Osmanlı’da Ramazan
On bir ay boyunca hasretle beklenen Ramazan ayının gelmesiyle Osmanlı’da devlet ricalinden tebaaya büyük bir neşe ve sevinç hâkim olurdu. Herkes tarafından Ramazan-ı Şerife özel bir ehemmiyet verilir, bu mübarek ay en güzel şekilde geçirilmek üzere toplumda diğer aylarda görülmeyen bir hareketlilik ve coşku meydana gelirdi. Bu ayda herkes hal hareketine daha çok özen gösterir, daha çok hayır hasenat yapmaya gayret ederdi. Ramazan ayında cemiyette yardımlaşma ve dayanışmanın arttığı, birlik, beraberlik ve kardeşlik duygularının pekiştiği manevi bir atmosfer oluşurdu. Öyle ki Osmanlı topraklarında gözlemledikleri Ramazan ayını yabancı seyyahlar “Bu ne hoş bir aydır, konukseverlik, hoşgörü ve bereket ayıdır.” şeklinde ifade etmişlerdir. Osmanlı’da Ramazan tıpkı özel bir misafir gibi bir ay boyunca en güzel şekilde ağırlanmaya çalışılır, hoşnut ederek ve hoşnut olarak uğurlanırdı.
Hilal Göründü
Hilal görüldü mü asılırdı Süleymaniye’ye mahyalar ve anlaşılırdı ki herkesin beklediği o mübarek misafir gelmiş. İşte böylece başlardı Osmanlı’nın Ramazan’ı. Osmanlı’da hilali gözlemlemek için görevli kimseler olur, bu kimseler şehrin büyük bir tepesine çıkar ve Ramazan hilalini gözlemeye başlardı. Bununla birlikte halktan da isteyen kişiler bu görevi gerçekleştirebiliyordu. Ramazan hilalini gören kimse kadıya gider, kadı kendisiyle birlikte iki de şahit göstermesini isterdi. Şahitlerin de ikrarıyla önce İstanbul kadısı Şeyhülislam’a durumu bildirir, ardından Şeyhülislam Sadrazama haber ederdi, Sadrazam da haberi alır almaz Padişaha arz ederdi. Padişahın durumu öğrenmesiyle birlikte mahyacılar harekete geçirilir, derhal Selatin camilere mahyaları asarlardı. Halk camilerin kandillerle, mahyalarla süslendiği gördü mü anlardı ki mübarek Ramazan-ı Şerif teşrif etmiş.
Ramazan’a Özel Tenbihname
Ramazan-ı şerifin huzur içinde geçirilebilmesi için padişah tarafından bazı tenbihnameler yayınlanırdı. Hükümet tarafından alınan kararların halka bildirilmesi için mahalle imamlarına haber edilir, bekçiler akşam ezanından önce “tenbih var, camiye buyurun!” diyerek tüm mahalleleri dolaşırdı. Tenbihnameler dini, iktisadi, sosyal alanda çeşitli konuları ihtiva ederdi. Ramazan ayına hürmetin bir gereği olarak mahallelerin, dükkanların ve evlerin her zamankinden daha temiz olması tembihlenir, “Temizlik imandandır.” düsturunca kirli olan yerlerin temiz ve pak hale getirilmesi istenirdi. Bunun dışında akşamları eğlencelere katılanların edebe aykırı davranışlarda bulunmaması, akşam 11’den sonra herkesin evine çekilmesi ve hiç kimsenin geceleri fenersiz dolaşmaması gibi birtakım hususlar da tenbihnamelerde yerini alırdı.
Uyulması Gereken Bazı Tenbihler
Çarşı ve pazarlarda devletin belirlediği fiyatın üzerinde mal satmak da yasaklanır, Ramazan’da pişirilecek ekmeklerin itinalı olması da ayrıca tenbihlenirdi. Osmanlı’da Ramazan ekmeğine özel bir önem verilirdi. Ekmeğin has undan ve pişkin yapılması gerekirdi, bu yüzden Ramazan’dan önce ekmeğin numunesi padişah tarafından incelenir, şayet padişah ekmeği beğenirse onaylardı. Ekmek padişahın belirlediği bu numuneye göre pişirilmeliydi.
Ramazan ayında Müslümanların içki içmeleri ve meyhanelerde bulunmaları da yasaktı. Müslümanlar meyhanelerde ya da sokakta sarhoş vaziyette yakalanırsa çok ağır cezalar alırlardı. Özrü olanlar dışında herkesin oruç tutması beklenir, mazeretinden dolayı tutamayanların ise herkesin görebileceği şekilde yiyip, içmemeleri gerekirdi. Bununla beraber Osmanlı toplumunda gayri müslimler dahi oruç tutanlara saygılı davranmış, açıktan yememeye özen göstermiştir. Ramazan ayında daha çok halkın içine karışan padişah zaman zaman tehbihlere uyulup uyulmadığını kontrol etme maksadıyla tebdil-i kıyafet ile çarşı, pazarlarda, sokaklarda dolaşır, bizzat kendisi durumu teftiş ederdi.
Ramazan’ın İlk Günü
Ramazan’ın ilk günü tüm devlet daireleri tatil edilir, resmî gazeteler de basılmazdı. Sonraki günler de sırayla memurlar işlerine gitmeye başlardı. Ramazan ayının kışa denk geldiği dönemlerde ise resmî kurumlar yalnızca gece açık olurdu. Akşama doğru sokaklar hareketlenir, mahallerden sakalar, turşucular, ciğerciler geçmeye başlar, fırınların önünde yumurtalı, susamlı, sıcak pide almak isteyenlerin kalabalığı olurdu. İftar vakti yaklaşınca caminin kandilleri yanar, vaktin girdiğini haber etmek için atılacak top hazırlanırdı. İftar ve sahur vakitlerinde top atma adeti Sultan III. Mustafa zamanında sürekli hale gelmiş, ilk Ramazan topu ise Anadolu Hisarı’nda atılmıştı. İlerleyen zamanda Tophane-i Amire kurulmuş ve Topçu Alayı oluşturulmuştur.
Ramazan Davulcusu
Osmanlı’da Ramazan’ın önemli unsurlarından biri de Ramazan davulcusuydu. Dönemin şartlarından dolayı insanların sahura kalkabilmeleri için davul çalma adeti ortaya çıkmıştı. Bekçiler veya özel olarak tutulan davulcular mahalle mahalle gezerek maniler eşliğinde davullar çalar, insanları sahur için uyandırırdı. Davulcular sahur vaktini duyurmanın yanında Ramazan’a neşe katan önemli bir unsurdu. Sahur zamanından başka iftardan sonra teravih namazına kadar olan sürede de davulcular kapı kapı dolaşır, maniler söyler, genç, yaşlı, çoluk, çocuk herkesi eğlendirir, bahşiş ve çeşitli hediyeler alırlardı.
İftar Davetleri
Ramazan’ı yardımlaşma, dayanışma, paylaşma ayı olarak gören Osmanlı’da iftar davetlerine ayrıca ehemmiyet verilirdi. Sadrazam, şeyhülislam gibi devlet ricalinin konaklarında verdiği iftar davetlerinin yanında, varlıklı kimseler de hanelerinin kapısını iftar davetleri için açardı. Bu davetlerde zengin, fakir her kesimden insan bulunurdu. Davet edilen misafirler dışında dileyen herkes gelip, konuk olabilirdi. O kadar ki gelenlerin Müslüman olup olmadığına dahi bakılmazdı.
İftar davetinin ardından ev sahibi konuklarına kadife keselerde özel hediyeler verirdi. “Diş kirası” adını alan bu adet ev sahibi tarafından bir nevi konukların dişlerini kendi yemekleri için kiralaması olarak görülür ve bu hediyelerle kira bedeli ödenmiş olurdu. Asıl amaç ise kimseyi gücendirmeden, mahcup etmeden zarif bir şekilde ihtiyacı olanlara yardım etmekti. İftar davetinde bulunan kişi bazen bu kadife keselerin içine gümüş tabaklar, kehribar tespihler, oltu taşlı ağızlıklar koyar, bazen de gümüş akçe veya altın paralar yerleştirirdi. Devlet ricalinin ve eşraftan kimselerin verdiği iftar davetlerinin yanında Osmanlı halkı da iftar için hazırladıkları yemekleri muhakkak biraz fazla yapar, Tanrı misafiri olarak gelenleri sofralarında ağırlardı.
Teravih Namazı
İftarın ardından herkes ellerinde fenerlerle teravih namazı kılmak için camilerin yolunu tutardı. Osmanlı’da teravih namazı fasılalarla kılınır, her dört rekâttan sonra çeşitli makamlardan ilahiler okunurdu. İnsanlar camiden hoş sesli kârilerin okuduğu Kur’an-ı Kerimler, salavatlar ve ilahilerle gönülleri huzur ile dolarak, rahatlayarak ayrılırlardı. Camilerin dışında konaklarda ve evlerde de teravih namazı kılınırdı. Ramazan’dan evvel evlere teravih için fazladan seccadeler alınır, konaklara imam ve güzel sesli müezzinler getirilirdi. Konaklarda teravih namazından sonra tepsilerle şerbetler gelir, ardından kahveler içilirdi. Sarayda da teravih namazı kılınır, her terviha da Ramazan ilahileri ve salavatlar okunurdu. Sarayda kılınan bu teravihe “Enderun Teravihi” denilirdi.
Huzur Dersleri
Osmanlı’da Ramazan ayında birtakım dini ve ilmi ritüeller vardı. Bunların en önemlilerinden biri de “Huzur Dersleri” olarak anılan padişahın huzurunda yapılan tefsir dersleriydi. Bu derslerde dersi takip eden bir “Mukarrir” adı verilen alim ve “Talip” veya “Muhatap” isimli müzakereciler bulunurdu. Mukarrir ve muhatapların her ders için farklı kişilerden seçilmesi gerektiği gibi liyakatli olmalarına da ayrıca önem verilirdi. Dersler padişahın izni ile başlar, tamam işareti vermesiyle de dualarla son bulurdu. Osmanlı’da Ramazan’a özgü ilmi faaliyetlerden biri de üç ayların gelmesiyle medrese öğrencilerinin insanlara dini anlatmak üzere köylere gönderilmesiydi. “Cerre çıkmak” tabiri ile anılan bu uygulama ile köylüler dini bilgileri öğrenerek, maneviyatlarını güçlendirirken, talebelerde hocalık tecrübesi kazanmış olurdu.
Hırka-ı Saadet Alayı
Ramazan’ın on beşinci günü Topkapı Sarayı Emanet-i Mübareke dairesinde “Hırka-ı Saadet Alayı” düzenlenirdi. Bizzat padişahın da katıldığı törene herkes iştirak ettikten sonra Kur’an-ı Kerimler okunur, ardından padişah Hırka-i Şerifin bulunduğu sandukayı altın anahtarı ile açar ve Hz. Peygamber’e olan sevgi ve hürmetinin nişanesi olarak Hırka-i Şerifi yüzüne gözüne sürerdi. Padişahtan sonra diğer davetliler de ziyaretlerini yapar ve tören sona ererdi. Törenin ardından Padişahın yeniçerilere iltifatı olarak saraydan yeniçeri ocağına baklavalar gönderilirdi. Ramazan ayında yapılan mübarek ziyaretlerden bir diğeri Sakal-ı Şerif ziyaretleriydi. “Lıhye-i Saadet” olarak anılan Sakal-ı Şerifin her Ramazan ziyaret edilmesi Osmanlı döneminde bir adet halini almıştı. Minberin üstünde muhafaza edilen Sakal-ı Şerif bulunduğu yerden çıkarılır, mihrabın önünde yüksekçe bir masa üzerine konulur ve İmam Efendi ve mahallenin güzel sesli hafızlarının okuduğu Salatü Selamlarla ziyaret gerçekleştirilirdi.
Kardeşlik Ruhu
Ramazan ayında Osmanlı toplumunda yardımlaşma ve dayanışma duygusu artar, fakir fukara gözetilirdi. Yardımda bulunacak olanlar son derece nezaketli bir şekilde muhtaç olanları incitmeden hayırlarını yapar, fakirler de ihtiyacı kadarını alır, fazlasına el uzatmazdı. Zengin kimseler mahallerdeki bakkalları dolaşarak “Zimem defteri” adı verilen veresiye borçlarının kaydedildiği defterlerdeki bir sayfayı satın alır, borcu olan kişinin borcunu öderdi. Böylelikle borcu ödeyen kimin borcunu ödediği bilmezken, borcu ödenen de borcunun kimin tarafından ödendiğini bilmezdi.
Camilerin, bazı vakıf ve binaların pencere altlarında, duvar kenarlarında keselikler bulunur, hayır sahipleri keselere para koyar ve bu keseliklere bırakır, ihtiyacı olanlar keseleri kimin bıraktığı bilmeksizin alırdı. Bu keseliklerin bir benzeri de “Sadaka Taşları” idi. Genellikle cami avluları, tekke bahçeleri, vakıf binaları ve fakir semtlerde bulunan sadaka taşlarına ihtiyaç sahiplerinin göremeyeceği ya sabahın erken saatlerinde ya da gece vakti bir miktar para bırakılır, muhtaç olanlar buradan ihtiyacı kadar para alırdı. Halkın yaptığı yardımların yanında devlet de Ramazan ayında hazineden para yardımında bulunurdu. Devlet ricaline de maddi sıkıntı çekmemeleri ve daha fazla hayır hasenatta bulunmaları için “Ramazaniyye” adı verilen çift maaş verilirdi.
Ramazan’da Eğlence
Kendine has bir Ramazan medeniyeti ortaya koyan Osmanlı toplumu Ramazan ayına özel eğlenceler düzenleyerek, Ramazan’ı diğer aylardan daha renkli ve coşkulu bir hale getirmiştir. Öyle ki eğlenceler teravihten sonra başlar, sazlar, sözler, musikiler, gösteriler sahura kadar devam eder, Ramazan ayı adeta bir karnaval havasında geçerdi. Özellikle Direkler arası Ramazan eğlenceleriyle anılan önemli mekanlardan biriydi. Burada her türden musiki icra edilir, tiyatrolar oynanır, gösteriler sergilenirdi. Elbette Ramazan eğlencelerinin tek adresi Direkler arası değildi. Çeşitli semtlerde bulunan tulumbacı kahveleri, semai kahveleri halkın çokça teveccüh ettiği eğlence mekanlarıydı .Hacivat Karagöz, orta oyunu meddahlıkta çoluk, çocuk, genç, yaşlı toplumun her kesiminden insanın en keyifli Ramazan eğlencelerindendi.
Osmanlı’da şairler de Ramazan’ın manevi atmosferini şiirleriyle yansıtmışlar, bu mübarek ayı kaleme alan “Ramazaniyye” adı verilen şiirler kaleme almışlardı. Bu şiirlerde daha çok Ramazan’ın faziletleri, ibadetlerin sevabı, Osmanlı toplumunda Ramazan ayının nasıl geçtiği gibi konular işlenirdi. Enderunlu Fâzıl, Enderunlu Vâsıf, Şeyh Üftade, Bursalı İsmail Hakkı, Şeyh Galip, Nedim, Ramazaniyyeleri bulunan meşhur şairlerden bazılarıdır. Dilerseniz bir tanesiyle yazımızı sonlandıralım:
Kaynakça
- Bezci, Gül. Osmanlı Toplumunda Ramazan Kültürü. Kütahya: Dumlupınar Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2018.
- Yıldırım, Ertuğrul. Arşiv Belgelerinden Hareketle 18. Yüzyıl İstanbul’unda Ramazan. İstanbul: Marmara Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yüksek Lisans Tezi, 2013.
Tarihin tozlu sayfalarında kaybolmayı seven bir İslam Tarihi öğrencisiyim.