‘’Sanki denizde inşa edilmiş bir saray’’ diyeceği kadar büyük gemiler de mevcuttu. Okçular ise gemilerdeki savaşçıların bir kısmını oluşturmaktaydı.
Ordu
Endülüs Emevi Devleti’nde orduyu teşkil eden üç askeri birlik çeşidi bulunmaktaydı. Bunlardan ilki ecnâd olarak adlandırılan askeri birlikti ve toprağa bağlı düzenli ordu hükmündeydi. Endülüs’ün fethiyle bölgeye gelen ve farklı bölgelere yerleştirilen ve Şamiyyûn olarak adlandırılan Şamlı askerler de bu grubun içinde yer alırdı. İkincisi ihtiyaç dışında çağırılmayan, düzensiz ordu olarak kabul edilen huşûd grubu idi.
Endülüs’ün fethiyle bölgeye gelen Arap ve Berberî askerlerden oluşmaktaydı. Ele geçirdikleri veya kendilerine verilen topraklara yerleştikleri için bölge halkına benzetilerek Belediyyûn adıyla anılmışlardır. Üçüncü grup ise ordunun en eğitimli bölümünü oluşturan Haşem grubuydu. Hükümdarın seçkin muhafız birliğini teşkil eden haşem birliği senenin her günü askeri hizmet sunmakla yükümlüydü. Genelde Berberî ve Slavlar (Sakâlibe)’dan oluşan askerlerin, gözü pek savaşçılar olduğu ifade edilmiştir. Endülüs ordusunun içinde gayrimüslimlerin özellikle Hristiyanların yer aldığı da kaynaklarda aktarılmıştır.
Yararlanılan Kaynaklar
- Özdemir, M. (2021). Endülüs Müslümanları Kültür ve Medeniyet. Ankara: Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları.
- Hitti, P. K. (2020). Siyasi ve Kültürel İslam Tarihi. İstanbul: Bilge Kültür Sanat.
- Küskü, O. (2019). Endülüs Emevî Devleti İdari Yapısı (756-1031). Ankara: Yüksek Lisans Tezi.
İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi mezunuyum. Aynı fakültede İslam tarihinden yüksek lisans yapıyorum. Sanatı ve fotoğraf çekmeyi seviyorum.