Ülkeleri Tanıyoruz: Japonya
Daha önce Japonya imparator ailesinin soyunun, güneş ilahesinin soyundan geldiğine ve otoritesini bu tanrılardan aldığına inanılan bir imparator olduğunu duymuş muydunuz? Evet, Ülkeleri Tanıyoruz serimizde bu hafta kendine özgü yapısı ve kültürüyle büyük gelişmelere sahne olmuş Japonya’yı konu alıyoruz.
Japonya’nın Coğrafi Konumu
Doğu Asya’da dördü büyük çok sayıda ada ve adacıklardan meydana gelen Japonya, doğusu ve güneyi Büyük Okyanus’un suları ile çevrili olup batıda Japon Denizi’nden Çin, Kuzey Kore, Güney Kore ve Rusya’nın doğusuna kadar uzanır. Kuzeyden ise Ohotsk Denizi ile çevrilidir. 6852 adadan oluşan bu takımada ülkesi Endonezya’dan sonra ikinci en kalabalık ada ülkesidir. Adalarının en büyükleri olan Honshu, Hokkaido, Kyushu ve Shikoku adaları ülkenin %97’sini oluşturur. Adaların çoğu dağlıktır ve topraklarının sadece %15’i tarıma elverişlidir. Adaların bazıları yanardağlardan oluşur. Bu nedenle aynı zamanda bir deprem ülkesi olan Japonya, 2013 Dünya Risk Endeksi’ne göre en yüksek 15. doğal afet riskine sahiptir.
Japonya’nın Nüfusu, Etnik ve Dini Yapı
Nüfusun ortalama yoğunluğu 333/km² ile %99,4’ü Japonlardan, geri kalanının çoğunluğu Kore ve Çin’den gelen diğer etnik gruplardan teşekkül eder. Ülkede Şintoizm, Budizm, Hristiyanlık ve diğer dinler azınlıkta olarak varlıklarını sürdürürler. %80’i şehirde yaşayan nüfusun %84’ünü oluşturan kesimin Şintoizm ve Budizm dinine mensup olarak tespit edilmiş olsa da yakın dönemde yapılan bir anket sonucunda Japonların %52.4’ünün kendilerini hiçbir dine ait hissetmediklerini ve geri kalanın %35.8’inin Budizm, %11’inin Şintoizm, %10.6’sının ise Hristiyanlık dinlerine kendilerini ait hissettiklerini belirtmiş olduklarını görürüz.
Japonya’nın Ekonomisi
ABD’den sonra dünyanın ekonomi bazında en güçlü ülkesi olan Japonya’nın tarımdan elde ettiği gelir zaman içerisinde sürekli azalsa da sanayi ürünlerinin payı ekonomiyi ve milli hasılayı sürekli yükseltmektedir. Günümüz teknoloji çağında, Japonya’nın bütün dünyayı kapsamış olan ihracat alanındaki faaliyetleri içerisinde otomobil, makineler, sanayi robotları, elektronik aletler gibi pek çok teknolojiyi barındıran ürünler mevcut. Bununla birlikte yeraltı kaynakları bakımından çok da zengin sayıldığını söyleyemeyiz. Topraklarından çıkan altın, magnezyum, gümüş madenleri ülkenin ancak kendi ihtiyacını karşılamakta. Çalışan nüfusun %65’i ticaret ve hizmet, %30’u sanayi, %5’i ise tarım, ormancılık, balıkçılık gibi sektörlerde yer teşkil etmektedir.
Japonya’nın Tarihi
Uzun, kadim bir tarihi içinde barındıran Japonya’nın imparator ailesinin güneş ilahesi Amaterasu’nun soyundan geldiğine inanılmaktadır. Bu bağlamda otoritesini tanrılardan aldığına inanılan ilk imparator Jimmo Tenno milattan önce 660’ta tahta geçer, feodal sistemle asırlarca süregelen yönetim IX. yüzyılda çocukların tahta çıkarılmasının yaygınlaşması sebebiyle devlet idaresine vekil (kvampaku) tayin edilerek varlığını sürdürür. Bu durumda, özellikle Fujivara Ailesi döneminde imparatorlar inzivaya çekilirken devleti vekiller yönetir. Bu dönemde asillerle devlet adamlarına özel mülkiyet hakkının tanınmasıyla çiftçiler ağır vergi yükü altına girer. Ülkede Konfüçyanizmin de yayılmasıyla Japon toplumunun yapısı değişmeye başlar ve XII. yüzyılın sonlarına doğru barışsever ahlak geleneği olan bu dini anlayışın etkisiyle zamanla Japon devleti bir samuray devleti haline gelir.
Tarihi Süreç
Uzun iç savaşlar sırasında Tokugawa leyasu şogun olarak görevlendirilmesiyle (1603) fethettiği toprakları destekçilerine vererek Edo’da kendi Tokugawa Şogunluğunu kurar. Bu dönemde barış ve refah hakimdir.
Moğollar, 1274 ve 1281 yıllarında Japonya’yı istila etme teşebbüsünde bulunmuş olsalar da bunda başarılı olamazlar. O dönemde başta olan Kamakura hükümeti, 142 yıllık hüküm sürmenin ardından ekonomik nedenlerden ötürü 1333’te yıkılır. Hemen ardından, imparatorun mutlak hakimiyetine tekrar kavuştuğu Kemmu dönemi başlar. Lakin 1336’da Takauji önderliğinde yönetimi beğenmeyen halk samuraylarla birlikte Kyoto’yu ele geçirir ve imparator da kaçarak Güney Sarayı’na yerleşir. Kuzeyde ise Takauji’nin kurduğu Muramachi dönemi (1338-1573) başlar. Bu iki imparatorluk döneminde yani kuzey ve güney arasında altmış yıl süren ve neticesinde 1392’de III. Ashikaga Yoşimitsu tarafında saraylar birleştirilerek son bulan bir mücadeleye tanık olur Japon tarihi. Bu dönemin diğer bir hakimiyet kavgası da feodal aileler arasında süregelen ve on yıl süren Onin Savaşı’dır (1467-1477).
1860’larda Tokugawa Şogunluğu sahip olduğu mevkisini yitirir. Güç tekrar imparatordadır ve Meiji dönemi başlar. Bu dönemde çok fazla yenilikler gerçekleşir. Feodalizm son bulur, devlet dış dünyadan izole bir şekilde yaşam sürmeyi bırakıp bir dünya gücü haline gelme yollarında adım adım ilerler. 1931-Mançurya işgali, 1937-Çin’e karşı savaş, 1941-Pearl Harbor’a yapılan saldırı ile birlikte Birleşik Devletler ve müttefiklerine karşı savaşlar verir Japonya. 1945’te ise Hiroşima ve Nagasaki’ye atılan atom bombaları ile Japonya başladığı noktaya geri döner. Birleşik Devletler 1947’de Japonya için yeni bir anayasa hazırlar ve Japonya’yı 1952 yılına kadar gözetim altında tutar. Hazırlanan bu anayasa neticesinde Japonya parlamenter monarşi devleti halini alır. Bununla birlikte 1955 yılından sonra kendini hızla toparlayarak oldukça yüksek ekonomik büyüme rakamlarına sahip olur. Pek çok sektörde kendisini göstererek otomotivde, elektronikte, teknolojide dünya merkezi haline gelir.
Japonya, türlü savaşlarda verdiği mücadelelerden ve neticesinde aldığı derin yaralardan birkaç paragrafa sığdırmaya çalıştığım köklü tarihinden beslenen kararlı adımlar ile sıyrıldığını ve Japonya’yı günümüzdeki konumuna taşıdığını söyleyebiliriz.
Japonya’da İslam
Japonya’daki Müslümanların İslam ile tanışması geç bir dönemde, XIX. yüzyılın son yarısına dayansa da, Japonlar ilk olarak 14. yüzyılda gemilerle ticaret için ülkeye gelen Arap ve Çinli (Hui) Müslümanlar aracılığıyla tanışırlar. Meiji devrini kapsayan dönemde ise Japonlar İslam ile Batı dini düşüncesi bağlamında ilgilenmeye başlarlar. 1870’de Peygamberimizin hayatına dair bir eserin Japonca’ya çevrildiği bilinir.
1887’de Meiji tarafından, ikili münasebetin başlaması ve aynı zamanda İslam hakkında daha detaylı bilgi sağlanımı için İstanbul’a, İslam halifesi ve aynı zamanda Osmanlı devleti padişahı II. Abdülhamid’i ziyaret için gönderilen Prens Akihito padişah tarafından hüsn-ü kabule mazhar olur. Meiji ise bundan memnuniyetini dile getirdiği bir mektup ile bu dostluğun bir nişanesi olarak Osmanlı padişahına nişan takdim eder. Prensin ziyaretine müteakip 1890’larda Osmanlı-Japon ilişkilerinin kurulmasıyla, Ertuğrul Fırkateyni Japonya’ya gönderilir ve Japonya dönüşünde geminin batması neticesinde daha yakın ilişkiler başlar. Gemiden kurtulanlarla birlikte Torajino Yamada ve Şotara Noda isimlerinde iki Japon İstanbul’a gelir. İstanbul’da Müslümanlar ile kurdukları yakın ilişki sayesinde Japon tarihinin bilinen ilk Müslümanları olarak Abdülhalil ve Abdühakim adlarını alırlar. Meiji dönemindeki İslam araştırmaları araya savaşların girmesiyle duraklar.
Japonya’daki ilk Müslüman topluluk ise Bolşevik Devrimi sırasında vatanlarından kaçan Kazanlı Müslüman Tatarların Japonya’ya yerleşmesi ile oluşur. Bu gelişmeden sonra Japonlardan da İslam’ı kabul edenler olur. Bu şekilde Japonya’da ilk inşa edilen camii Kobe Camii’dir. Osmanlı’dan Abdurreşid İbrahim Efendi, ailesi ile Japonya’ya yerleşir. Hem Tokyo Camii’nin inşası için büyük emekler sarf etmiştir. Hem de 1941 yılında vefat edene kadar Tokyo Camii imamlığı yapan Abdurreşid İbrahim Efendi Japonya’da İslamiyet’in yayılmasına önemli derecede katkı sağlamıştır. Günümüzde ise Japonya’daki Müslümanların sayısına dair Japon yönetimi tarafından resmi bir rakam verilmese de ülkedeki kuruluşlar Müslümanların sayısının 100.000’i bulduğunu ifade etmektedir. Buna karşın Japon nüfus ve sosyal güvenlik uzmanları, ülkedeki Müslüman nüfusun 70.000 kadar olduğunu ileri sürmektedir.
Eline sağlık çok güzel olmuş, biz’e de gidip gezmek kalmış.