Üzerine Şiir Yazmak İstediğiniz Sevdalarınız Var Mı?
İsmi Nihaye, Filistinli, Terapist, 34 Yaşında
Ramallah ile Hebron (El-Halil) arasında küçük bir köyde oturuyor. Bir sivil toplum kuruluşu adına çalışıyor. Her gün erkenden köyünden çıkıp Ramallah, Hebron’daki (El-Halil) şehit ailelerini, işkence görmüş insanları ve mahkum yakınlarını ziyaret ediyor, onlara psikolojik destek veriyor. Yollar uzun, hikayeler ağır. Hem yollar yoruyor hem hayatlar. Dinlediği, şahit olduğu, paylaştığı öyküler bir yüreğin kaldıracağı cinsten değil.
Bize o rehberlik ediyor bir haftalık seyahatimiz boyunca. İnsan merak etmiyor değil. Nasıl kaldırıyor, nasıl dayanıyor? Filistinliler güçlü insanlar, gülüyorum. Ama güç de bir yere kadar. Biz de yılların terapistleri olarak güçlü olduğumuzu düşünürdük ama duyduklarımızdan dinlediklerimizden sonra iki günde altüst olduk. Sormak istiyorum, yanlış anlaşılmamak, kırmamak, üzmemek için doğru soru cümleleri üzerine düşünüyorum. Yol düşünmek için müsait. Hem saatler sürüyor hem yılan gibi kıvrılıyor hem de inişi çıkışı eksik olmuyor. Ya bir şeyler düşünecek insan ya da yola bakıp bir süre sonra midesi bulanmaya başlayacak. Hele de şoför bizimki gibi bıçkın bir şoförse. Yola çıkmadan önce “mideniz bulanabilir” uyarılarına gülmüştüm oysa.
18 Yıllık Hasret
Ben soruyu düşünedurayım, bir tepede Nihaye, minibüsü durduruyor. Diğer yolculara bir açıklama yapıyor ve bizden inmemizi istiyor. İniyoruz. Nihaye, günler boyu sürpriz hazırlığı yapmış bir çocuk kadar heyecanlı. Ve gösteriyor bize heyecanın sebebini oldukça uzak bir noktayı işaret ederek.
Mescid-i Aksa külliyesi içerisindeki Ömer Camii‘nin sarı kubbesini gözünüzün önüne getirin. Buradan, önümüzdeki tepelerin ardından küçük bir nokta gibi gözüküyor ama pırıl pırıl parlıyor. Nihayet bize dönüyor ve diyor ki “18 yıldır Kudüs’e giremiyorum, izin vermiyorlar. Kudüs ve Mescid-i Aksa aşkı ile içim yanıyor. Ben de ne zaman bunalsam, daralsam, kendimi kötü hissetsem bu tepeye gelirim. Saatlerce o güzelim kubbeyi seyreder ve oraya gideceğim günlerin hayalini kurarım. Hatta zaman zaman şiir yazarım. Bir kitap olacak kadar birikti yazdığım şiirler. Yeteri kadar seyrettikten, hele bir de şiir yazdıktan sonra güçlenir, kendimi iyi hisseder işime gücüme geri dönerim.” Anlatışı evinin içerisinde bunalıp arada rahatlamak için evinin önüne çıkan insanın yaptığını anlatışı gibi. Halbuki eviyle ve işiyle bulunduğumuz nokta arasında saatlerce mesafe var. Toplu ulaşım o kadar da ucuz, kolay ve yaygın değil. Buna rağmen geliyor, dinleniyor dertleniyor, hafifliyor, gidiyor. Küçük bütçesi kısıtlı imkanları ama kocaman yüreğiyle yapıyor bunları. Etkileniyorum.
Etkileniyorum çünkü mukaddes bir sevdası var. Küçük gibi görünen dev bir sevda. Sevdası ne dünyayı kurtarmaya ne de herhangi bir şeye. Sevdası para değil, pul değil, makam değil, mevki değil. Şan, şöhret, konfor, rahatlık hiç değil. Bir mescide sevdalanmış, gönlünde onu taşıyor. İddiasız, samimi, derin. Ve yaşıyor sevdasını doya doya, peşine düşüyor, şiirini yazıyor. Sevdalı olmak önemli, sevdasız olmaz. Yaşıyorsak seveceğiz, aşık olacağız, sevdalanacağız. “Halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti” diyen şaire inanacağız. Kalp boş taşınmaz çünkü, sevdasız tutulmaz. “Geçti bizden sevdaluk” diyen asla biz olmayacağız. Ama sevdamız da kıymetli olacak. Kalp kıymetli çünkü, çer çöp koymaya gelmez. “Sür çıkar ağyarı dilden” diyen büyüklere kulak verecek ne varsa sevdadan gayri, çıkaracağız. Sonra dile gelecek sevdamız, kaleme düşecek, şiir olacak. Şiirsiz sevda olmaz çünkü, sevdasız şiir…
Peki biz kendimize soralım. Üzerine şiir yazmak istediğimiz sevdalarımız var mı?