Rasim Özdenören – Kuyu
Yedi Güzel Adam isimlerinden, Türk öykü ve deneme yazarı olan Rasim Özdenören’in Kuyu isimli eseri üzerine duracağız. 1999 yılında çıkan bu kitap, nefs sorgulaması yaparak bireyin yalnızlıkla ve toplumla iç içe geçtiği dönemlerinde nefsin yaptıklarına kılıf bularak kendini her daim haklı bulma kavgasını ele alıyor. Nefis yoluyla düştüğü kuyudan kurtulmak isteyen bireyin ağırlıklarını bırakması gerekiyor; bu ağırlıkta üstelik nefisten başkası değildir. Türk insanını ve toplumunu yerli bir konuşma üslubuyla aktarıldığı hikayede kendimizi sorgulamanın içerisinde buluyoruz.
Yola çıkmış bir adamın tren istasyonunda durması ile yeniden bir trene binmesi arasında geçen kısacık bir zamanda, zamanın genişlemesi ve nefsiyle baş başa yarenlik etmesi konu ediniyor. Eser boyunca dil ve üslup Rasim Özdenören’e has bir işçilikle, yaşamın en ücra, en tekinsiz köşelerinde kalan, dile getirilmediği için var olmadığını varsayabileceğimiz bir alana dair körlüğümüze perde aralıyor.
Diyor ki ; “Yolculuğun içinde bulunan kimse, kendisi bir iş yapmamış bile olsa, sırf o yolculuğun içine girmiş olmak, onu bir iş yapıyor izlenimine ulaştırıyor: insan, böyle şeylerle kendini oyalayabiliyor.”
Nefis bedensel ve akılla idrak edilebilenle yol alacağını düşünürken; yine nefsin terbiyesi, dünyevi aşk aracılığıyla ilahi aşka doğru evrilişini gösteriyor. Tüm kapılarda gösterilen; görmek isteyene Allah celle celalühünün yansımasını iletme görevi taşıdığını aktarıyor.
“Aşk, yani ıstırap. Bu pörsümüş sözcükler, şimdi ona ne anlatıyordu?”
Kişi girdiği bu yol içerisinde düz bir şeritte kendinden bir o kadar emin, şaşmayacağını düşündüğü sırada tökezliyor ve gençlik ve ateş hissi veren bu yaşın ıstırabının aşka çıktığını vurgulanıyor. Aşkı görünen bir haz malzemesi olarak tüketmek ve içinde bulunduğu hali/halleri kendi şahsına yakıştıramamın verdiği duygular onu yol içinde/ yola sürüklüyor.
“Devinen pıhtılaşmış kan akan kan ölüm ve aşk yani hayat/bir yerlere gitmek amacını şaşırmadan gerçeklik duygusunu yitirmeden gitmek durmamacasına gitmek/bir anın içine sıkıştırabileceği hayatı buydu işte.”
Metaforlar eser içerisinde; köpek, türbe, cami gibi yer değiştiriyor ve cisim üzerinden nefsiyle olan muhabbeti ve münakaşası başlıyor. Düştüğü kuyudan çıkması için omuzlarına yüklediği ağırlıkları bırakması isteniyor. İletişim ve uyum yoluyla bir insana kendini aktarma şeklinden dem vuruyor; henüz kendisini bile anlayamamışken bir başkasına nasıl bir ayna yansıtacaktır?
“Güzel, arı, arınmış, berrak bir yüz vardı orada, karşısında. Böyle bir yüzden yalan sadır olmaz, diye geçirdi içinden. İçinde, nedense ve birdenbire bir ölüm uykusu yekindi, “ben ”diye kendini düşündü ve bilinçsizce “ben öldü” dedi ve bunun ne demek olduğunu kendine sordu.”
Hakikatin aramakla bulunmayacağı ancak bulanların hakkı arayanlar olduğu tekrarlanıyor, düşmek ve kalkmak, vicdan sorgusu ve gözyaşlarıyla yıkanan pişmanlıklar hepsinin insanın doğal bir parçası, hepsinin yol üzerinde istikameti sağlama çabasının dile getirilişi aktarılıyor.
“Burası neresi? Bunu kim anlayabilir? Kim bilebilir? –gökyüzünde bir bataklık: evrenin ilençlenmiş bir bölgesi.. yeryüzünden izler taşımasına karşılık yeryüzünde olmayan bir yer. Yerle gök arasında. Belki yerin içlerinde iç derinlerinde diplerinde.”
Alıntılar ile Rasim Özdenören hikayesinin tasvirini verebiliyoruz zira yazar andan ana bizleri götürerek yolun hep devam ettiğini sayfalar arasında da hatırlamayı sürdürüyor.
“Ama bu evin insanları birbirine neyle bağlıydı, pamuk ipliği bile olsa sonunda bir bağdı, onun kimseyle böyle bir bağı olmamıştı, kendini bildi bileli bağsız, bağımsız, daha isabetli söylenirse başıboş olmakla özgür olmak arasında bir fark bulunması gerektiğini düşündüğü de olmadı değildi, işte böyle, yani gidiyordu, yürüyordu.”
Bu kısacık öykünün sayfalarında gezinirken, birbiriyle ilintili, görünen ve algılanan arasında yaşanan olayların, kendi hayatımıza anlamlı bir arayış için kapı olmasını diliyoruz. Kitaplara yolculuğunuz daim olsun.
“Artık ne ileri gidebiliyor ne geri
Kendisiyle başbaşa
Kendisi: yani ruhu: vicdanı
İçinde bulunduğu ortam korkunç olmaktan daha ötede daha başka
Ağrıyan bedeni değil ruhu
Sızlayan
Ne ileri gidebiliyor ne geri
..
Ateş bunun yanında kurtuluştur
Derken
Ayağının dibinde yükselen bir ateş
Alev
..
Her yerde kendisiyle
Etekleri tutuşmuş kendisiyle
Başbaşa
Artık kıskıvrak yakalanmıştır
Kendisi tarafından
Nereye kaçsa-kaçabilse
İmdat!”