RöportajKuzey Makedonya

Leyla Şerif Emin: Kalemi İle Balkanlara Can Katan Biri

Söyleşimizin bugünkü konuğu şair Leyla Şerif Emin. Balkanlarda doğup büyümüş, kalemi Türkçeden ayrılmamış kalbi edebiyatla atan bir kadın yazar. Rumeli hikayesini ondan dinleyerek tanışalım.

Röportajımıza geçmeden önce bize kendinizi takdim eder misiniz?

Leyla Şerif Emin. 1981’de Makedonya’nın Üsküp şehrinde doğdu. İlk ve orta öğrenimini Üsküp’te tamamladı. Üsküp, Aziz Kiril ve Metodiy Üniversitesi’nin Filoloji fakültesinde, Türk Dili ve Edebiyat bölümünden mezun oldu. Kalkandelen Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nin Şarkiyat bölümünde yüksek yapmakta. Kalkandelen Üniversitesi Felsefe Fakültesi’nde Şarkiyat bölümünde ve Uluslararası Balkan Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği bölümünde öğretim görevlisi olarak sözlü ve yazılı anlatım derslerine girdi. Üsküp’te 2002 yılından itibaren yayımlanan Köprü, Kültür Sanat ve Edebiyat dergisi çıkarmaya başladı ve genel yayın yönetmenliğini yapmaktadır. 2016 yılından itibaren Gerçek Hayat dergisi Üsküp Mektupları köşesinde her hafta köşe yazıları yazmaya başladı. Kosova’da yayımlanan Türkçem dergisinde ve bazı farklı dergilerde yazı ve şiirleri yayınlanmıştır. Makedonya Yazarlar Birliği üyesidir. Kuzey Makedonya Cumhuriyeti Ulaştırma Bakanlığında çalışmaktadır.

ESERLERİ: Üskübistan (2016), Bir Üsküp Masalı (2019), Kaybolmazsan Bu Şehir Hâlâ Senin (2021)

Sizi şiir yazmaya sevk eden en önemli sebep nedir? Süslü cümlelerle ilişkinizin olduğunu ilk ne zaman keşfettiniz?

Leyla Şerif Emin

80’li/90’lı yıllar ve o dönemin çocukluğu dediğimiz zaman insana ayrı bir duygu katıyor. Farklı bir nostaljik havası var. Bu, sanırım sadece Üsküp için geçerli değil; tüm dünya için bir dönemin sonu, yeni bir yüzyıla yaklaşırken o “eskiden farklıydı” dediğimiz zaman dilimi… Bazı şeyler orada kaldı. Teknolojinin günümüzde olan etkisine bakacak olursak o daha saf bir dünya olarak geride kaldı. Sanalın ya da günümüzde “sosyal medya” dediğimiz alemin olmadığı o dönemde bizim mahallemiz epey canlıydı. Sanal oyunların olmadığı onun yerine mahalle içinde sosyalleştiğimiz bir alan vardı. Üsküp’ün ara sokaklarında mahalleden mahalleye fark vardı tabii. Bizim mahalle Türklerin daha yoğun yaşadığı bir yerdi. Havası da farklıydı.

Bir çocuk masalı gibiydi. Evlerin etrafında tarihi Kurşunlu Han vardı, yüz metre ileride Üsküp Türk Çarşısının girişi, biraz daha yukarda Kale, minareli ya da minaresi ortadan yıkılmış tarihi camilerin olduğu, her evin avlusu ve meyve veren ağaçlı bahçesi, yanda meyve-sebze satılan Bit Pazarı, tam ortaya kurulmuş Halklar Tiyatrosunun binası vs… Böyle bir ortamda yetişen çocuklardık. Haliyle her yeri kendi oyun alanımıza uyarlıyorduk. Yarısı yıkılmış minareden etrafı gözlerken nöbette duran bir askeri oynuyorduk. Kale’ye giden yokuştan kış günü kızaklarımızla çıkıyor, Kurşunlu Han’ın duvarlarına varana kadar yarışıyorduk. Sadece birkaç duvarı kalmış türbeler vardı. Onlar hakkında çeşitli efsaneler söylenirdi. Bazı çocuklar üstüne bir şeyler daha katıp korku hikâyelerine dönüştürürdü, sonra oradan geçerken korkudan içimizden onlarca dua ederdik. Elmalı şeker yapan kadın üst mahallede otururdu, onun evi yokuşa doğruydu ama bir çırpıda çıkardık. Tiyatro binasının olduğu alan çok genişti. Avlusunda tüm gün oyun oynadığımızı hatırlıyorum. Saat Kule’nin içini merak eder, küçük kapısını aralıklı görsek tahta merdivenlerden yukarı çıkmaya çalışırdık. Kurşunlu Han’ın içini kapı aralıklarından gözlerdik. Karnımız acıktığında pazara koşar labirent gibi olan o ortamda “meyvenin tadına bakabilir miyim?” oyunu oynardık.

Çarşının ara sokaklarında saklambaç oynamak en sevdiğimiz oyundu. Bizim oyun alanımız Dükkancık Camii’nden başlar Taş Köprü’ye kadar uzanırdı. Bizden önceki kuşak Vardar’ı plaj gibi kullanmış ama bizim dönemde artık plaj yoktu. Bizler farkında olmadan Üsküp bizim ruhumuza dokunuyordu. Sanki tüm bu tarihi yapılar ceplerinde türlü şekerleri olan yaşlı birer dede gibiydi. Onların dizinde büyüdüm. Benim için hepsi birer şiirmiş aslında, kalemime dokunan birer duygu daha o zamanda yoğrulmaya başlamış gönlümde. Etrafı analiz eden bir çocuktum. Çok konuşmaz içine kapanmış ama hep bir izin peşinden gidip mucize bekleyen bir çocuktum. Masalların diyarı hep renkli gelmiştir bana. Dinlemeyi çok seviyordum. Doğayı, etrafı, yaşlıları, masalları dinleyen biriydim. Tüm bunlar beni zamanla yazı sanatına yönlendirdi. Resim de keza ama zamanla kalem daha çok oturdu yüreğime. Resmetmek gibi bir şeydi.

Hatırladığınız ilk şiir anınız nedir?

İlk şiirlerimi yazdığım defteri hâlâ saklarım aslında ama yayınlanan şiirlerim yine çocukluğuma denk gelir. 1992-93 yılında o zaman çıkan Birlik gazetesinde sizden gelenler kısmı vardı. Arada sırada oraya şiir gönderir, yayınlanmasını dört gözle beklerdik. Maalesef ki orada yayınlanan ilk şiirlerim Bosna Savaşı konuluydu. Bir çocuğun ilk yazdığı şiirlerin konusu savaş olması biraz üzücü tabii ama insan şahit olduğu şeylere karşı çocuk da olsa sessiz kalamıyormuş demek. O şiirleri de kesip defterimde saklamışım. İlerleyen zamanlarda ise üniversitede öğrenciyken bir festival düzenlenmişti. O festivalin içinde de şiir yarışmasına yer verilmişti. Annem ısrar etti, katılmamı çok istedi bana moral verdi. O dönemde Yahya Kemal Beyatlı’nın Gençliğim Çocukluğum İlk Siyasi ve Edebi Hatıralarım kitabını okuyordum.  O kitap beni çok etkilemişti. İçinde sanki geçmişi yaşıyordum, yüz yıl öncesini şehrimde canlandırıyordum. Doğduğu evin evimin tam karşısında olduğunu öğrendiğimde çok heyecanlanmış, onun hatıralarında şehrim yeniden eskiye gidiyor çocukluğumdan izler de onu takip ediyordu adeta. Resimlerden Çıkan Sen Miydin? diye bir şiir kaleme aldım. Şairi yeniden şehri ile şiirde buluşturmaya çalıştım. O şiir ile de yarışmaya katıldım. Şiir birinciliğe layık görüldüğünde ise beni yeniden şiir ateşi sarmıştı. Daha çok yazmaya ve okumaya başladım. O şiir aslında benim peşimi bırakmadı. Kaybolan Şehir şiiri de beni bu şehir için yazmaya hep teşvik etti.

Şiir durup dururken yazılan bir şey değildir. Size şiir yazdıran şeyler nelerdir? Yanınızda mutlaka kalem-kâğıdın olması, yağmurun yağması, bir müziğin çalması, pencere başında bir çiçeğin izlenmesi veya Balkan insanının kendisi gibi ritüelleriniz, ilham kaynaklarınız var mı?

Leyla Şerif Emin

İkinci sorunuza verdiğim cevabın içinde saklı bunun cevabı. Çocukluğum bir masal diyarında geçti. Gençliğim tuhaf bir koşturmaca içinde geçti. Yazdığım şiirler bazen bir masal bazen bir “can kırığı” taşıyor bu nedenle. Bazen de sırtıma yüklenmiş han duvarları olduğunu hissediyorum. Haliyle yoruluyoruz. Yorulunca da şiir yazıyorum galiba. Şiir böyle anlarda bir kurtarıcı gibi geliyor. Deneme yazmayı da seviyorum. Oradaki alan daha geniş ama böyle bir koşu içinde hikâye de roman da olmalı diyorum. Belki bir gün…

Fazla aktif olmanın verdiği dezavantajı yaşıyorum sonra. Bir anda kendimi bir miting meydanında bayrak sallarken buluyorum. Bazen gençlerle kalabalık bir otobüsün içindeyim. Taş olsa çatlar dediğim zamanlar oldu bu şehirde. Ama bendeki taş çatlayınca şiir oluyor. Estetik kaygısına bakmıyorum sadece bu şehri ve benim değerlerimin sesi oluyor.  Bu şehrin taşları şiirimin mısralarına tutunuyor. Bir kuyudan ağır bir yük çekiyormuşum gibi hissediyorum. Bakın soru şiir olunca bile bir anda duygularım açık bir kapı bulmuş gibi yer arıyor kendine… Ritüeller gerekmiyor, bir Rumeli türküsü, bir duygu yükü, göğsün ortasında bir sızı, toprak kokusu ile ardından dökülen mısralar oluyor. Balkan insanı ne yapar, yanına bir kahve alır tabii, yeşilliklere dalar, dağlara bakar benim de kahvesiz yazdığım yazı yoktur sanırım…

Balkan demişken, K.Makedonya’da çağdaş Türk Edebiyatında Yugoslavya döneminde yetişen en önemli kadın şair Cevahir Selimdir. Hoş, bugün Balkanlarda şiir mevzubahis olduğunda isminizin öne çıkması bizim için bir gurur. Oralarda öncü olmanız konusunda sizi takip edenlere ne söylemek istersiniz?

Balkan kadını içine kapanık bir kadındır. Aslında kim bilir daha kaç kadın şair vardır da bizler bilmiyoruz. Tabii Yugoslavya döneminden önce de yazan kadınlar varmış. O dönemde de yazanlar olmuş. Bazen bizden büyük şiir yazmış kadınlarla denk geldiğimde “neden yayınlamadınız” sorusunu soruyorum. Bir çekince ya da isteksizlik seziyorum. Gerçi bana kalsa belki ben de saklanmış defterlerde karalamaya çalışan biri olarak kalırdım. Etkin faaliyetler içinde olunca ayrı bir cesaret geliyor insana. Sosyal faaliyetler içinde olmak insanı daha aktif olmaya sevk ediyor. Bu konuda hem gençlere hem de yeni yazmaya başlamış olanlara hem de kenarda köşede şiirler biriktirenlere söyleyecek birkaç sözüm var elbette.

Kadın toplumu inşa eder. Anne şefkati apayrıdır zaten.  Zaman isteyen işler hiç bitmez, çocukların yaramazlıkları ise onlar da bitmez, düğün dernekler de, evin işleri de. Ses olmak istiyorsanız biraz daha fedakârlık gerektiriyor. Bazı şeyler tam olmaz yarım kalır ama eğer birilerine dokunabilirseniz cümlelerinizle yarım kalsın bazı şeyler. Toplum sizin evhamlılığınıza değil, kurabileceğiniz doğru cümlelere bakar. Kendi çocuğunuza verebileceğiniz nasihatleri tüm çocuklara verebilirsiniz. Hikâye, eski masallar, şiirler bazen de roman olabilir yazdıklarınız. Bundan çekinmesinler. Eğer yetenekleri varsa peşlerinden gitsinler…

Anladığım ve gördüğüm kadarıyla kaleme baş koymuş birisiniz. Bu uğurda “Benden sonra bayrağı birilerine teslim etmeliyim.” diyerek, kalemini güçlendirmesi ve şiir ile Balkanlarda yeni bir ses oluşturması için yetiştirdiğiniz birileri var mı?

Sosyal faaliyetler içindeyken bizim hocamız hep “ben merkezli değil biz merkezli düşünün” derdi. Bunun anlamını biz hiç kaybetmedik. Kim kimi yetiştirdi, kim kime yol gösterdi diye bakmadan dergi etrafında toplanan hepimiz birbirimizi destekledik. Zamanla yazmayı bırakanlar oldu, yazmaya devam edenler de oldu.  Dergi içinde zaten her zaman yeni kalemlere yer var. Özellikle amacımız zaten daha çok kalemlerin yetişmesiydi.  Dergi bu görevi devraldı. Yayınlanan yazılardan sonra yeni yazanlar da kendilerini zamanla geliştirdi. “Ben” demek istemem ama Köprü dergisi devamlı yeni kalemler yetiştirmeye çalıştı. Onlar bazen bize danıştı, muhabbet etti, bazen de kendilerini bu edebiyatın dünyasına attılar. Son birkaç yıl ise derneğimiz bünyesinde Köprü Gençlik Okulu projesinin bir atölyesi de edebiyat oldu. Bu edebiyat atölyesine gelen gençler ile ilgilenmeye çalışıyor. Haftada bir edebiyat özerine konuşuyoruz. Yazı yazma yetenekleri olanlar zaten hemen buluyor bizi, onları yüreklendirmeye çalışıyoruz. Nerede olursa olsun nasıl olursa olsun yeter ki daha çok kalemler yetişsin istiyoruz. Bir olursak sesimiz daha gür çıkar. Bizden sonra gelenlere de yol olmuş oluruz. Ne demişler söz uçar yazı kalır.

Şiirin birey ve toplum ile olan ilişkisine nasıl bakıyorsunuz? Şiirlerinizde okuyucunun bağ kuracağı ortak paydalar var. Örneğin; Ayvar, Üsküp, Balkan soğuğu… Bunlar orada yaşamaktan kaynaklı doğrudan kendiliğinden mi çıkıyor yoksa bunun ayarlamasını önceden yapıyor musunuz?

Leyla Şerif Emin

Başta şunu söylemekte yarar var. Bizler Türkiye’yi her şekilde takip ediyoruz. Oradaki yazarları çıkan yeni kitapları, özellikle teknolojinin ve sosyal medyanın bu kadar aktif olduğu bir dönemde bu takip ve kültürel alışverişin olmaması imkansız. Genelde bazen uluslararası şiir şölenleri olduğunda her ülkeden katılan şair ve yazarlar ile tanışma fırsatımız oluyor. Tabii o süre içinde bizler kendimizi ne kadar anlatabiliriz bilemiyorum ama en azından güzel bir mozaik oluyor. Bazen bu gibi toplantılarda ortak ne gibi çalışmalar yapabiliriz diye görüşüyoruz. Buna benzer programları biz kendi şehirlerimizde de yapmaya çalışıyoruz. Bir ağ oluşuyor sonra kendiliğinden. Bunun daha da geliştirilmesi gerek. Türkçe yazan ve Türkiye’nin sınırları dışında kalan şehirlerde yaşayanlar için bu önemli. Bizler Yahya Kemal Beyatlı’nın dediği Türkçenin çekilmediği yerler vatandır cümlesinin daha sağlam desteklenmesi için bu takip ve kültürel alışverişi önemsiyoruz. Bu kültürel bağın güçlü olması için herkes kendi kültüründen bir şeyler katmalı. Biz Balkanlı yazarlar genelde gittiğimiz yerlere kendi kültürümüzü de tanıtmayı severiz. Doğru olan da budur. Öyle bir coğrafya var ki herkes farklı bir renk ama hep birlikte çok güzel bir mozaik oluyoruz. Haliyle beni en çok mutlu eden de Balkanlar’ın kokusunu yaymak oluyor. Yazdıklarım da bu şekilde oluyor, ayrı bir keyif veriyor. İçimden gelen bir şey bu. Acaba bugün hangi huyumuzu, hangi geleneğimizi, hangi kelimelerimizi anlatayım dediğim oluyor. Bizim yerel halkın da benimsediği bu yönde oluyor. Her  bölgenin yazarı yaşadığı yerin aynası olmalı. Yazarla beraber şehirleri de ünlenmiş oluyor. Kurgulanan bir şey değil bendeki tamamen içsel ve keyfi bir durum.

Özelde Üsküp genelde tüm Rumeli coğrafyasında şiire olan ilgi ne düzeyde? Hem kadim gelenekte hem de günümüzde şiir hak ettiği değerini bu topraklarda buluyor mu?

Milletimiz şair bir millet aslında. Bu bölgeler eskiden de çok şair yetiştirmiş. Türkçemiz de buna çok müsait. Divan edebiyatında da bu bölgelerden çıkmış nice şairler vardır. Günümüzde ise durum biraz daha farklı. Bu, sadece bizde değil genel olarak dünyada edebiyatın okları düşüşte. Bu hayatımızda olan değişikliklerle ilişkili. Herkesin elinde telefon, hayal kurmak yorucu olmaya başladı. Elinde tüm bilgilere kolay ulaşıyorsunuz artık. Bu da okumayı azaltıyor. Bazen kitap okurken bile arama tuşunu aradığımız oluyor. Bir bilgiye ulaşmak için tüm kitabı okuduğumuz zamanlardan bilgisayarlara en kısa yolla bilgilere nasıl ulaşabilirizin yolunu arıyoruz. Az okumak da az yazmayı getiriyor önümüze. Şiir de bundan payını almış oluyor. Ne kadar kısa o kadar güzel. Sosyal medyada bir fotoğraf paylaşmak istediğimizde afili bir cümle yazmak için internette arama tuşundan hazır cümleler buluyor gençler ama yine de bunun olumlu bir tarafı var. Şiire daha kolay ulaşıyorlar. Sevdikleri cümleleri takip ediyor şairlere ulaşabiliyorlar. Kendilerinden birini bulduklarında ise ilgileri artıyor. Bu biraz da topluma bağlı. Şiir, iyilik gibi bulaşıcıdır iyilik de edebiyat da. Bu ilginin artması için şiiri daha çok toplumla buluşturmalıyız. Okuyucu kendini bulmak istiyor şiirin içinde. Hazır mesajlardan uzaklaşır kendi içimizden gelenleri yazarsak daha güzel olur. Yine de ümit varım ben…

Goethe: “Şiir gökyüzüne çizilmiş resimdir.” diyor ve şiirin edebiyat dışında da bir yansıması olduğunu söylemiş oluyor. Şiirin edebiyat türleri arasından hallice özellikle Balkan hayatına yansımasını nasıl değerlendirirsiniz?

Balkanlar’da şiir dağlara çizilmiş bir resimdir diyelim. İç hazinesini mısralarla dökmeye çalışan kocaman bir dağ. Bir türkü bazen içinden geçerken maziyi önüne seren. Bazen de bir mani, geleneksel motiflerle işlenmiş. Yörüklerin fistanlarına yansıyan çiçeklerdir şiir. Bazen de bir kör kurşun. Sevginin ve nefretin ortasına oturup tüm milletleri bağlamaya çalışan bir urgan. Bir düğünde davulun sesidir, bir evde sofalıkta kurulan sofradır. Sokaktaki çeşmelerin hayrına yapıldığı sudur bazen. Buralarda ilhamsız kalmak imkânsızdır. Yeter ki içinizde şehrinize yansıtacağınız cümleler biriktirin. Toplantılarda bir mesele anlatan yaşlıların merhametini gözlemleyin. Eski bir hatırada bir tren rayında yansımasını izleyin. Bir caminin kubbelerinden akar. Bir kilisenin çan sesine karışır. Bir minare gibi kalem olur gökyüzüne uzanır. Her daim yazacak bir şeyler vardır mutlaka…

Şiir ile geleceğe umut vaat ediyorum diyebilir misiniz? “Şiir, umut, gelecek” üçlemesini yan yanan koyup Balkanlar adına son olarak ne söylemek istersiniz?

Şiir varsa umut vardır. Kalem varsa yazılacak çok şey daha vardır. Bir bölgede yaşıyorsun ve varoluş kavgası veriyorsan bu keyfi olmaktan da çıkar mecburi bir hâl alır. Biz umut etmeye mecburuz, biz yazmaya da mecburuz. Geleceğimiz güzel olsun istiyorsak, bu topraklarda varlığımızı geleceğe taşımak istiyorsak umut etmeliyiz hep ve yazmalıyız.  Yazdıklarımız az, yazacaklarımız daha çoksa hele bitmemiş meselelerimiz de olduğuna göre ister şiir ile ister öykü ile kalemlerimiz ile mücadele etmek zorundayız. Dilimiz vatanımızdır!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu