Küllerinden Doğan Şehir: Dresden
Almanya’nın doğusundaki Saksonya eyaletinin başkenti olan Dresden, Çek Cumhuriyeti sınırında bulunuyor. Hatta Çek Cumhuriyeti’nin başkenti olan Prag’a, Berlin’den daha yakın olduğu için, “Buraya kadar gelmişken Prag’a gitmemek ayıp olur.” demeden edemiyor insan. Almanya’nın en büyük on şehrinden biri olan Dresden, gerek iklimi gerekse mimarisi nedeniyle uzun yıllar “Elbe’nin Floransa’sı” olarak anılmış. 18.yüzyılın başlarında Saksonya Kralı olan August der Starke (Güçlü August), Avrupa’nın birçok yerinden gelen müzisyenleri, mimarları ve ressamları Dresden’de toplamış. Bunun neticesinde her ne kadar çeşitli yıkımlar yaşansa da, hâlâ şehirde mevcudiyetini sürdüren büyüleyici bir mimari ortaya çıkmış.
Ne yazık ki şehir, II. Dünya Savaşı’nın son günlerinde büyük bir yıkıma maruz kalmış. Şehrin dörtte üçü tarumar olmuş. Ancak 1990 yılında, Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesinden sonra, Dresden aslına uygun olarak restore edilmiş ve hem kültürel hem de mimari açıdan tekrar eski güzel günlerine geri döndürülmüş.
Şehir, Altstadt (eski şehir) ve Neustadt (yeni şehir) olarak ikiye ayrılıyor. Barok mimari örneği kilise, saraylar ve müzeler Altstadt kısmında yer alıyor.
Neresidir bu Dresden?
Hadi başlayalım…
Berlin’den Dresden’e normal hızda bir tren ile yaklaşık üç saat içerisinde ulaştım. Seyahat planımda hafta sonu Dresden-Prag gezisi yapmak olduğu için Dresden’de yalnızca bir gün geçirdim. Bence bu, genel olarak görülmesi gereken yerler için yeterli bir süreydi.
Tren istasyonundan, şehrin merkezine tramvayla yaklaşık 15 dakika içerisinde kolaylıkla ulaşım sağlanabiliyor.
Frauenkirche (Kadın Kilisesi)
Sokak aralarından yönümü bulmaya çalışırken şehrin en önemli iki kilisesinden biri olan Frauenkirche karşıladı beni.
Barışın simgesi olarak 1743’te inşa edilen kilise, II.Dünya Savaşı’nda bir enkaza dönüşmüş. Ancak sonrasında kelimenin tam anlamıyla küllerinden doğarak, 2005 yılında yeniden ibadete ve ziyarete açılmış.
Fürstenzug (Prensler Korteji)
Fraunkirche’ye yakın bir bölgede, Augustusstraße üzerinde Fürstenzung bulunuyor. 102 metre uzunluğundaki duvar resminde, Saksonya kraliyetinin yüzden fazla üyesi betimleniyor. Orijinali 19.yüzyılda boya ile yapılan eser, zarar görünce 1900’lerin başında 25.000 porselen ile tekrar resmedilmiş.
Schlossplatz (Kale Meydanı)
Fürstenzug boyunca ilerleyince, kendinizi bu enfes meydanda buluyorsunuz. Şehrin bir diğer önemli kilisesi olan Hofkirche ve önceleri parlamento binası olarak kullanılan Ständehaus gibi birçok önemli yapı bu meydanı süslüyor. Bu meydan, tüm turistik mekânların merkezinde bulunduğu için gün içinde epey kalabalık oluyor. Dolayısıyla tam anlamıyla meydanının idrakine varmak mümkün olamayabiliyor. Ancak Prag dönüşü tekrar bu meydana gelip, sessizliğin sesini dinlerken anladım: Ne derece ilmek ilmek işlenmiş bir emek ve estetik ile muhatap olduğumu ve “altı üstü bir yapı işte” deyip geçemeyeceğimi…
Zwinger (Kale avlusu)
Yukarıda sözünü ettiğim Kral August, bu bölgeyi oluşturmak için farklı bölgelerden gelen sanatçılardan tabir yerindeyse küçük bir ordu kurmuş. Yaklaşık yirmi yıllık emeğin sonucunda bu devasa alan ortaya çıkmış. İçerisinde Gemäldegalerie Alte Meister gibi önemli müzelerin, sarayların ve bahçelerin bulunduğu bu yapıyı hakkını vererek gezmek isteyen birinin, gününün yarısını burada geçireceğini rahatlıkla söyleyebilirim.
Residenzschloss
Dresden’in en önemli mekânlarından biri olan bu sarayda, dünyanın değişik bölgelerine ait sanat koleksiyonları bulunuyor. Türckische Cammer adı verilen bölümünde ise Osmanlı Dönemi’ne ait çadırlar, giysiler, sancaklar vb. sergileniyor.
Rivayete göre Osmanlı sanatına ve yaşantısına ilgi duyan Kral August, bu sarayda Osmanlı geceleri düzenlermiş. O gecelerde Osmanlı’ya ait kıyafetlerin giyilmesini istermiş.
Augustusbrücke (August Köprüsü)
Schlossplatz’ın hemen önünde, Elbe Nehri’nin üzerinde Dresden’in yeni ve eski kısımlarını birbirine bağlayan bu köprü bulunuyor. Köprüyü yürüyerek ya da tramvayla geçmek mümkün.
Brühlsche Terrasse (Brühl Terası)
Bu terasa çıktığınızda bir taraftan Elbe Nehri ve nehri süsleyen köprüyü, diğer taraftan da barok ve klasisizm tarzlarındaki muhteşem yapıları temaşa edebilirsiniz.
Şehrin geneline hâkim olan bu terasta, gün içerisinde turist yoğunluğundan dolayı oturmak ve tefekkür etmek için uygun bir yer bulmak zor olabiliyor. Ancak özellikle akşam vakti insanlar dağıldığında, bu mekân dinleyene çok şey söylüyor.
Neustadt
Şehrin Neustadt olarak adlandırılan yeni yerleşim yeri, birbirinden farklı modern binalara ve duvar resimlerine ev sahipliği yapıyor. Bunlardan en ilginci de Kunsthofpassage’daki, müzisyenlerin ve mimarların ortak tasarımı olan yağmur yağdığında müzik çaldığı söylenen bina.
MKEZ Moschee
Normal şartlarda evin dışında namaz kıldığımda özellikle bir mescit arayışına girmiyorum. “Yeryüzü mescittir” diyerek bulduğum en uygun mekâna seccademi sererek o mekânı kendime mescit ediniyorum.
Ama Dresden’de özellikle bir mescit aradım. Çünkü Dresden’de aşırı sağcı denilen ırkçı bir zihniyetin var olduğuna dair söylentiler duymuştum. Böyle bir yerde Müslümanların durumunu ve yaşantılarını özellikle merak etmiştim. Nitekim arayışlarım sonucunda küçük ve bir o kadar da işlevsel olan bu mescidi buldum. (Sonrasında daha büyük bir caminin olduğunu da öğrendim.) Avlusunda küçük bir çay bahçesinin bulunduğu bu mescitte, çeşitli yaş gruplarına yönelik çalışmalar da yapılıyor. Mescit ayrıca, Avrupa genelindeki camilerde olduğu gibi, civardaki Müslümanlar için günün her saatinde buluşma noktası olma özelliğini taşıyor.
Şehri gezmeye ara verip bu mescitte biraz zaman geçirdiğimde şunun şükrünü ederken buldum kendimi: “Onca farklılığın ortasında, her şey sana, sende onlara yabancıyken; senden olan, seni sana hatırlatan bir mekân ve barındırdığı insanlar ne büyük bir esenlik ne kutlu bir müjde!”
Her daim yolda olmak, yolcu kalmak duası ile…
” كُنْ في الدُّنْيا كأَنَّكَ غريبٌ، أَو عَابِر سبيلٍ”
“Dünyada sanki bir garip veya bir yolcu gibi ol”
(Buhârî, Rikak 3. Ayrıca bk. Tirmizî, Zühd 25; İbni Mâce, Zühd 3)