Kitap TavsiyeleriKonular

İnsanın Anlam Arayışı – Viktor E. Frankl

Neden bilmiyorum ama çoğu zaman uzun uzun anlatılan şeylerin daha kıymetli olduğu yanılgısına kapılırız. Bir film ne kadar uzunsa, bir bina ne kadar yüksekse, bir deniz ne kadar enginse o filmin, o binanın, o denizin daha güzel olduğunu varsayarız. Sözlerin değerini taşıyabildikleri kelime kapasitesiyle bir sayarız. Bu yüzden kalın kapaklı, çok sayfalı kitaplar karşısında birkaç yapraktan oluşan kitapçıklara göstermediğimiz bir saygı, hürmet ve onur gösterileri ile dik duruşlara geçeriz. Hiçbirimiz üç beş sayfadan oluşan bir kitaba razı olmaz da ciltler dolusu yazmak isteriz. Yazsam hayatım roman olur hayalindeki romanlar, hiçbir genç kahramanın zihninde beş yüz sayfadan aşağı kurgulanmaz. Çok şey söylemekle, kıymetli şey söylemek arasındaki çizgiyi çizmeyi beceremeyiz bir türlü. Beni de bu “biz”in sınırları dışında tutmayın sakın, ben de bilmiyorum çünkü çizgiler çizmeyi. Ama bugün size hayatta doğru çizgileri doğru yerlere doğru zamanlarda çizmiş bir yazarın, bir tutsağın, bir psikoterapistin yani çok farklı kimliklerde çizgi çizmeyi bilen birinin kısa ama kıymetli uygulamalarından söz edeceğim. Bu yazımızda size Victor E. Frankl’ın İnsanın Anlam Arayışı kitabından bahsedeceğiz.

Viktor E. Frankl
Viktor E. Frankl

Viktor E. Frankl gençlik yıllarında toplama kampları gerçeğine şiddetle çarpmıştır. 1905 doğumlu Avusturyalı psikiyatr, “logos” kavramından türeyen logoterapinin kurucusu. İçinde taşıdığı anlam değerine karşın oldukça ince sayılabilecek kitabın yazarı. Temelde üç bölüme ayırdığı bu kitapta, ilk ve belki de çoğu okur için en sarsıcı olan kısım toplama kampı deneyimleridir. Bu bölüm tek başına neredeyse kitabın yarısından çoğuna hâkimdir. Ancak yazarın ikinci bölümde daha terimsel bir şekilde ele aldığı logoterapi bölümünü okuduğumuzda, bu varoluşçu terapinin gelişmesinde yazarın toplama kampı deneyimlerinin ciddi bir etkisi olduğunu görüyoruz. Yazarın toplama kampı öncesinde logoterapi kavramını ortaya atmasına ve kitabını yazmaya başlamasına rağmen bu terapinin ayrıntılarıyla şekillenmesinde en önemli faktör; yazarın yaşamış olduğu acılar olmuştur. Bu durum bir nevi ortaya koyduğu terapinin ilk tezahürünün kendi üzerindeki yansıması gibidir. Bundan dolayı da ayrı bir önem taşır.

İhtiyaç Duyulan Şey “Anlam”

Sezai Karakoç
Sezai Karakoç

Frankl, kişinin yaşamda ihtiyaç duyduğu şeyin “anlam” olduğu fikri ile hareket eder. Öyle ki yaşamında anlamı bulmuş olan kişi, hangi dış şartlar altında olursa olsun devam etmenin bir yolunu bulur. Ayrıca geriye dönüp baktığında devam ettiği bu yolda gördüğü mutsuzluk ve başarısızlık da değildir. Bir yüzyıldır içerisinde bulunduğumuz varoluşsal sıkıntılar yüzyılına seslenen bu ses; insan ve anlam arasındaki gediğin süratle açılmaya devam ettiği takdirde açılan bu boşluğun can sıkıntısı, uyuşturucu ve hiçlik duygusu ile dolmaya devam edeceğini ve geleceksiz kuşakların yetişeceğini öngörmektedir. Aslına bakılırsa bu öngörü önü alınamaz bir biçimde gerçekleşmektedir. Rene Gueneon, Roger Graudy, Sezai Karakoç gibi yazarların bir yarım yüzyıl önceden sezerek, henüz yolun başındayken insanları döndürmeye çalıştıkları o boşluk, Frankl tarafından da aynı şekilde sezilmiş ve dile getirilmiştir. İnsanların “anlamsızlık” duygusu ile kıvrandığı bu modern çağ; araçların bol olduğu ancak uğrunda yaşanacak bir amacın bulunmadığı, peşinden koşulan mutluluk ve başarının asla yakalanamadığı, intihar etmemek için nedenlerinin olmadığı bir nevroz çağı. Logoterapi işte bu çağ için aydınlık bir kapı açma niyeti taşımaktadır.

İnsan Yaşamın Anlamını Nasıl Keşfedebilir?

Sigmund Freud
Sigmund Freud

Varoluşsal terapinin temel dinamiklerine baktığımızda bu yapının esas ayağında sorumluluk kavramının oturduğunu görürüz. Kişi yaşamda somut sorumluluklar ile kendisine bir anlam bulur. Bu sorumluluk bir birey için de bir toplum için de olabilir. Başka bir ifade ile hayattaki sorumluluğunun farkında olan kişi kendini bu amaca adar. Böylece kendini aşıp daha yüce bir amacın eteğine tutunabilme fırsatına ulaşmış olur. Kişi bu amaca ulaşmak için kendini aştığı müddetçe başarı da, mutluluk da, anlam da onun arkasından gelecektir. Doktor Frankl’a göre insan yaşamın anlamını üç farklı yoldan keşfedebilir:

  • Bir eser yaratarak ya da bir iş yaparak
  • Bir şey yaşayarak ya da bir insanla etkileşerek
  • Kaçınılmaz acıya yönelik bir tavır geliştirerek

Bu üç yoldan da kitapta en çok açıklanan bölüm sonuncu yola aittir. Yazar, özellikle kişisel deneyimlerinden de yola çıkarak kaçınılmaz acı karşısında üretilen anlamı örneklerle açıklar. Yazar bu noktada insanın bütün özgürlüklerinin elinden alınmış olduğu anda bile sahip olduğu iç özgürlüğünün ortaya çıkardığı bir durumdan bahsetmektedir; tercih yapabilme ve tutumu değiştirme özgürlüğü. Frankl, Freud’un aksine yalnız dış şartların şekillendirmediği bir insan modelini ortaya koyar. Ona göre insan bir robot değildir. Bu yüzden ne zaman ne yapacağı nasıl davranacağı, neyi nasıl seçeceği hiç belli olmaz.

Bizim nasıl bir insan olduğumuzu belirleyen şey, irademizle aldığımız karar ve seçtiğimiz tercihlerimizdir. İşte burada yazarın hatıralarını anlattığı bölümde geçen şu sözler tercih ve kararların ortaya çıkardığı insanları anlatır. Bütün bu toplama kampı tecrübelerinden sonra yazarın insan ırkı için görüşü şudur; yeryüzünde sadece iki insan ırkı vardır, bunlar soylu insan ırkı ve soysuz insan ırkı. Başka bir ifade ile yeryüzündeki insanlar iyi olmayı seçenler ve kötü olmayı seçenler olarak ikiye ayrılır. Ve bu ayrılış kişilerin tercihleri sonucu ortaya çıkar. Verilen her kararın, seçilen her tercihin, iyi ya da kötü, insana bir sorumluluk yüklediği de unutulmamalıdır. Böylece esas ayağını oluşturan sorumluluk kavramına dolaylı yoldan da olsa geri dönülmüş ve terapi yapısındaki yeri sağlamlaştırılmış olur.

Terapinin İslamiyet ile Benzer Yönleri

cami

En genel çizgileriyle ortaya çıkarmaya çalıştığımız bu terapinin dinî literatür ile oldukça benzer yanlar taşıdığını fark etmemek mümkün değildir. İslamiyet üzerinden baktığımızda da gördüğümüz budur. Allah’a inanmış bir insan için hayatın bir anlamı vardır. Din, insana her şeyden önce bir anlam verir. İnsanın yeryüzündeki varlığının neden ve nasılına dair soruları birer birer cevaplandırır. İnsana yeryüzünde yapmakla görevli olduğu sorumluluklar yükler, böylece kişi kendisini yüce bir amaca adamış olur. Bu yolda gerekirse kendini unutur, çünkü asıl hedef Allah’ın rızasını kazanmaktır. Ancak Allah rızasını kazanmak için attığı yollarda asıl hedefi olmasa da başarı da mutluluk da huzur da ona eşlik eder. Ayrıca ahiret inancına sahip olan kişi, bütün hedef ve gayelerini bu dünya ile sınırlı tutmaz. İçinde yaşanılan dünyanın bir son olmadığı ve çekilen acıların, zorlukların mükâfatının olduğu, aynı şekilde yapılan kötülüklerin cezasız bırakılmayacağı bilinci ve hayatta başa ne gelirse gelsin devam etmenin yoludur.

Kadere inanan kişi ise hayatta başına gelen olaylara teslimiyet ve rıza ile yaklaşır. Ancak yine de başına gelenle ne yapacağının kendi ellerinde olduğunun bilincindedir. Yazarımızın başına geldiği gibi kişi bir toplama kampına düşebilir ancak bu kampta diğer tutsaklara nasıl davranacağı, iyiliği mi kötülüğü mü seçeceği kişinin özgür iradesine kalmıştır. Elbette bu açıklamalar ile amacımız yazarın bu terapiyi dini bir literatürden ödünç alarak inşa ettiğini söylemek değil. Ama belki şu olabilir: Her yolun çıktığı bir kapı varsa bu kapı öyle önemsiz ve sıradan bir kapı değildir. Çünkü o kapı gerçeği gösteren tek kapı olabilir.

Yalnızca temel birkaç noktasından bahsedebildiğimiz bu terapi yönteminin ve yazarın toplama kampı anılarının her ayrıntısıyla, tekrar tekrar okunması gerektiği fikrindeyim. Yaşanılan tecrübelerle desteklenen terapinin temellerinde yazarın anlattıklarından ve niyetinden fazlasını bulmak mümkün. Ancak şunu da akılda tutmakta fayda var: Kitabın başlığında da dediği gibi bu bir arayışın sayfalara dökülmüş şekli, bir buluşun değil. “Anlam”ı bulmak isteyenlerin bu kitabın ötesine geçmesi şarttır. Anlamını çoktan bulmuş olanlar içinse bu kitap kendini ölçme, tartma ve bir deneme tahtasıdır.

Yaşamak için bir ‘nedeni’ olan kişi, neredeyse tüm ‘nasıllara’ dayanabilir.
Nietzsche

Bir Yorum

  1. Modernizmin unutturduğu metafiziğin ve duruşun önemini anlatan güzel bir yazı olmuş. Teşekkürler 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu