Prof. Dr. Süleyman Baki: İki Ülke Arasında Köprü Kuran Bir Dost
Röportajımızın bu ay ki serisinde Kuzey Makedonya’nın tanınan isimlerinden Prof, Dr. Süleyman Baki’yi ağırlıyoruz. Baki’nin Üsküp’ten Bursa’ya uzanan ilim yolculuğundan, iki ülke arasındaki dostane bağın geçmiş ve bugünkü yansımalarına kadar değindiğimiz röportajımızı sizlere sunmaktayız.
1.Kısaca Süleyman Baki’yi tanıyabilir miyiz?
K. Makedonya’nın başkenti Üsküp’te 1975 yılında doğdum. İlköğretimimi Üsküp’te anadilim Türkçe olarak tamamladım. Anne ve babamın hafız olmaları sebebiyle hafızlığa başladım fakat yarısına kadar geldiğimde 1990’da Bursa İ.H.L’ye kaydımı yaptırmak durumunda kaldım ve Türkiye maceram başladı. 1993 yılında Bursa İ.H.L’den mezun olduktan sonra Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni yabancı öğrenci sınavıyla kazanarak 1998’de fakülteden mezun oldum. Aynı yıl Bursa Uludağ Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Kelâm Anabilim Dalında Yüksek Lisansa başladım ve 2001 yılında Prof. Dr. Ahmed Saim Kılavuz hocamın danışmanlığında tezimi savundum. 2001 yılında Üsküp’e döndüm. 2002 yılında Ensar Derneği’ni arkadaşlarla birlikte kurduk. 2003 yılında Üsküp Türk Çarşısı’ndaki tarihi Murad Paşa Camii’nde Türkçe vaiz olarak tayin olundum. 2008-2012 yılları arasında iki dönem MATÜSİTEB (Makedonya Türk STK’ler Birliği) başkanlığı görevini deruhte ettim. 2012 yılında Üsküp Kiril Metodi Üniversitesi Milli Tarih Enstitüsü’nde Prof. Dr. Dragi Georgiev danışmanlığında Osmanlı Tarihi alanında doktoramı tamamladım. 2011 yılından itibaren Kalkandelen şehrindeki Tetova Devlet Üniversitesi’nde Şarkiyat (Doğu Dilleri) Bölümü’nde Osmanlıca ve Türk Edebiyatı hocası olarak Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü sorumlusu olarak görev yapmaktayım. Evli ve 3 çocuk babasıyım.
Yayımlanan eserlerim:
“Manastırlı İsmail Hakkı Kelâmî Görüşleri ve Telhîsu’l-Kelâm fî Berâhîni Akâidi’l-İslâm’ İsimli Eseri” Logos-A Yayınları, Üsküp, 2006.
“Üsküp Tarihi ve Civarı”, (Salih Asım Bey’in eserinin Osmanlıca Türkçesi’nden sadeleştirme), Rumeli Türkleri Vakfı Yay., İstanbul, 2004.
“Üsküp Tarihi ve Civarı”, (Salih Asım Bey’in eserinin Osmanlıca Türkçesi’nden sadeleştirme), Divan Yayıncılık, Üsküp, 2020.
2.Tahsil sürecinizi devam ettirmek için Türkiye’yi seçmenizin özel bir sebebi var mı?
Aile geleneği olarak hafız ve hocaların olduğu bir ailede büyüdüm. Dedelerim, hafız dayılarım, amcam, hafız olan babam ve merhume hafız annemin yıllarca evde ve camilerde dini hayatın yaşatılmasındaki mücadeleleri ve hizmetleri benim bu alanda yetişmeme ilham kaynağı oldu. Allah onlardan razı olsun binlerce…Bunun neticesinde Hanefî ekolün merkezi olan Türkiye’de İmam-Hatip okumam konusunda annem ve babamın teşvikiyle Türkiye’yi tercih ettim. İyi ki de İmam-hatipte okumuşum. Benim için bir gurur vesilesidir. Ayrıca anadilimde eğitim görme arzusu da Türkiye’de eğitime devam etmemde büyük rol oynamıştır.
3.Merhum Yahya Kemal, “Kaybolan Şehir” adlı şiirinde; “Üsküp ki Şar-dağ’ında devâmıydı Bursa’nın” der. Üsküp’te doğmuş, Bursa’da eğitim görmüş biri olarak iki şehir arasındaki ortak özellikleri özetle anlatabilir misiniz?
Üsküplü şair Yahya Kemal Beyatlı, Kaybolan Şehir isimli şiirinde Üsküp ve Bursa arasında benzerliğe dikkat çekiyor zaten. Uludağ ile Vodna dağı arasındaki benzerlik, havası suyu ve iklimi de benzer. Daha da önemlisi Üsküp’ün fethi Bursa, Osmanlı Devleti’nin payitahtı iken Yıldırım Beyazıt devrinde 1391’de gerçekleşmiştir. Bir manada Üsküp kadim şehir Bursa’dan manevî ve fetih anlamında el almıştır. Asırlardan beri zaten böyle bir benzerlik var. 16. asır Osmanlı ulemasından Şeyhülislam İbn-i Kemal olarak bilinen Kemalpaşazade(Üsküp İshakiye Medresesi’nde hocalık yapmıştır, 1505)de“Üsküp Burusa’nın Urumelisidir”diye Üsküp ile Bursa arasındaki benzerliğe atıfta bulunmuştur. Ailemizin köken itibariyle Bursa’dan Üsküp’e yerleşmiş Evlad-ı Fatihan’dan olması da belki beni Bursa’ya çekti. Bursa’nın tarihi dokusu, çarşısı, camileri ve diğer kültürel varlıkları ile kadim şehirlerden olan Üsküp’e bu anlamda benzerliği dikkat çekmektedir.
4.Ortak tarih hasebiyle Türkiye ve Balkanlar arasındaki sıkı bağ herkesin malûmu. Bu dostane tutumu nasıl değerlendirirsiniz?
Tarihten gelen bir kader birliği var. Bir kuşun iki kanadı olarak değerlendirmek gerekiyor. Osmanlı Devleti bir mânâda Balkan devletidir. Beş asırdan fazla Balkanlar’da ecdadın hizmetleri çok büyüktür. Beldelerin fethinden önce gönüllerin fethi ve İslamlaştırılması bunun bariz delildir. Balkanlarda birçok millet, kültür ve din hakimdir. Osmanlı Devleti bu konuda hassas davranmış, din ve vicdan hürriyetine önem vermiştir. Bu hassasiyet bugün de devam etmektedir. Türkiye’nin Balkanlar’a, Balkan ülkeleri ve milletlerinin de Türkiye’ye bakışı dostanedir. Karşılıksız ve geçmişe dayanan tarihi kader birliği bugün aynı minvalde devam etmektedir. 1990’ların başından itibaren Balkan ülkelerinin bağımsızlığa kavuşmalarından günümüze kadar hep aynı hassasiyetle devam etmektedir. Siyasî, kültürel ve akrabalık ilişkileri menfaatsiz ve dostane olmuştur. Makedonya, Bosna, Kosova, Karadağ, Bulgaristan, Sancak ve Batı Trakya’daki dindaş ve soydaşların varlığı ülkeler arasında tarihten gelen sorumlulukla birer köprü vazifesi görmektedir. Bu dostane tutumun her alanda devam etmesi elzemdir.
5.Anadolu ile Balkanlar arasındaki gönül köprüsünü ecdadımızdan miras olarak devraldık. Bu köprünün ayakta kalabilmesi için bugün Balkan coğrafyasında ne gibi mücadeleler veriliyor?
Tarihten gelen ortak yaşam kültürü başta olmak üzere tarihî mirasın varlığı bu coğrafyanın zenginlikleridir. Bu zenginliğe herkesin sahip çıkması gerekiyor. Ecdadın bıraktığı tarihî miras, (köprüler, hanlar, hamamlar, camiler, medreseler, saat kuleler, kiliseler) ortak kültürden bize kalan emanettir ve bu emanetlerin muhafaza edilmesi, gelecek asırlara taşınması önemlidir. Hatta Türkçe ve Türk kültürü bir emanettir. Diğer toplumların da kültürel zenginlikleri korunmalıdır. Bu kapsamda başta TİKA olmak üzere birçok kurum ve kuruluş yoğun gayret sarf etmektedir. Zira, bu coğrafya nazenin bir coğrafyadır ve ihmal edilmemesi lazımdır.
6.Balkanlarda beş asır hüküm sürmüş Osmanlı’dan günümüze ne gibi değişmeler yaşandı?En çok korunan miras hangisi?
Osmanlıdan günümüze gelen en önemli miras “birlikte yaşama ve hoşgörüdür”. Bu kültürün mayası Balkanlar’da vardır. Tarihte olduğu gibi zaman zaman buna sekte vurmaya çalışanlar olmuştur. Osmanlı’nın son döneminde yaşanan katliamlar, sürgünler, göçe zorlamalar ile 1990’ların ortasında Bosna ve Kosova’da yaşanan savaş katliamlardan ibret almak gerekir. Balkanlar nazik ve hassas bir coğrafyadır. Tarihte Balkanlarda barışın en uzun hâkim olduğu dönem Osmanlı dönemidir (Pax Ottomana). Bu mirasın yanında ses bayrağımız olan Türkçemiz de önemli bir mirastır. Bu miras birçok toplumda varlığını halen sürdürmektedir. Ayrıca tarihî eserlerin her biri de en nadide mirastır. Bu konuda savaşlar, kargaşalar, rejimlerin faşist tutum ve yıkımlarının verdiği tahribat çoktur. Amaç, Osmanlı ve İslâm izlerinin silinmesiydi elbette. Buna rağmen korunan miras kıymetlidir. Bu miras ortak mirastır ve bölgenin ortak zenginliğidir.
7.Peki, Balkan gençliğinin Osmanlıyı tanıma ve sahip çıkma düzeyi ne durumda?
Osmanlı yeterince tam manasıyla bilinmiyor. Komünist ve Şovenist rejimler bu konuda olumsuz bir görev îfâ ettiler ve Osmanlı kötü tanıtıldı maalesef. Osmanlı ve Türk düşmanlığı ekilmeye çalışıldı. Asıl hedef İslâm ve Müslümanlardı. Fakat son zamanlarda Osmanlı hakkında yeniden inceleme ve anlama konusunda bir uyanışın olduğunu görmekteyiz. Bu sahada daha çok objektif araştırma ve çalışmaların yapılması, eserlerin yayınlanması gerektiği kanaatindeyim.
8.Soğuk Savaş döneminde en çok başı ağrıyan bölgelerden biri Balkanlardı. Hürriyetine her türlü ket vurulmaya çalışan bu bölgenin bugünkü özgürlüğünü din bağlamında değerlendirmiş olursak, ne söylemek istersiniz?
Osmanlı Devleti’nin varlığının Balkanlar’da sona ermesinden sonra bölgede dini hayatı yaşamada zorlu dönemler oldu. Bilhassa Komünist rejimlerde bu had safhaya ulaştı. İdamlar, hapse atılmalar, yasaklar, medreselerin kapatılması, dinî değerlerin aşağılanması, cami ve medreselerin yıkılması ve kapatılması ve bilhassa göçe zorlamalar bu coğrafyanın mâkûs kaderidir. 1990’ların başından itibaren rejim değişiklikleriyle beraber bir yumuşama ve özgürleşme olduğunu görmekteyiz. Bu sevindirici bir durumdur. Bazı ülkelerde arzu edilen seviyede olmasa da genelde dinî hayatın yaşanmasında daha rahat bir sürece girilmiştir. Bu noktada K. Makedonya’daki durum bazı ülkelere kıyasla daha müspettir.
9.Azınlık olarak yaşamını sürdüren bölgedeki Türklerin anayasal hakları Balkan devletleri nezdinde yok hükmü mü güdüyor yoksa adalet yerini buluyor mu?
K. Makedonya ve Kosova’da Türklerin durumu diğer ülkelere kıyasla daha iyidir. Elbette yeterli değildir ama daha öndedir. Temennim diğer ülkelere de bu olumlu havanın yansımasıdır. Zaten AB norm ve yasaları bunu savunmaktadır. Şunu bilmek gerekir ki haklar verilmez alınır, haklarımızın alınması noktasında daha çok hukukî ve siyasî mücadele gerekir. Bunun için toplumların daha aktif, elbirliğiyle, planlı bir şekilde gayretli olmasında yarar görüyorum. Tıpkı Osmanlın dönemindeki gibi adalet anlayışının yeniden tesisi için bizim bir şeyler sunmamız gerekiyor. Zira, biz bir medeniyetin mirasçılarıyız ve bu şuurla hareket etmemiz gerekiyor.
10.Değişen dünya düzeninde Balkanların etkisi ne düzeyde? Söz sahibi olabilmek için kendinde o gücü görüyor mu?
Balkanlar tarih boyunca önemli bir coğrafya olmuştur. Balkanların sükûneti ve huzuru dünya ülkelerine de yansımıştır. Balkanlar üzerinde hakimiyet kurmak isteyen ve mücadele eden devletler bunun farkındalar. Tarihî ve kültürel birlikteliği olan devletler bu şuurla hareket etmelidir. Siyasî, iktisadî, ekonomik ve kültürel alanlarda güçlü olan devletler Balkanlar’da söz sahibi olmaya devam edeceklerdir. Balkan toplumlarının kendi kimlik ve şahsiyetlerini koruması, coğrafyalarına, ülkelerine ve kültürlerine sahip çıkması bu açıdan önemlidir.
11.Son olarak, Balkanlar’da aktif rol almak isteyen gençlere neler tavsiye edersiniz?
Balkanları ve Balkan tarihini iyi irdelemeleri ve geçmişi tanımaları gerekir öncelikle. Bu konuda yazılan eserleri, hatıratları ve seyahatnameleri okumalarında fayda vardır. Balkanlarda yaşayan başta Arnavut, Türk, Sırp, Boşnak, Bulgar, Yunan, Hırvat vs. milletlerin tarihlerini, kimlik ve kültürlerini de tanımak gerekiyor. Daha sonra Osmanlıdan kalan şehirleri Üsküp’ü, Manastır’ı, Prizren’i, Selanik’i, Saraybosna’yı, Belgrad’ı, İşkodra’yı, Sofya’yı, Gümülcine’yi vs. tüm bölgeleri ziyaret etmek ve bu konuda ecdadın emaneti olan kültürel izleri takip etmek ve tanımak gerekir. Ayrıca İpekli Mehmet Akif Ersoy’u, Üsküplü Yahya Kemal Beyatlı’yı, Taşlıcalı Yahya’yı ve Sofyalı Bali’yi, Yanyalı Şemseddin Sami Bey Fraşeri’yi okumak ve anlamak gerekiyor.
Yanıtlarınız için çok teşekkür ederiz.
Her yerde karşınıza çıkabilecek bir gönüllü. 🙂