Türkçenin Aşığı: Âşık Paşa
Batı Oğuz Lehçesinin (eski Türkçenin) şairlerinden, Kırşehir’in sevilen manevi değerlerinden, tasavvufun erenlerinden, Anadolu’nun millilerinden Âşık Paşa’yı tanıyacağız bu yazımızda inşallah. Devrinin en önemli şeyhlerinden olmuş, günümüzde de etkisi devam eden şahsiyetimiz Âşık Paşa’nın hayatına, edebi kişiliğine ve eserleerine gelin birlikte bakalım.
Hayatı
Âşık Paşa hakkında en iyi bilgileri birinci derece kaynaktan öğrenmekteyiz. Oğlu Elvân Çelebi babasının vefatının ardından Menâkıbü’l-Kudsiyye fî Menâsıbi’l-Ünsiyye isimli bir eser kaleme almış ve iki bin beyitlik eserin beş yüz beytinde babasından bahsetmiştir. Bu temel kaynağın yanı sıra Amasya Tarihi gibi başka kaynak çalışmalarda da Âşık Paşa’ya dair bilgiler mevcuttur. Âşık Paşa’nın hayatına öncelikle ailesini tanıyarak başlamakta önem vardır. Zira kendisi tarihi olaylarda önemli rollere sahip bir ailenin mensubudur.
Âşık Paşa, tasavvuf şairlerin kimisinde görüldüğü gibi Horasan’dan Anadolu’ya gelmiş bir aileye mensuptur. Şeyh İlyas ya da Baba İlyas olarak adlandırılan dedesi Amasya yakınlarına göç etmiştir. Sünni mutasavvıf bir din âlimi olan dedesinin bağlılarına Babaî denilmiştir. Babaîler İsyanı olarak bilinen tarihi olay da rolü olan Baba İlyas daha sonra Amasya’da öldürülmüştür. Şeyh İlyas’ın dört oğlundan biri olan Muhlis Paşa, Şerefeddin Hoca tarafından kurtarılarak sağ kalmışsa da diğer çocukları öldürülmüştür. Muhlis babasıyla yerleştikleri Amasya’da yedi yıl kalmış sonra Mısır’a görevlendirilmiş, Mısır’da da yedi yıl kalmıştır. Muhlis Paşa IV. Kılıçarslan’ın Sultanhanı’nda boğularak öldürülmesine şahit olduğu söylenmiştir.
Muhlis Paşa’nın oğlu Alâaddîn Alî 1272 yılında Arapgir’de gözlerini fani âleme açmıştır. Kırşehir’e gelen Muhlis Paşa, babasının müritlerinden Şeyh Osman’ı ziyaret ettiğinde Ali’yi yetiştirip ileride de kızıyla evlendirmesini Şeyh Osman’a vasiyet etmiştir. Vasiyetin ardından 1274 yılında, Ali iki yaşındayken babası vefat etmiştir. Bu vefatın üzerinden geçen on yılın ardından Ali Kırşehir’ getirtilmiştir. İlk derslerini Şeyh Osman’dan alan Ali, Süleymân Türkmanî’den de ders almıştır.
Doğumundan önce ailesinin gördüğü yaşadığı gibi tarihi ve siyasi hadiseler Âşık Paşa’nın hayatında önemli etkiye sahiptir. İdare zayıflığı ile birlikte Moğol zulmünün arttığı bir ortam Âşık Paşa’yı en iyi şekilde yetiştirir. Kültür merkezi olan Kırşehir’de (o zamanki adıyla Gülşehir) Arapça, Farsça, Ermenice ve İbraniceyi öğrenir. Oğlu Elvan Çelebi onun hayatına dair kısıtlı bilgiler verse de ahlakını fazlaca övmektedir. Oğlu onun için iç ve dış güzelliğe sahip, veli özelliklerini taşıyan, güler yüzlü, ahlaklı ve iyilikte herkesten önde gibi ifadeler kullanmıştır. Ancak oğlu onun şeyh olma aşamasından, ne zaman şeyh olduğundan, hangi tarikata mensup olduğundan bahsetmez. Buna karşın birçok halifeye sahip olan babasının halifelerinin isimlerini zikreder. Latifî kendi tezkiresinde Âşık Paşa’nın Sultan Orhan döneminde yaşadığını, Hacı Bektaşî Velî ile görüştüğünü söyler. 1272 yılında doğduğunu zikrettiğimiz Âşık Paşa çocukluğunu III. Gıyaseddin Keyhüsrev zamanında, gençliğini II. Mesud ve III. Alâeddin Keykubat zamanında geçirmiştir. Yalnızca olgunluk devri diyebileceğimiz dönemini Osman Bey döneminde geçirse de Orhan Bey dönemi ile vefatına yakın denk gelmektedir. Ömrü boyunca Âşık Paşa üç Selçuklu, iki Osmanlı padişahı görmüş bir kimsedir.
Âşık Paşa’nın yaşadığı, irşad faaliyetlerini gösterdiği ortam Sayın Fuat Köprülü’nün ifadesiyle “muazzam bir fikrî ve edebî inkişaf” yeri olan Kırşehir’dir. O dönemde Âşık Paşa’nın kendisinden ders aldığı Şeyh Süleyman bölgeye Mevleviliği getirmiştir. Aynı zamanda Hacı Bektaşi ve Ahi Evran bağlılığının güçlü bir şekilde görüldüğü bir ortamdır Kırşehir. Hacı Bektaşî Velî ile görüştüğü de kaydedilen Âşık Paşa’nın onun müritlerinden olduğunu kabul edenler vardır. Bulunduğu zaviyesinde birçok mürit yetiştiren Âşık Paşa dönemin hem siyasi hem de dini önemli şahsiyetleri ile hep ilişki içerisinde olmuştur. Etrafına muhabbet ve ilim bağıyla birçok kişiyi toplamış, devrinin en etkili isimlerinden biri olmuştur. Rivayetler arasında Osman Gazi’nin istiklalinin ilanına şahitliği, Kırşehir’in Osmanlı’ya katılmasında rolü olduğu, Kırşehir’e Bey ilan edildiği vardır. Bir başka rivayete göre elçilik ile Mısır’a gittiği, Anadolu Valisi Timurtaş’ın veziri olduğu, başarısız isyanın ardından Mısır’da hapsedildiği de söylenir. Bu rivayet Âşık Paşa’nın Peygamber Efendimiz’in (sav) miraç hadisesini, Kudüs şehrini, Mescid-i Aksa’yı, Kubbetü’s-Sahrâ’yı gördüğü, dile getirdiği düşünüldüğünde daha uygun düşmektedir.
Âşık Paşa’nın Süleyman, Elvan, Can ve Kızılca isimli dört oğlu olduğu tespit edilmiştir. Ayrıca Melek isimli bir kızının olduğu da bilinmektedir. Halka yol gösteren Âşık Paşa, ordunun nasıl yetiştirilmesinden tutun hükümdarda bulunması gereken özellikler gibi birçok konuda fikir sahibi bir bilgindir. Mutasavvıf şairlerde görüldüğü üzere hayatın bilgilerini, gizli sırları, öğrenilmesi gerekenleri yalnızca öğretmek istemiş, bunların yaşama aksettirilmesi için zaviyesinde çaba göstermiştir. Kaynaklarda geçen bilgilerde Hak aşığı mutasavvıf olan Âşık Paşa’nın ledün ilmini de öğrendiği, dünya ahret dengesini kurmayı bildiği anlatılır. Devrinin ne saygın şeyhlerinden Âşık Paşa Efendimiz (as) gibi altmış üç yaşında vefat etmiştir. Evliya Çelebi onun ölümüyle büyük-küçük, zengin-fakir, kadın-erkek her kesimden kimsenin üzüldüğünü, yas tuttuğunu ifade eder. Türbesi Kırşehir’de Ankara-Kayseri yolu üzerinde yer almaktadır. Türbesinde yer alan kitabede doğum ve ölüm yılları yazmaktadır. Ölüm tarihi olarak 3 Kasım 1332 yazmakta olup salı gününün gecesi olduğu detayı da verilmiştir. Kendisinin vefatından yedi yıl önce vefat eden kızı Melek’in mezar taşı Kırşehir Müzesi’nde sergilenmektedir. Oğlu Kızılca’ya ait mezar taşı mevcut değildir. Âşık Paşa’nın ailesinin ve halifelerinin mezarları ise ilgisizlik ve cehaletten tahrip olmuş, yok olmuştur. Yalnızca birkaçının mezar taşları Kırşehir Müzesi’nin bahçesindedir.
Edebi Kişiliği ve Eserleri
Âşık Paşa söz konusu olduğunda devrinin siyasi olayları göz ardı edilemez. Âşık Paşa devrinin hadiselerinde etkili bir kişilik, ideolog bir tavır göstermiştir. Osmanlı’nın kuruluş yıllarını üstüne düşen vazifelerini iyi bir şekilde yerine getirmiş, temel meselelerde çözümleri, yeni fikirleri dile getirmiştir. Âşık Paşa’nın edebiyat tarihimizde de önemli bir yere sahip olmasındaki etken onun Türkçe içinde yeni fikirler getirmiş olmasıdır. Yeni kurulacak bir devletin dilinin de önem arz ettiği fikriyle eskilerin kullandığı yolu kapatır, Yunus Emre’nin açtığı yolun izinden gider. Türkçeyi halkı aydınlatmak için yazdığı şiirlerinde kullanmıştır. Diğer mutasavvıf şairlerde görüldüğü üzere muhatabı olan halka estetik kaygıyla değil, didaktik bir niyetle eserler yazmıştır. Bu nedenden ötürü onun sanatkâr üslubunun olmadığını, şiiriyet yönünün zayıf olduğunu söylemek uygun değildir. Nitekim Türkçenin yaşadığı dönemde yeterince işlenmeye uygun bir edebî dil olmaması, henüz kıvamına ulaşmamış olduğu göz ardı edilmemelidir. Derviş Yunus’un tesirinde kalmış Âşık Paşa’nın eserlerinin dünyanın birçok yerinde kütüphanelerde nüshası bulunur.
Bir mesnevi şairi olan Âşık Paşa’nın yalnızca Yunus Emre’den değil, Mevlana’dan da etkilendiği gözlemlenir. Öyle ki eseri Garîb-nâme için sn. Köprülü “Adeta Türkçe bir Mesnevî gibidir.” ifadesini kullanmıştır. Aynı zamanda aynı vezne sahip olan Garîb-nâme’nin içerisinde Mesnevî’den hikâyeler de yer almaktadır. Türkçe kullanmayı kendisine düstur edinen Âşık Paşa’nın etkilendiği eserler içerisinde Orhun Abideleri, Kutadgu Bilig, Dede Korkut’da vardır. Örnek aldığı gibi örnek alınan da olmuştur, Süleyman Çelebi meşhur olan Mevlîd eserinde Âşık Paşa’nın Garîb-nâme’sini örnek almıştır.
O dönemde Türk halkına ve Türk diline karşı var olan ilgisizliğinde karşısında duran Âşık Paşa, Türkçeyi yalnızca basit ve kaba bir dil olarak gören aydın kesiminde karşısında olmuştur. Milli bir edebiyat meydana getirmek isteyenlerin, Türkçeyi edebiyat ve ilim dili yapmak isteyenlerin ise yanında olmuştur. Türk diline ve Türk halkında önemli katkıları olan Âşık Paşa’nın eserleri şunlardır:
- Garîb-nâme: Âşık Paşa’nın başyapıtı, şöhretinin kaynağı, en büyük eseridir. Aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yaklaşık olarak on bin beş yüz beyit civarında yazılmıştır. Önce Farsça kısa bir mensur önsöz ile başlayan eserde düzen “10 bâb” denilen on hikâye ile sağlanmıştır. Âşık Paşa kaçıncı babı işliyorsa o sayı hakkında da hususları söylemiştir. Tercüme bir eser asla olmayan Garîb-nâme telif ve orijinal olması yönüyle Anadolu’da hacimli telif ilk eser sayılır. Tasavvufî eserin konusu Allah’a ulaşmanın yollarıdır. En önemli özelliği Türk dilinin ilgisizliğe ve hor bakılmaya maruz kaldığı dönemde Türk diliyle yazılıp bunun vurgulanmasıdır. Dîvân-ı Âşık Paşa, Ma’ârif-nâme, Muhammediye ve Genc-nâme isimleriyle de anılan eser Âşık Paşa’nın “Bu Garîb-nâme inen geldi dile / Kim bu dil ehli dahı ma’nî bile” beytinden ötürü bu ismi almıştır. Yaklaşık yüz yirmi civarında nüshasının olduğu bilinmektedir.
- Fakr-nâme: Eserin konusunu alçak gönüllük oluşturur. Yaratıcı tarafından çeşitli renklerle bezetilmiş Fakr isimli bir kuş alçak gönüllülüğü simgeler. Eser aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yüz altmış bir beyitten oluşmuştur. Mesnevi türündedir.
- Vasf-ı Hâl: Bir küçük mesnevi türündeki eser diğer eserlerinde de olduğu gibi aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazılmıştır. Eserde dünyanın geçmişi (mazi), anı (hali) ve geleceği (istikbali) olarak üç zamanının olduğu, insanoğlunun ise hale yani ana dikkat ve kıymet vermesi gerektiği, Hakk’a şükretmesi gerektiği söylenir.
- Hikâye: Garîb-nâme eserinin sonunda tıpkı Garîb-nâme‘de olduğu gibi aruzun “fâ’ilâtün fâ’ilâtün fâ’ilün” kalıbıyla yazılan elli dokuz beyitlik kısa bir mesnevidir. Mesnevide aslında zeki olmayıp da kendisini zeki bir kimse gibi gösteren kişilerin sonu mizahî bir şekilde anlatılmıştır.
- Kelâm-ı Âşık Paşa: Aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” kalıbıyla kalem alınmış eser yüz elli sekiz beyitten oluşur. Bulunduğu kütüphanede yer aldığı eserin adı olmadığı için Kelâm-ı Âşık Paşa ya da Risâle-i Anasır-ı Erba’a olarak isimlendirilmiştir. Mesnevi türünde bir eserdir.
- Fürkat-nâme: Aruzun “mefâ’îlün mefâ’îlün fe’ûlün” kalıbıyla yazılmış elli altı beyitlik küçük bir mesnevidir. Berlin’de 15. yüzyıl sonlarında derlenmiş bir mecmuada bulunan eserde ayrılık teması işlenmiştir.
- Elif-nâme: Arap alfabesindeki yirmi dokuz harfin her bir harfiyle başlayan (lamelif de dâhil) yedişer beyitlik gazellerden oluşan bir eserdir.
- Risâle fi Beyâni’s-Semâ: Bilinen tek mensur eseri olan bu eserin ilk defa Bursalı Mehmed Tahir edebiyat dünyasına haberini vermiştir. Manzum parçalar eklenerek süslenen eser, İslam dünyasının tartışmalı konusu semâ ve raksın helal olduğunu anlatır.
- Şiirleri: Âşık Paşa’nın, düzenlenen mecmualarında, cönklerde şiirlerine rastlanmaktadır. Elif-nâme’deki yirmi dokuz gazelinin dışında kırk altı manzumesi yayımlanmış, bunlardan dördü kaside, ikisi murabba, diğerleri de gazel şekilde yazılmıştır.
Ey Padişah Ey Padişah
Kaynaklar
- Gölpınarlı, A. (1936). Aşık Paşa’nın Şiirleri. Türkiyat Mecmuası , 87-100.
- Köksal, P. D. (2014, 12 30). Türk Edebiyatı İsimler Sözlüğü. teis.yesevi.edu.tr: https://teis.yesevi.edu.tr/madde-detay/asik-pasa-asik adresinden alınmıştır
- Yavuz, K. (2003). Âşık Paşa. Selçuk Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Dergisi , (13) , 29-39. Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/sutad/issue/26283/276965
- Özkan, M. (2007). ÂŞIK PAŞA VE ÇAĞDAŞLARININ TÜRK DİLİNE HİZMETLERİ. Türk Dili ve Edebiyatı Dergisi, 37 (37) , 85-103. Retrieved from https://dergipark.org.tr/tr/pub/iutded/issue/17031/178472
- https://www.youtube.com/watch?v=t0n6vwYMyxI
Kelimelerin elvanından üstüne düşenle renklenmiş bir edebiyatçı. Anlamlar denizinden bir küçük damla dahi alabilmek ve verebilmek için çabalıyor.