Kudüs’ün İlk Kadısı: Ubâde Bin Sâmit
Asırlar boyunca Ermeni’nin, Süryani’nin, Hristiyan’ın, Yahudi’nin, Müslüman’ın ve daha birçok mezhep ve meşrebe bağlı insanın tek çatı altında yaşadığı, günümüzde dahi bu yaşantının kısmen devam ettiği beldenin adıdır Kudüs. Farklı inanç ve kültür sahiplerinin yüzyıllarca barış içinde yaşamasını sağlayan değer, İslam’ın hoşgörü anlayışı ve adalet sistemidir elbette. Hepimizin bildiği gibi Kudüs, adaletiyle nam salan Hz. Ömer (r.a) döneminde hiç kan akıtılmadan ve o dönem kentte yaşayan insanların tamamına din, mal, can ve adil bir yönetim emannamesi (güvence) verilerek fethedilmiştir. 1917 yılına kadar da Müslümanlar Kudüs’ün yönetiminde hep bu emannameyi esas almıştır. Fetihten sonra şehirde uzun müddet kalmayan Hz. Ömer, adaleti sağlama vazifesini Ashab-ı Suffe muallimlerinden Ubâde Bin Sâmit’e (r.a) vermiştir. Bu yazımızda, adaletin mayasını Kudüs’ün ruhunda tutturan bu kıymetli sahabeyi tanımaya, anlamaya ve örnek almaya çalışacağız.
Hayatından Kesitler
Hz. Ubâde, Hazrec kabilesine mensup olup Medine’de (M 583) dünyaya gelmiştir. Babası Sâbit b. Kays, annesi Kurret’ül Ayn Bint Ubâde’dir. Eşi ise Efendimizin (sav) süt teyzesi Ümmü Harâm (r.a) olup, Kıbrıs’ta medfundur. Hz. Ubâde, İslam’ı, Nübüvvetin 11. yılında Esad b. Zürâre (r.a) vesilesiyle tanımıştır. Şöyle ki; Efendimiz (sav), peygamberliğinin 10. yılında Mekke’ye dışarıdan gelen çadırları gezip İslam’ı tebliğ etmeye başlamıştı. Çadırların birinde Yesrib’den gelen 6 delikanlı vardı. Bu altı delikanlı Efendimiz’e hemen iman edip, İslam dinini tebliğ için bir yıl müsaade istediler. Yirmi beş yaşındaki Esad b. Zürâre öncülüğünde bir yıl boyunca Yesrib’de iman mücadelesi verip İslam’ın tohumlarını ekmeye başladılar. İşte bu gençler sayesinde Müslüman olan Hz. Ubâde, İkinci Akabe Biatı’nda yer almış, Efendimizin (sav) Yesrib’de İslam’ı tebliğ ve temsil etmeleri için seçtiği 12 Nakib arasına girmiştir. Hz. Ubâde, Efendimiz Medine’ye hicret edene kadar üzerine düşen bu zor sorumluluğu layıkıyla yerine getirmişti. Birçok Yesribli Hz. Ubâde sayesinde iman ederek İslam’a hizmet etmeye başlamıştı. Hicretten sonra Yesrib’i Medine’ye çeviren Efendimizin (sav) daima yanında yer alarak gelen vahiyleri tek tek ezberleme fırsatı bulmuş ve ensarın 5 hafızından biri olmuştu. Ensardan kardeşi de kendisi gibi feraset ve basiret sahibi olan Ebu Mersed (r.a) idi.
Peygamber Efendimizin (sav) yakın talebelerinden olan Hz. Ubâde, Peygamberimiz (sav) tarafından inşa ettirilen Suffa Mektebi’nin ilk öğretmenlerinden biri olmuş ve burada başta Kur’an olmak üzere Efendimiz’den öğrendiği ilimleri buradaki talebelere öğretmiştir. Yani Hz. Ubâde Suffa Mektebi’nin hem talebesi hem de muallimidir. İlmi, irfanı, adaleti, ahlakı, siyaset ilmini, insanlığın huzuru için, ümmet için yaşamayı bizzat Efendimizden (sav) öğrenmiştir. Böylelikle; ilk 20 fakih sahabeden biri olmuş ve her birinden ayrı bir ders çıkarmamız gereken birbirinden kıymetli 181 hadis aktarmıştır. Hz. Ubâde, ilim erbabı olduğu kadar gerektiğinde Cihad Meydanı’nın da yiğit neferlerinden biriydi. Başta Bedir, Uhud, Hendek, Tebük ve Mekke’nin fethi olmak üzere bütün gazvelerde yerini almış ve tamamında önemli bir rol oynamıştır. Aralarında eskiye dayanan bir sulh olmasına rağmen ‘Benim dostum Allah Rasulü ve ona itaat eden kişilerdir!’ diyerek Medine Vesikası’na uymayan Ben-i Kaynuka Yahudilerinin Medine civarından uzaklaştırılması görevini hiç tereddüt etmeden üstlenmiştir. Hz. Ebubekir (r.a) döneminde de durum çok farklı değildir. Birçok zorlu görevde akla gelen ilk isimlerden biri Hz. Ubâde olmuştur. Halife Hz. Ebubekir’in Heraclius‘a tebliğ mektubunu getiren Hz. Ubâde, elçilik görevi vesilesiyle bugünkü İstanbul topraklarına ayak basan ilk sahabe olma özelliğini taşımaktadır.
Darusselam’a Doğru
Bildiğimiz gibi İslam toprakları en fazla Hz. Ömer (ra) döneminde genişlemiştir. Hz. Ubâde, İslam topraklarına yeni katılan bu coğrafyalarda gerek asker olarak gerek muallim veya kadı olarak çeşitli görevler yapmıştır. Hz. Ömer de Efendimiz (sav) ve Hz. Ebubekir gibi Hz. Ubade’ye çok güvenirdi. Nitekim Hz. Ömer’in, Dımaşk Emiri’nin talebi üzerine Suriye halkına Kur’an-ı öğretmesi için gönderdiği 3 muallimden biri de O’dur. Hz. Ubâde, Suriye Valisi Muaviye ile birlikte Bizans topraklarına gerçekleştirdikleri bir sefer esnasında ticari bir meselede Hz. Muaviye’nin faiz sayması gereken malları faiz saymayarak adil davranmadığını fark etmiştir. Hz. Ubâde bin Sâbit’in uyarısı neticesinde Muaviye sinirlenerek bu uyarıyı dikkate almayıp kendi bildiğini yapmıştır.
Seferin ardından Hz. Ubâde Medine’ye dönmüştür. Halife Hz. Ömer (ra), Ubâde’ye kendisi gibi insanların bulunmadığı yerlerin hayırsız topraklar sayılacağını söyleyerek onun burada ne işi olduğunu sorar. Hz. Ubâde, Muaviye ile aralarında geçen tatsız durumu Halife’ye izah edince Halife buna sinirlenmiş ve kendisinin haklı olduğunu söyleyerek onu geri göndermiştir. Ardından Hz. Ömer (ra) Muaviye’ye mektup yazarak Hz. Ubâde ile ihtilâf ettikleri konuda Hz. Ubâde’nin haklı olduğunu belirterek onun görüşünü uygulamasını ister ve kendisinin Hz. Ubâde üzerinde otorite kullanmaya kalkışmamasını emreder. (İbn Mâce, “Sünnet”, 2). Sonrasında Hz. Muaviye ile aralarında zaman zaman başka anlaşmazlıklar da görülmüştür. Bu uyuşmazlıkların çoğunda, Hz. Muaviye Hz. Ubâde’nin itirazında haklı olduğunu ve hüküm verme hususunda kendisinden daha adil olduğunu itiraf etmiştir. (Taberânî, VIII, 133)
Kudüs’e Vali ve Kadı Olması
Yukarıda beyan ettiğimiz üzere Hz. Ömer (r.a) Kudüs’ü fethettikten sonra buraya fakih sahabelerden olması hasebiyle Hz. Ubâde bin Sâmit’i (r.a) idareci (Vali-Kadı) olarak görevlendirmiştir. Halife her valiye olduğu gibi Hz. Ubâde’ye de özel nasihatlerde bulunmuştur. Bu nasihatler özellikle bugün için bizlerin kulak verip üzerinde tefekkür etmemiz gereken hususlardır. Hz. Ömer (r.a)’ın söz konusu nasihatleri şöyledir:
“Asla kapıcın olmayacak. Halkla arana mesafe koymayacaksın. Ey Ubâde! Öyle bir topraktasın ki, onlarca Peygamberin ayak izi var burada. Öyle bir beldedesin ki Peygamberin daima hayırla yâd ettiği bir şehirdir burası. Öyle bir topraktasın ki, Efendimizin (sav) Cenab-ı Hak ile buluştuğu ve burada kılınan bir namazın 500 vakit sevap insana kazandırır diyerek müjdelediği bir topraktır burası.”
Son olarak Hz. Ömer (r.a) kim olursa olsun daima adalet ile hükmetmesi gerektiğini hatırlatarak onu vazifesiyle baş başa bırakmıştır.
Cihat meydanlarının yiğit cengâveri Hz. Ubâde (r.a), burada da duramamış, bir gün Halifeye mektup yazarak cihat meydanlarına dönmek istediğini arz etmiştir. Halifeden izin aldıktan sonra uzunca bir müddet cihat meydanlarında iman mücadelesi vermiştir. Hicretin 34. yılında (72 yaşında) tekrar Kudüs’e dönmüştür. Döndüğü yıl vefat edeceğini hissetmiş ve oğlu Velid’i yanına çağırarak ona şöyle buyurmuştur:
“Oğlum! İmanın lezzetini tatmak, ilmin özü olan hakikate ulaşmak için, kaderin, hayır ve şerrine inan.” der. Oğlu: ‘Babacığım! Kaderin hayır ve şerrini nasıl anlayabilirim?’ diye sorunca, Hz. Ubâde (ra): “Sana gelmeyenin sana isabet etmeyeceğine, sana isabet edenin de muhakkak sana geleceğine inanırsın.” diye cevap verir.
Sonra oğlu Velid’e tüm eş, dost ve akrabalarını yanına çağırmasını söyler. Herkes başucuna toplanınca Hz. Ubâde, Peygamberimizden (sav) öğrendiği adalet ve İslam toprakları en fazla Hz. Ömer (r.a) döneminde genişlemiştir. Hz. Ubâde, İslam topraklarına yeni katılan bu coğrafyalarda gerek asker olarak gerek muallim veya kadı olarak çeşitli görevler yapmıştır. Hz. Ömer (r.a) de Efendimiz (sav) ve Hz. Ebubekir gibi Hz. Ubade’ye çok güvenirdi. Terbiye gereğince tek tek herkesten helallik alır. “Hakkı bende olan varsa buyursun kısas yapalım, malı bende olan varsa gelsin benden istesin; beni dostumun yanına Allah’ın huzuruna üzerinde hak kalmış birisi olarak göndermeyin.” diye beyanatta bulunur. Bunun üzerine oradaki herkes haklarını helal eder. Hz. Ubâde (r.a) o yıl vefat eder. Kabri bugün Mescid-i Aksa’nın hemen dibinde bulunan Babü’rrahme (Rahmet Kapısı) Mezarlığı’ndadır. Sırtını Mescid-i Aksa’ya yaslamış ve adeta haykırırcasına “Biz burada olduğumuz sürece burayı yıkamazsınız.” diyerek bugün dahi oranın muhafızlığını üstlenmektedir.
Netice
Yazımızı Hz. Ubâde (r.a)’nin hayatından ders çıkarıp kendi hayatımıza tatbik ettirme konusunda önemli gördüğümüz hususları belirterek neticelendirelim.
- Hz. Ubâde (ra) için olduğu gibi bizim de Kur’an kaynağımız, sünnet ırmağımız, cihat arzumuz olmalı. Tabi bu cihadı bugün fiili olarak gerçekleştirme imkanımız olmayabilir. Bizim cihadımız çağın en büyük silahı ve Hz. Peygamberimizin (sav) bizlere mirası olan ilim olmalıdır. Önce kendimiz Hz. Ubâde (r.a) gibi alanımızın en iyisi olarak yetiştirmeli sonra da bildiklerimizle Kudüs’ün fethine mazhar olacak gençleri yetiştirmeliyiz. Tıpkı Hz. Ubâde gibi, hem talebe hem muallim olmalıyız.
- Hem yaşadığımız hem de bize emanet olarak bırakılan toprakların Yesrib olmasına (Yahudileştirilmesine) rıza göstermemeliyiz. Bunun için tebliğ ve davet sorumluluğumuzun farkına varmalı, bulunduğumuz coğrafyayı Medine yapmak için çalışmalıyız. Unutmamalıyız ki, biz Müslüman olarak nerede olursak olalım tebliğ ve davet ile daima mükellefiz.
- Kadere iman, Allah’ın her şeyi bir ölçü üzere bir denge üzere yaratmasına ve hiçbir şeyin ondan habersiz olmamasına iman etmektir. Bilmeliyiz ki beşer zulmeder, Kader “Adalet” eder. Allah’ın adaletine teslim olmalıyız ki, hem Hududullah’a yani İslam’ın bize çizdiği sınırlara hem de Hukukullah’a yani Allah’ın emir ve yasaklarına riayet edebilelim. Nitekim bu ilke, Hz. Ubâde’nin hayatının en önemli prensiplerinden biri olmuştur.
Ne yazık ki, bugün Filistin toprakları başta olmak üzere İslam coğrafyasında adaletin yerini zulüm, merhametin yerini gaddarlık almıştır. Çünkü biz Kur’an-ı Kerim’i ve Efendimizin (sav) hayatını sadece okumakla yetiniyoruz. Kendi hayatımıza tatbik etme hususunda eksik kalıyoruz. Böylece “Nasılsanız öyle yönetilirsiniz.” kaidesi gereğince halkın çoğunluğu Müslüman olan devletler bile bugün adaleti tesis edemiyor. Ayrıca adaletin bizden uzaklaştığını düşünüyoruz. Halbuki adalet bizden imtina etmiyor; biz adaletli davranmaktan imtina ediyoruz. Adalet hususunda Hz. Ali’nin (r.a) şu cümlesiyle yazımızı nihayete erdirelim.
“Devletin dini adalettir. Adaleti olmayan devlet zaten dinsizdir!”