Tasavvuf Edebiyatı

Temiz Lisanın Şairi: Gülşehrî

Nazım ve aruzda başarılı, edebiyatımızda fabl türünün ilk temsilcisi, Türkçeye sevdalı, Kırşehirli Mevlevî şair Gülşehrî’yi anlatacağız tasavvuf edebiyatı serimizin bu yazısında.

Hayatı

Kendisi hakkında öğrendiğimiz bilgileri tezkire ya da diğer biyografik kaynaklardan elde etmeyiz. Günümüze kadar ulaşan eserleri onun hakkında bilgi sahibi olduğumuz kaynaklardan büyük çoğunluğunu oluşturur. Çok kısa da olsa kendisinden sonra yaşamış olan Ahmedî, Hatiboğlu ve Kemal Ümmî’nin şiirlerinde de kendisine rastlanır. Hârizm’den gelip Oğuz boylarından birine mensup olduğu Kırşehir civarında yaşadığı düşünülür. Asıl adının Ahmet veya Süleyman olduğu ileri sürülmüştür. Eseri Mankıtu’t-tayr’ın İstanbul’daki nüshasında geçen eş-Şeyh Ahmed el-Gülşehrî ifadesinden ötürü adının Ahmet olduğunu ileri sürenler vardır. Adının Süleyman olduğunu ileri sürenler ise Gülşehrî’nin diğer eserlerinde Ahmet isminin geçmemesi, Mantıku’t-tayr’da Süleyman isminin sık zikredilmesi ve Kırşehir’de Şeyh Süleyman isimli türbenin Gülşehrî’ye ait olduğu gibi nedenlerle bu fikri edinmişlerdir. Ancak Mantıku’t-tayr’da geçen Süleyman ifadeleri doğrudan doğruya Hz.Süleyman peygamber ile ilgilidir. Şair adını mahlası ile bütünleştirmiş, eserlerinde yalnızca Gülşehrî ismine önem vermiştir. Gülşehrî adı ise Kırşehir’in eski adı olan Gülşehir’den geldiği bilinir.  

Mantıkut-Tayr

Eserlerinden başka bahsinin geçtiği eserlere baktığımızda Gülşehrî’nin 16.yüzyıla kadar tanınan, saygı ve sevgi görmüş bir şair olduğu görülür. Gülşehrî’nin Mevlana’ya olan saygısı eserlerinde derinden hissedilir. Mevlevî olduğu düşünülen Gülşehrî’nin, Mevlana’nın vefatının ardından Mevlevî tarikatını yaymak, irşat faaliyetlerinde bulunmak için Sultan Veled tarafından Kırşehir’e bir zaviye kurmak adına görevlendirildiği söylenir. Mantıku’t-tayr’da Gülşehrî’nin anlattığı da onun Kırşehir’de semaların yapıldığı bir zaviyenin şeyhi olduğu, çok sayıda müridin yanında bulunduğunu gösterir. Lakin Gülşehrî’nin Mevlevî olduğu her ne kadar kabul edilebilir bir bilgi olsa da Mevlevî kaynaklarında, silsilenamelerde bu ifadeyi doğrulayan bir kayıt yoktur. Öyle ki Gülşehrî’nin olduğu tartışılan Kerâmât-ı Ahi Evran eserinden ötürü Ahi Evran talebelerinden olmasını, Kırşehir’de yıllarca kalıp Ahi Evran’a hizmet emiş olmasını daha muhtemel görenler vardır.

Eserlerinden Felek-nâme’den anlaşıldığı üzere Gülşehrî pek çok yer gezmiş, eserlerini okuduğu saygı duyduğu kişilerle görüşebilme fırsatı yakalamıştır. Yine aynı eserde yazana göre Gülşehrî vefatına kadar olan son yirmi yılda yaşadığı şehirden ayrılmamıştır. Burada devlet adamlarından büyük sevgi ve ilgi görmüştür. Gülşehrî’nin İslami ilimlere hâkim bir hafız olduğu, aynı zamanda da matematik, mantık ve felsefeye de vakıf olduğu görülür. En çok etkilendiği isimleri Mantıku’t-tayr’da altı er olarak tanımlamıştır. Tesirinde kaldığı, sevdiği bu kişiler Senâî, Mevlânâ, Attâr, Sa’dî ve Nizâmî, Sultan Veled‘dir.

Gülşehri türbesi

Gülşehrî’nin ne zaman vefat ettiği bilinmese de Mantıku’t-tayr’da Şükr ol bir Tanrı’ya kim bu kelâm / Ömrümüzden ilerü oldı tamâm beyti bizlere eserin yazıldığı tarih olan 1317-1318’de ileri bir yaşta olduğunu gösterir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi muhtemelen Gülşehrî bu yaştan sonra bulunduğu şehirde yirmi yıl daha hizmet etmiştir. Gerçek mezarının nerede olduğu bilinmeyen Gülşehrî için bugün Kırşehir’de sembolik bir türbenin içinde yer aldığı Ahmed-i Gülşehrî adında bir park bulunmaktadır.

Edebi Kişiliği Ve Eserleri

Gülşehrî, Eski Anadolu Türkçesi bakımından çok değerleri yapıtları edebiyatımıza kazandırmıştır. Kendisinin de bahsettiği kişiler olan Senâî, Mevlânâ, Attâr, Sa’dî ve Nizâmî, Sultan Veled ile kendini aynı daireden sayar ve onların yedincisi olduğunu söyler. Lakin eserleri karşılaştırıldığında Gülşehrî didaktik tavrı, eserlerin bütünü itibariyle Sultan Veled’den çok daha geniş bir şiir anlayışına sahip bir şairdir. Renk, ritim, ifade bakımından da Sultan Veled’den üstün olan Gülşehrî yaptığı tasvir ve hikâye üslubundaki canlılıkla Dehhani’den de daha ileri görülür.

Gülşehrî’nin eserlerinde dervişlik, şeyhlik ve ahilik gibi etkenlere rağmen geniş kitleye seslenme endişesi yoktur. Bilakis eserlerinde herkesin değil, lafı anlayacak olgunlukta olanların anlamasına önem verdiği görülür. Bu da onu daha özgün ve şuurlu bir şair haline getirir.

Sözü kaçan değme nadan anlaya

Mantıku’l Tayr’ı Süleyman anlaya

Gülşehrî ortaya koyduğu eserlerle Anadolu’da Türkçecilik akımını başlatmış, Türkçeyi bırakmamış, sahip çıkmıştır. Gülşehrî hem aruzlu tasavvuf-tekke edebiyatı şiirlerinde, hem de divan edebiyatı şiirlerinde gelişen, olgulaşan bir şairdir. Gülşehrî Türk edebiyatında bir ilk olarak Attâr’ın Mantıku’t-tayr eserini tercüme etmiştir. Tercümesi sağlam bir Türkçe ile yapılmış olan eser, mütercim Gülşehrî’nin muhtevada yaptığı yeniliklerle, değişikliklerle tercümeden çok daha özgün, telifi bir özellik almıştır. Bu yüzden eserin sanatsal değeri oldukça yüksektir. Gülşehrî’nin bilindiği üzere beş tan eseri vardır:

Felek-nâme: Eser Farsçadır ve şairin ilk eseridir. İlhanlı Hükümdarı Gâzân Han adına 1301’de kaleme alınmış bir mesnevidir. Aruz vezninin “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbı kullanılmıştır. Kelâm ilmindeki mebde ve meâd konusu hakkında yazılan kitabın tek nüshası Ankara İl Halk Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Gülşehrî eserinde hayranı ve takipçisi olduğu Mevlanâ’nın Mesnevi’sinden yararlanmıştır. Kitabın gayesi insanın nereden geldiği ve nereye gideceği yani hayat ve ölümdür. Hem tasavvufi hem de ahlakî yönüyle dikkatleri çeken eser Kur’ân-ı Kerîm’in ayetlerini de anlatır.

Kerâmât-ı Ahi Evran: 167 beyitten oluşan mesnevide Ahi Evran-ı Veli’nin kerametlerinden bahsedilir. Aruzun “fâilâtün fâilâtün fâilün” kalıbıyla yazılmış olan bu eserin Gülşehrî’ye ait olduğu şüphelidir. Gülşehrî’ye ait olduğunu düşünen araştırmacılar gibi ona ait olmadığını öne süren araştırmacılar olsa da buna dair kayda değer gerekçe yoktur. Ayrıca eserin Gülşehrî’nin üslubuna uygun olması eserin ona ait olduğuna dair düşüncelerin ağır basmasına sebep olur. Eseri şairin ilk Türkçe eseri olarak alabilmek mümkündür. Eserde Felek-nâme’de anlatılan konu genişletilmiş olması nedeniyle 1301’den sonra yazıldığı anlaşılır. İlk tercümesi Almanca olan ve Franz Taeschner tarafından yapılan eseri  Raif Yelkenci daha doğru bir şekilde Almanca tercümesiyle birlikte yayınlanmıştır.

Mantıkut-Tayr

Mantıku’t-Tayr(Gülşennâme): Gülşehrî’nin Feridüddîn-i Attâr’ın aynı isme sahip eserini esas alarak 4438 beyit halinde oluşturduğu eseridir. Mesnevinin temel konusunu tasavvuf ehlinin ana sorgusu vahdet-i vücûd inancı oluşturur. Gülşehrî eserinde Attâr gibi aruzun fâilâtün fâilâtün fâilün kalıbını kullansa da onun eserini tamamıyla tercüme etmemiş, bazı kısımları çıkarmış, bazı kısımları da eklemiştir. Eserde konuya kuşların padişahı olan Sîmurg’un özellikleri anlatılarak başlanır. Bülbül, papağan gibi zikredilen ve zikredilmeyen birçok kuşun padişahlarını aramak için yola koyulmalarıyla devam eder. Aralarına katılan Hüdhüd isimli kuşun rehberliğinde yolculuklarında kimi kuş saray görür, sarayda kalır, kimi kuş çeşme başında, kimisi kurtların sofrasında kalır. En sonunda az bir kuşla Hüdhüd, padişahı aradıkları yere geldiklerinde kendilerinden başkasını bulamazlar. Anlarlar ki padişah kendilerinden, kendileri de padişahtan başka bir şey değildir. Tasavvufi üslupla alegorik bir şekilde anlatılan vahdet-i vücud meselesine göre Hüdhüd aklı, kuşlar halkı, Simurg ise Hakk’ı temsil eder. Mevlanâ’nın eserlerinden aralara kısa hikâyeler serpiştiren Gülşehrî, kimi zaman ahlakî öğütler vererek kimi zaman tasavvuf terimlerini öğreterek eseri özgünleştirmiştir. Gülşehrî eserini Türk diliyle Farsça’dan daha iyi ve güzel eseri yazılabileceğini göstermek maksadıyla yazmıştır. Gülşehrî’nin Türkçe olarak yazdığı bu eser, Türk edebiyatının Anadolu’da kaleme alınmış en büyük eser özelliğini taşımasıyla birlikte edebiyatımızın ilk fabl örneği özelliğini de taşır.

Kudûrî Tercümesi: Gülşehrî’nin Mantıku’t-tayr’da sonlarda yer alan beyitlerden şairin Kudûrî el-Bağdâdî’nin Arapça bir eseri olan el-Muhtasar’ı nazma çektiği eseridir. Ancak eserin nüshasına rastlanmamıştır, hangi dilde yazıldığı da bilinmemektedir.

Risâle-i Arûz: 16 varaktan/yapraktan oluşan Farsça risaleyi ilk edebiyatımıza Kilisli Rıfat Bilge kazandırmıştır.  Bilinen ve elde olan tek nüshası Millet Kütüphanesi’nde yer almaktadır.

Gülşehrî’den Bir Seçmece

Ne derviş isteriz sahip ne sultan
Ne dert işimize gelir ne derman

Eğer akl ise kamu pes nedir nefs
Ve ger cism ise külli pes nedir can

Gülün döküldüğünü eşideli
Çıkıptır gözümüzden bağ u bostan

Bu ne oddur ki tütününden oldu
Bizim ciğerlerimiz külli biryan

Cihan sakalımıza güler ü biz
Bir oğlancık gibi peyveste giryan

İmaret kıldığın yavlak aceptir
Bir evi kim oliser sonra viran

Kişi yüz kâfire bir şarda uğrar
Kim olmaz ara yerde bir müselman

Kaynaklar

  1. Dr. Öğr. Üyesi Özlem Güneş, Dr. Öğr. Üyesi Esra Türk. (2020). Gülşehrî’nin Mankıtu’t-Tayr’ında İdeal Öğretmen. II. Türk Eğitim Kongresi. İstanbul.
  2. Köksal, M. F. (1 Haziran 2013). Gülşehrî Hakkında Notlar. Tullis Journal , 10-36.
  3. Köksal, P. D. (2013, 09 30). Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/gulsehri
  4. Özkan, M. (1996). islamansiklopedisi.org.tr. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi: https://islamansiklopedisi.org.tr/gulsehri

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu