Bi' Âlim Hikâyesi

Mustafa Âsım Köksal: Peygamberi Yazmak İçin Yaşamak

Açıklama Bölümü

Mustafa Asım Köksal rahmetullahi aleyh (d. 1913 – v. 1998) İslam tarihi ve siyer alanındaki çalışmaları ve yazdığı kitaplarla tanınmış yazar ve tarihçidir. Osmanlı ilim geleneğinden günümüze miras kalan İslami ilim geleneğinin son temsilcilerindendir. İmkansızlıklar sebebiyle eğitim hayatını ilerletememiş, çoğunlukla kendi imkanlarıyla ilim öğrenmiştir. Buna rağmen dünya çapında şöhret bulan, yıllardır Müslümanların nasiplendiği nice eserler kaleme almıştır. Emekli olduğu 1964 yılına kadar Diyanet İşleri bünyesinde evrak kitabeti memurluğu, yayın müdürlüğü gibi görevlerde bulunmuştur. Asıl öne çıktığı saha ise siyer ve İslam tarihi yazarlığıdır. 

Safahat’tan etkilenerek 1927’den itibaren dinî manzumeler yazmaya başlayan Asım Köksal daha sonra ilmî çalışmalara yönelmiştir. Çalışmalarının büyük bölümünü Hz. Peygamber (s.a.v) dönemine ayırmış, anlatımda kısaltma yoluna gitmeyi uygun görmemiş, kaynaklarda kısa geçilmiş konuları ayrıntılı biçimde incelemeyi tercih etmiştir. 

Bu gayretli ve hakka karşı istekli âlimin en meşhur eseri 18 ciltlik İslam Tarihi’dir. Günümüzde pek çok siyer okuyucusunun da göz bebeği olan bu eser için 30 yılını masa başında, kütüphane duvarları arasında geçirmiştir. Kendi otobiyografisinde bile en çok bu eseri yazdığı yıllara değinmiş; böylece bir ilim yolcusuna gayretin, azmin, titizliğin nişanını göstermek istemiştir. 

Bu hikâyemizde bu güzide âlimimizin hayatından İstiklal Şairi Mehmet Akif Ersoy ile de buluşan narin bir kesitini göreceğiz. Adeta Hz. Muhammed (s.a.v)’in yaşamını yazmak için yaşayan bir yazarın masa başına konuk olacağız… 

Mustafa Âsım Köksal
Mustafa Âsım Köksal

Hikaye Bölümü

Diyanet İşleri’nin genç kâtiplerinden Asım Efendi’ye bir gün, 1936 senesinin ilkyaz günlerine yarışan nadide bir havadis ulaştı. Nasıl nadide olmasın? Uzun sürgün yıllarını söndürerek vatanına dönüyordu ya İstiklal Şairi… Vatanını ne de özlemişti! Asım Efendi heyecan içinde bu havadisi amirleriyle paylaştı ve içinden yüksek sesle nida etti: “Onu kesin görmeliyim! Bu fırsat bir daha ele geçmez!” 

Mehmet Akif Ersoy döndü dönmesine lakin oldukça bitkin, bir o kadar yorgun ve ziyadesiyle de hasta idi. Tedavi görmek adına İstanbul’a gelmişti. Genç Asım onunla ilgili ayrıntılı malumat alamıyordu fakat her fırsatta onu ziyaret etmek için uygun vakit kolluyordu. 

Gel zaman git zaman aradan aylar geçti, mevsim yazdan sonbahara, oradan da kışa döndü derken Asım Efendi yola revan olmaya niyet aldı. “Gün bu gündür, artık ne olursa olsun birkaç dakika da olsa göreyim…” 

Lakin kader kitabına bu iki zat-ı muhteremin dünya yüzüyle görüşmeleri yazılmamıştı. Ömrü kalemle, yazmakla geçen İstiklal Şairi’nin ömrü; Aralık’ın son günlerinde nihayete erdi. Genç Asım’a ise henüz yola çıkamadan varacağı yerden haber geldi. Bu havadis onu bir hayli üzmüş, derinden sarsmıştı. “Ne diye daha çevik davranmadım da daha evvel yola çıkmadım sanki!” 

Mehmet Akif Ersoy
Mehmet Akif Ersoy

Aradan geçen zamanda gazete haberlerine baktığı bir vakitte Mehmet Akif’le yapılmış bir röportaja rast geldi. Dikkatini ilgiyle yazının bulunduğu sayfalara yönelten genç kâtip, bir ara İstiklal Şairi’nin söylediği şu sözlere takılı kaldı: “Eğer Allah nasip eder de kurtulursam, Peygamberimizin hayatını Haccetü’l-Vedâ adlı bir eserle nazmedeceğim…”

O günün geri kalanında bu cümleyi defaatle tekrar etti; işinin arasında, paydosta, eve giderken, yemek yerken ve ahir hep bu demeci düşündü. “Demek ki bu muhterem şairin son isteği Rasûlullah aleyhisselam’ı yazmak idi lakin Hak Teâla bu vazifeyi ona nasip etmedi… Yaşamının sonunda istediği bu iş yarım mı kalmalı? Yoksa bir başka yazar bu vazifeye yaşamını mı adamalı?” 

Haftalar haftaları, aylar ayları kovaladı. Asım Efendi memuriyet görevinden artakalan zamanlarda kütüphanelerde, arşivlerde büyük bir araştırma işine girişti. Hemen sonra fark ettiği şey ise Mehmet Akif’in bu son arzusunun aslında ne kadar yerinde olduğuydu çünkü siyer alanında Türkçe’de verilmiş neredeyse hiçbir eser yoktu! Bu; Osmanlı, Selçuklu gibi Rasulullah’ın yolunu yol bilmiş bir geçmişe sahip olan bir millete hiç yakışmıyordu. Bu halde hemen niyet aldı genç kâtip ve büyük bir titizlikle ilk eserini “Peygamberimiz” adıyla yayımlatmaya muvaffak olduğu 1944 yılına kadar her saatini bu işe adadı. 

Bu ilk ve önemli adımın arkası kesilmeyecekti elbette. O vakitten sonra ardı ardına eserler telif etmeye devam etti. Ta ki bu görevi yaşamının nihai amacı olarak göreceği o meşum kitapla buluşana kadar… İtalyan oryantalist Caetani’nin Peygamber Efendimiz’e yönelik iftira, hakaret ve türlü yalanlarla döşediği on ciltlik kitabı İslam dünyasını bir kara bulut gibi kaplamıştı. İslam Tarihi adıyla elden ele, kütüphaneden kütüphaneye, alimden hocaya, hocadan talebeye dolaşan bu eseri çarçabuk inceledi. Sinirini de öfkesini de doğru alana yöneltti ve: “Öyle bir eser kaleme almalıyım ki bu yalanlar silsilesine sille atıp devirsin, hak ile döşenen sayfalar batılın tayfalarına galip gelsin…”

İslam Tarihi
İslam Tarihi

Bu oryantaliste sövmeye bile kaybedecek vakti olmadığına kani olan Asım Efendi; emekliliğinin de gelmesini fırsat bilerek evinde, masasının başına çekildi ve yirmi üç sene sürecek olan İslam Tarihi serüvenini başlattı. O, ileride kendisini “Peygamber Efendimiz aleyhisselam’ın hayatını en geniş, en mevsuk bir tarzda yazmak, aynı zamanda İslam düşmanlarının türlü isnat ve iftiralarını inceleyip reddetmek için yirmi beş yılını harcamış ve daha fazlasını da harcamayı göze almış bir kimse.” olarak tanıtmanın hakkını verdi.  

Gün oldu en az on iki saati masa başında geçti; gün oldu bir olayı detaylandırmak için aylarca peşinden koştu. Bayram oldu, ev ahalisi, mahalleliler, akrabalar ve diğerleri neşeyle bayramlaşıp sohbet ederken o; ne aralık bulsa kalemi, kâğıdı eline aldı. Çoluğu, çocuğu, eşi, torunları onu masasına, iskemlesine bağımlı buldu. Ne o onları görebildi, ne de onlar Asım Efendi’yi… 

Peki, neydi onu böylesine dünyadan tecrit eden mühim vazife? Gerçekten bu kadar mühim miydi ki, çevresindeki sesleri, konuşmaları dahi duymayacak kadar kendisini vermişti? Ne görmüş, ne okumuş, ne yazmıştı ki; gördüğü, okuduğu, yazdığı şeyler yaşamının nihai gayesi oluvermişti… Sadece İstiklal Şairi’nin son arzusu muydu yerine getirilmesi gereken? Ona içten içe verdiği bir söz müydü onu bu kadar gayrete iten? 

Hayır. Belli ki bunlar değildi asıl sebep… Yirmi üç yılda inip tamamlanmış, yirmi üç yılda peygamberinin yaşamında hayat bulup canlanmış İslam gibi, o da yirmi üç yılda peygamberin İslami yaşamında hayat bulmuştu. Bundan gayrısı, gezmek, gülmek, yemek, içmek, aile, akraba, eğlence… Hepsi, hepsi birer seraptan ibaretti artık. O; yazmaya niyetlendiği eserde kendini ve aslını bulmuş, yaşarken yazmış, yazarken yaşamıştı… 

Mustafa Asım Köksal, her bir zerresinden vererek vücuda getirdiği bu eseriyle, kıyamete kadar yaşamıyla tüm insanlığa numune teşkil eden o yüce Peygamber’le yaşamış, her okuyanı da bu en yüce yaşama davet etmişti… 

Kaynakça

Köksal, Cüneyd Asım. Mustafa Asım Köksal – Hayatı, Hatıraları, Eserleri. İstanbul. Ketebe Yayınları, 2020.

Kaynak
İslam&İhsan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu