Tekkelerin İslam Toplumundaki Yeri
Her toplumda o topluma şekil veren, insanların gündelik hayatını düzenleyen çeşitli kurumlar bulunur. Müslüman toplumlar da bundan hâli değil. Peki bu minvalde Müslüman bir topluma yön veren hangi kurumlar vardır diye düşündüğümüzde verilecek cevaplardan birisi hiç şüphesiz tekkeler olacaktır. Biz de bu konuyu daha detaylıca öğrenebilmek için Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ne misafir olduk. Ve Tasavvuf anabilim dalında görev yapan Prof. Dr. Necdet Tosun hocamız ile tekkelerin İslam toplumundaki yeri hakkında keyifli bir sohbet gerçekleştirdik.
Öncelikle İslam tarihinde tekkeleri nereye konumlandırmalıyız?
Medresenin tam yanına konumlandırabiliriz. Bildiğimiz üzere fıkıh kitaplarında, ilmihal kitaplarında ibadetlerin yapılış şekilleri anlatılır. Ama namaz sadece birtakım eğilip bükülme hareketleri değildir. Öyle olsaydı jimnastik olurdu. Bu noktadan baktığımızda orucu sadece perhiz ameliyesi göremediğimiz gibi haccı da turistik bir seyahat olarak göremeyiz. Bu ibadetlerin bir de duygu boyutu vardır. Huşû ve heyecanı olması lazım. Medreselerde veya fıkıh kitaplarında ibadetlerin şekli boyutu anlatılır. İbadetlerin duygu boyutu ise tasavvufi eserlerde anlatılır. Onun için İslam tarihi boyunca ve Osmanlı’da tekke ve medreseleri birbirini tamamlayıcı iki unsur olarak düşünebiliriz.
İslam tarihine baktığımız zaman bu ikili yapı nasıl tezahür ediyor?
Bu konuda en iyi örnek Osmanlı olabilir. Osmanlı’da bu ikili yapı çok iyi bir şekilde işliyordu. Mesela medreselerdeki kitaplarda Allah sevgisi, peygamber sevgisi gibi konular çok fazla işlenmezdi. Daha ziyade orucu şu bozar, namazı şu bozar gibi teknik konular bulunurdu. Çünkü işin diğer kısmını tekkeler üstlenmişti. Eskiden insanlar medreselerde eğitim alarak hoca olur. Sonra bir tekkeye gelir, tasavvuf yoluna bağlanırdı. Medrese ilimleri ile tasavvufi ilimler bir elmanın iki yarısı gibi birbirini tamamlayan şeylerdir. Birisi eksik olursa olmaz. Mesela ben çok ihlaslıyım ama namaz kılmayı bilmiyorum demek olmaz. Onu da bileceksin. Ben namaz kılmayı biliyorum ama ihlas ve huşû benim konum değil de diyemeyiz.
Bugün biliyoruz ki her bir kurumun icra ettiği birtakım işlevleri ve ortaya çıkarmak istediği insan profili var. Bu minvalde tekkeleri nasıl görmeliyiz?
Osmanlı’da tekkeler birer maneviyat ve kültür merkezleriydi. Ama yegâne işlevi bununla sınırlı değildi. Yeri geldiğinde tekkeler ve tekke mensupları milli mücadeleye katkı sağlamışlardı. Alvarlı Efe bir Nakşibendi şeyhidir. Doğu’da Ermeniler ayaklanıp Müslümanları öldürünce müritlerini çevresine toplamış. Osmanlı ordusuna destek olmuştur. Kurtuluş savaşında Yunanlar Bursa civarını işgale başlayınca orada Müslümanlara zulmedince Yalova’nın bir köyünde olan Şerâfeddin Dağıstanî ve müritleri Yunanlılara karşı savaşmıştır.
Üsküdar’daki Özbekler Tekkesi, İstanbul’un İngilizler tarafından kuşatma altında olduğu dönemde İstanbul’dan milli mücadeleye destek vermek amacıyla Anadolu’ya geçmek isteyenlere adeta karargâh desteği vermiştir. Savaşmak amacıyla Anadolu’ya gitmek isteyen doktor, subay, düşünür, yazar çizer birçok kişi önce bu tekkeye gelip birkaç gün gizlenmişler. Sonra tekkenin şeyhinin çabasıyla Alemdağ’dan, Üsküdar’dan Anadolu’daki milli mücadeleye gitme imkânını bulmuşlardır. Aynı şekilde Kadiri tekkelerinden de Anadolu’daki milli mücadeleye silah gönderilmiştir. Yani tekke mensupları tespihi eline alıp akşama kadar zikir çekmiyordu. Gerektiğinde sosyal hayatın merkezinde aktif olarak bulunmuşlardır. O sebeple o zamanın şartları gereğince hayatın her alanında farklı işlevleri yerine getirdiğini söyleyebiliriz.
Tekkeler birer kültür merkeziydi dediniz. Bu ifadeyi biraz açabilir misiniz?
Mesela “tekke musikisi” diye bir şey vardır. Osmanlılardaki tekke musikisinin bir benzeri İslam dünyasında mevcut değildir. Hindistan bölgesinde Kavvali dedikleri bir tekke musikisi vardır. Ama bizdeki tekke musikisi gibi çok yüksek seviyeli değildir. Bizim özellikle Mevlevihanelerimizde konservatuvar gibi çok ciddi müzik eğitimi verilirdi. Bunun yanında Osmanlı tekkelerinde farklı sanat dalları icra edilir. Ve buralardan çok başarılı sanatçılar yetişirdi. Tekkeler huzur ve barış ortamında kültür merkezi işlevi görmüşler. Ama az önce de dediğim gibi bu onları miskin ve pasif bir hale getirmemiş. Savaş zamanlarında o insanlar ‘ben sanat ehliyim’ diye köşeye çekilmemiş. Ellerine silahlarını alarak Şey Şamil gibi, Alvarlı Efe gibi, Şerâfeddin Dağıstanî gibi vatanı müdafaa etmişlerdir.
Aslında bu bahsettiğiniz olaylar tasavvufun bırakın miskince bir hareket olmasını, tam aksine aktif bir cihat eylemi olduğunu gösteriyor. Hem küçük cihat hem büyük cihat. İkisi de yerinde ve anlamlı bir şekilde tekkelerde vücut buluyor öyle değil mi?
Kesinlikle öyle. Tekkelerin siyasi, sosyal ve kültürel hayata çok büyük katkıları olmuştur. Prof. Dr. Mustafa Kara’nın bundan kırk yıl önce yazdığı ‘Tekkeler ve Zaviyeler’ kitabında bu hizmetler çok güzel bir şekilde anlatılmaktadır. Bu eserden sonra da konuyla ilgili pek çok araştırma yapıldı, makaleler yazıldı ve bir literatür oluştu. Bu kaynakları okumayan insanlar, kulaktan dolma bilgilerle ve tasavvuf karşıtı bazı videolar izlemek suretiyle tasavvufu sizin de bahsettiğiniz gibi sadece bir köşeye çekilip zikirle meşgul olmak zannetmektedirler. O yüzden ben gençleri okumaya teşvik ediyorum.
Peki ne okumalılar? Bu konuda tavsiyelerinizi alabilir miyiz?
Gençler eğer tasavvufu objektif bir şekilde öğrenmek istiyorlarsa bu sahada yapılmış akademik çalışmaları okusunlar. Mevlana’nın Mesnevisini okusunlar, Kuşeyri Risalesi’ni okusunlar, Gazâlî’nin Kimya-ı Saadet’ini okusunlar. Dünya bu eserleri okuyor. Her yıl Mesnevi’yi okuyup da Müslüman olan yüzlerce kişiye şahit oluyoruz. Ama bizim Türkiye’deki gençlerimiz Mesnevi’yi okumuyor. Bu neden önemli? Tasavvuf binlerce yıllık bir kültürdür, gelenektir. Bir silsilesi vardır, bir ananesi vardır. Bu yüzden tasavvufun mahiyetini sağlıklı bir şekilde öğrenmek için klasik eserleri ve bu konuda yapılmış akademik çalışmaları takip etmek gerekir. Hasta olduğumuzda nasıl o hastalığın uzmanı olan doktora gidiyorsak din ve tasavvuf konusundaki soru ve sorunlarımıza çözüm bulmak için de o konunun ehli olan kişilere veya eserlerine başvurmakta yarar var.
Son söz olarak neler söylemek istersiniz?
Biz burada Osmanlı örneğini ve tekkelerin üstlendiği misyonu konuştuk. Lakin yakın tarihimize baktığımızda 1925’de hem tekkelerin hem de medreselerin kapatıldığını görürüz. Sonra medreselerin yerine İmam-Hatip Liseleri ve İlahiyat Fakülteleri açıldı. Yani işin medrese kısmının modern versiyonları şu anda Türkiye’de devam ediyor. Ama tekke henüz açılmadı. İhlas ile huşû ile ibadet etmek, güzel ahlak sahibi olmak ve kötü ahlaktan arınmak gibi meziyetler artık kişinin ferdi çabasına bağlı tamamen. Bu ise hem zor hem riskli. O yüzden tekkelerin eskisi gibi toplumu ihya ettiği bir konuma gelmesi şart.