Grup Yürüyüş’ün Solisti Mehmet Ali Aslan ile Röportaj
Kimimiz duamızla, kimimiz kalemimizle, kimimiz de notalarımızla… Yapacak çok iş, gidilecek çok yol var. İslam’a hizmet yolunda nağmeleriyle, hem gönüllere hem de zihinlere hitap etmeyi seçmiş, Grup Yürüyüş’ün solisti Mehmet Ali Aslan’a çevirdik bugün mikrofonumuzu. Keyifli okumalar, dinlemeler…
Öncelikle siz ve Grup Yürüyüş hakkında kısa bir bilgi almak isteriz.
İskenderun doğumluyum. Üniversite tahsili için 1998’de İstanbul’a geldim. Atanamayan öğretmenim 🙂 Uzunca bir süredir Haksöz dergisinin editörlüğünü yapıyorum. 28 Şubat sürecine denk gelen üniversite yıllarımda gitar öğrenmeye başladım. Başörtüsü ve İslam coğrafyasındaki gündemlerle ilgili yapılan etkinliklerde marşlar ezgiler söyledim. Grup Yürüyüş’ün hikâyesi de o yıllarda başlar. Aynı öğrenci evini paylaştığımız arkadaşlarla bir süre miting ve eylemlerde marşlar söyledikten sonra 2004 yılında grubu kurduk. Meydanlardan yükselen çığlığı müzikal bir formda sunmaya gayret etti Grup Yürüyüş. Yanı sıra albümler yaptı, yerel-küresel gündemlerle ilgili eserler yayınladı, birçok şehirde konser yaptı. Bugüne kadar Grup Yürüyüş adıyla yayınlanmış 4 albüme ve birçok single esere imza attı. Bununla birlikte benim solo olarak yayınladığım iki albümüm var.
Tarih bölümünden mezun olduğunuzu duymuştuk. Fakat şimdi musiki ile ilgileniyorsunuz. Cihad yolunda neden musiki, neden gitar?
Müziğe başlamam aslında planlı değildi. Biraz spontane gelişti süreç. Özel arkadaş ortamlarında söylediğimiz ezgileri-marşları okulda yaptığımız eylemlerde de söyleme konusunda yapılan ısrarların etkisi var bunda. Müziğin gücünü bizzat yaşayarak keşfetmiş olduk aslında. Kendi söylemlerimizi, iletmek istediğimiz mesajı daha etkili, kulağa güzel gelen, estetik bir formda sunmak için bir zemin olarak değerlendirdik müziği. İnsanın güzel olan her şeye olduğu gibi güzel sese ve nağmelere olan eğilimi fıtridir. Sadece akla değil aynı zamanda kalbe seslenme imkânı vardı müzikte. Doğaçlama gelişen süreç bu felsefi arka plan eşliğinde bizi kurumsallaşmaya götürdü. Kendi mücadelemizi, kendi hislerimizi, kendi yaşadıklarımızı; özcesi kendi hikâyemizi sanatın gücünden istifade ederek anlatma kaygısı bizi musikiye yönlendirdi.
28 Şubat süreciydi ve daha çok protest kimlikli şarkılar, marşlar söylüyorduk. Ben aynı zamanda söylediğim için hem eşlik enstrümanı olması hem de o günkü aktivizmi iyi ifade edeceği düşüncesiyle gitar öğrenmeye başlamıştım. Bugün için konuşacak olsak belki başka bir enstrüman seçmem de mümkün olabilirdi.
Bazı ezgilerinizi belli bir konu üzerine yazdığınızı görüyoruz. (Örneğin Mavi Marmara, Ayasofya, Esma vb.) Ezgi yazmak için araştırma yapmaya ihtiyacımız olur mu? Acaba okuduğunuz bölümün burada size faydası olmuş mudur?
Kendi yazdığım eserlerde belli bir konu/kişi üzerinde çalışıyorsam tabi ki bilgi toparlama ihtiyacı hissediyorum. Mümkün olduğunca o hadiseyi/kişiyi ifade eden en iyi sözcüklere/cümlelere eserin sözlerinde yer verebilmek için bu kaçınılmaz bir gereklilik. Kendimi bir tarihçi, araştırmacı kişi olarak görmüyorum ama bir konuda bir şey yazacaksam eğer elimde o konu hakkında malumat olmalı diye düşünürüm. Okuduğum bölümün mutlaka katkısı olmuştur. Ama çok yoğun ve hareketli günlerdi. Bundan sebep dersleri pek az takip edebildim maalesef. Haliyle bağımsız okumaların ve gündemi, yerel ya da küresel ve bilhassa İslam coğrafyasını takip etmemin ve tabi ki birlikte olduğum arkadaşlarla yaptığım çalışmaların, başta Ali Emre olmak üzere kimi şarkıların sözlerini yazan ağabeylerin/kardeşlerin katkısı sanırım daha çok olmuştur.
Ezgileriniz dinî içerikli olduğu için sadece muhafazakâr gençler tarafından mı teveccüh buluyor yoksa diğer camialarda da ses getiriyor mu?
Dünya çapında dinlenmiyoruz maalesef. Daha çok Müslümanların gündemini, çalışmalarını takip eden kitleye hitap ediyoruz. Zaman zaman farklı çevrelerden ya da yanlışlıkla sayfamıza gelenlerden olumlu tepkiler aldığımız da oluyor ama bunlar istisnai tepkiler.
Yeni çıkardığınız ezgilerle 15-20 sene önce çıkardığınız ezgiler arasında fark var mı, varsa neler?
Sizce? Bizce yok. Çünkü kaygılarımız değişmedi. En azından öyle düşünüyorum. Teknik bazı detaylar ya da farklı müzikal tınılar, arayışlar muhakkak vardır ama öz itibariyle çizgimizi muhafaza ettiğimizi düşünüyorum.
Çıktığınız bu müzik yolculuğunda yaşadığınız ilginç bir anı var mı?
Aslında çok var. Ama birinden bahsedeyim. Güneydoğu’da güzel bir şehrimizde konser öncesi bir mollayı/seydayı ziyaret ettik. Belki önce müzisyen oluşumuzdan ötürü çok ciddiye almadı ama sonra İslami hassasiyetlerimizi fark edince uzunca bir muhabbet ettik. Nihayetinde müzikle ilgili olumsuz kanaatini değiştiremedik ama ısrarımızla akşamki konserimizi -kenardan da olsa- gelip izleme sözü verdi. Velhasıl, biz konseri verdik. Muhtemelen gelmemiştir diye düşünmüştüm ki sahneden inince yanımıza geldi. Gözleri parlıyordu: “Siz muazzam bir iş yapıyorsunuz. Âlimlerin suskunluğunu da düşündüğümüzde bu haliyle siz kesinlikle çok hayırlı bir iş yapıyorsunuz.” dedi ve bir güzel kucaklaştık.
Musiki kültürünün hızla değiştiği bu zamanlarda sizin yolunuzdan yürüyen gençlere önerileriniz nedir? Heyecanlarını nasıl diri tutmalılar?
Yetenek emek ile buluşunca ortaya bir değer çıkar. Bu yüzden yeteneği olan gençlerin o yeteneklerini emekle beslemeleri gerekir. Sadece musiki için söylemiyorum elbet. Sanatın her dalında; şiir, edebiyat, tezhip, hat, sinema, tiyatro, resim vs. yetenekli gençlerin varlığı sözümüzün gücüne değer katar. Bunun için sanata eğilimi ve yeteneği olanlar bunu mutlaka ilimle beslemeli ve yeteneklerini geliştirmelidirler. Heyecan için arayışa girmeye gerek yok. Bizler Müslümanız. Bakın ümmet coğrafyasına. Her yanda direniş, her yanda mücadele, her yanda azim, sebat, irade… Bizi başka ne heyecanlandırabilir ki? Bu ümmetin bir ferdi olmak yeter de artar bile. O vakit ümmet bilincini her daim diri tutacak salih amelleri, iyilikleri, güzellikleri çoğaltmayı asli görev edinmeli.