Sapporo Üçgeni
Sapporo’ya vardığımdan beri yaklaşık bir ay kadar olmuştu. Okuldaki mesaiyi bitirdim, eve doğru önümdeki yolu sağ-sol cihetinden temaşa ederek ve aklımdan geçen şeyleri de bir sıraya koyarak muhasebe etme derdindeydim.
Genel anlamda düşüncelerim burayı kendime ve aileme nasıl yurt edineceğim, eksiklerin neler olduğu, neler yapılarak bu süreçlerin düzenleneceği gibi şeylerin etrafında dolaşıyordu. Fikirler şimşek gibi güçlü bir şekilde çarpıyor sonrasında ise kayboluyorlardı. Hatta bu dönemlerde trafiğin akışının zıt olmasının da muhtemel etkisiyle birkaç kere kendimi yayalar için kırmızı ışık yanarken cadde ortasında tavşan misali bulmuşumdur. Yaşadıklarıma biraz yukarıdan bakabildiğimde gördüğüm eksiklik biraz da şuydu aslında: Güzel bir çayın yanında demlenen bir sohbet…
Bisikleti üzerinden şalvarlı takkeli birisi yolun karşısından bana sesleniyordu ve el kol hareketleriyle kendini belli etmeye çalışıyordu. Benim onu fark etmemden sonra da kırmızı ışıkların olmadığı bir yerde yolun ortasından kendini muhafaza ederek yanıma geldi. (Ki Japonya standartlarında büyük bir cürüm işlenmiş olduğunu söyleyebilirim). Ve direkt sarıldı bana, ben de ona sarıldım. Şimdi yazarken dahi kalbimin çarpma frekansını değiştiren bu anda biraz kafam karışmış biraz da mutlu olmuştum. Zahiren bir Japon olmadığı çok aşikâr olan Muhammed bütün hal ve davranışlarıyla ben “buradan değilim”i o kadar net gösteriyordu ki.
Ben de şöyle bir mahcubiyetin içine girdim; acaba bir yerde tanıştık ve ben unuttum mu? Ama bu samimiyet tanışmış olmaktan geliyorsa, hemen de unutmamam gerekiyordu. Bu arada aksanlı bir İngilizce ile “Kardeşim, kardeşim, kardeşim.” diyordu. Sanırım bir yirmi saniye geçti, sonrasında birer adım uzaklaştık. Nasılsın diye sordu, ben cevap verdim. Ben sordum, o cevap verdi. Bunların ardından benden özür dilemeye başladı. Ama gerçekten gönle dokunan bu özrün sebebi neydi?
Kardeşim seni geçen Cuma’da gördüm ama sonra bir daha göremedim, bakındım ama yine de göremedim hakkını helal et. Bu zamana kadar gecikti bağışla beni.
Sapporo Uluslararası İslam Okulu
Genel olarak İslam tarihine bakıldığında ilk düzenli eğitim faaliyeti olarak Mescidi Nebevi’nin duvarına bitişik olarak yaşayan ve orada ilim faaliyeti içinde olan Ashab-ı Suffa topluluğunun talim ve terbiye programına bakmak lazımdır. Müslümanlar bir bölgeye hicret edip biraz sonrasında imkân bulduklarında bu sünneti hemen yaşatma gayreti içinde olmuşlar.
Buradaki tecelligah: Sapporo Uluslararası İslam Okulu.
Elhamdülillah.
Burada çocuklar korunuyor, İslam ahlakı ile yetiştirilmeye çalışılıyor. Aynı zamanda sosyal bilgilerin de öğretilmesi ile özellikle küçük yaştaki çocukların Japonya ile Müslümanca birleşmeleri sağlanıyor.
Son olarak okul ile mescid arasında çok güzel organik bir bağ var. Örneğin öğrenciler Cuma namazına öğretmenleri eşliği ile beraberce gelip sonrasında geri dönüyorlar ya da camiye sohbete gelen bir hoca sonrasında okula da ziyaret gerçekleştiriyor.
Bir önceki yazımda Sapporo mescidinden bahsetmiştim. Onu sacın bir ayağı olarak görürsek ikinci ayağı olarak da pekâlâ Sapporo Uluslararası Okulunu görebiliriz. Peki, bu sacın dengeli bir şekilde durabilmesini sağlayan üçgeni oluşturan diğer ayak nedir?
İşte bu noktada benim anlayabildiğim kadarıyla hayatın içine nüfuz etmiş, çok güçlü temsil kabiliyetine sahip olan bu Müslüman kimselerdir. Yazının başında bahsettiğim kişi Muhammed Ali, Sapporo Uluslararası İslam Okulunda öğretmen. Aynı zamanda bir youtuber ve burayı da etkin kullandığını görebilmekteyim. Kısa videolar ile İngilizce olarak (Japonca altyazılı) insanların merak edebileceği soruları cevaplıyor.
Camiinin içinde hutbe irad edilirken hadis-i şerifi hatalı aktaran imamı uyarmak zorunda olmaktan dolayı yerin dibine utana sıkıla giren bir ahlaka sahip.
Ve bence daha da önemlisi dört yıldır burada bulunan Muhammed Ali sokakta gördüğü herkese selam vererek yürüyor. Tebessüm ediyor, herkeste hoş bir anı bırakıyor. Onu göreni bir şekilde kendisine doğru çekiyor, peşine sürüklüyor. Kendisine bakıldığında insanları mutlu ediyor.
Bana da bir güreş sözü var, uygun şartların oluşmasını bekliyoruz açıkçası.
Son söz olarak, mescid ve okul gibi iki tane önemli fiziksel unsurun Muhammed Ali ve onun gibi nicesinin bedeninde diri kalmasının ve sokağa çıkarak insanlara nüfuz etmesinin hidayete vesile olması arzusuyla.
Birkan Girgin 1993 yılında Pendik, İstanbul’da doğdu. Çocukluktan beri koyduğu meslek hedefini gerçekleştirip Moleküler Biyoloji ve Genetik alanında lisans mezunu oldu. Güncel olarak, mesleğini gerçekleştirmek ve akademik disiplinde ilerlemek amacıyla Japonya’da bulunuyor.
En büyük tutkusu insanı ve dünyayı kitaplar aracılığıyla anlama çabasıdır.