Yaman Dede
Bu yazımızda sizlere şairliğinin yanı sıra mutasavvıf kimliğiyle de öne çıkan, Hristiyan bir ailede büyüyüp on dört yaşında hidayet bulan, kırk yıl boyunca imanını kalbinde bir sır gibi saklayan Yaman Dede ’nin hayat hikâyesinden bahsedeceğiz. Öyle ki bu hikâyeyi anlatırken onun İslâm’a olan derin sevgisinin temelini oluşturan Mevlana’ya duyduğu muhabbete değinmeden geçemeyeceğiz. Nitekim bu hikâye kendisinde hâsıl olan Mevlana sevgisiyle başlayıp zamanla İslâm ve Hz. Muhammed aleyhisselam’a duyulan sevgiye dönüşen ilginç bir hikâye. Gelin bu öyküye birlikte tanık olalım.
Kendisini “Rum Ortodoks camiasının Anadolu çocuğu” olarak tanımlayan Yaman Dede, Kayseri’nin Talas ilçesinde Rum Ortodoks Kilisesi’ne mensup esnaflarından Yuvan Efendi ile Afurani Hanım’ın oğlu olarak 1887 yılında dünyaya gelir. Asıl ismi Diyamandi’dir. Henüz çok küçükken ailesiyle Kastamonu’ya göç ederler ve öğrenim hayatına burada Rum Ortodoks Mektebinde başlayan Diyamandi, 1901’de Kastamonu İdadisine girer. Çocukluk dönemine denk gelen bu yıllarda İslam’a ait güzelliklere ilgi duyar. Kendisi bir gayrimüslim olarak din derslerine katılım zorunluluğu olmadığı halde hocalarından rica ederek din derslerinde sınıftan çıkmayıp bir Müslüman gibi ilmihal bilgilerini; Resûlullah’ın (sav) hayatını, inanç esaslarını öğrenir ve kendi tabiriyle daha bu dönemlerinde “yanmaya” başlar, farkında olmadan içindeki aşk ile Mü’min olur.
Hidayet Yolculuğunun İlk Merhalesi
Gençlik yılları ise Diyamandi’nin hayatının dönüm noktalarından bir zaman dilimidir. Zira bu zamanlar onun “Mevlana” ismi ve “Mesnevî” ile ilk tanıştığı yıllardır. Yaman Dede, on dört yaşındaki bu önemli anları mektubunda şu ifadelerle dile getirir: “Farsça hocamızın vermiş olduğu Mesnevî’nin ilk on sekiz beytini okuma ödevini yerine getirdiğim sırada ruhumda büyük bir değişim meydana geldi. Olan olmuştu. Güzel Mevlana’nın güzel adına vurulmuş, derince bir yara almıştım. Kalbimin en derin yerinden vurulmuştum.” Bu olayın ardından hocalarının da etkisiyle Arapça ve Farsça ile daha çok ilgilenmiş kendi ifadesiyle artık inleyen bir neye dönüşmüştü. Diyamandi’ye göre, hidayet yolculuğunun ilk merhalesi olan bu süreç, yeni bir âleme doğuş yolculuğunun da ilk adımlarıydı.
Adım Adım İslâm’a
Diyamandi; ortaokul ve lise eğitimini Kastamonu’da tamamladıktan sonra iki yıl boyunca Nasrullah Medresesinde İslâmi İlimler tahsil etmiş, icazetname almasına altı aylık zaman kala İstanbul Darülfünun Hukuk Mektebinde yükseköğrenim yapmak üzere Kastamonu’dan ayrılarak İstanbul’a gitmek durumunda kalmıştır. Diyamandi’nin medrese eğitimi ve yüksek tahsil yılları, Mevlana sevgisi ile başlayan İslâm’a meyil sürecinin pekiştiği ikinci merhale olmuştur. 1909 yılında başladığı hukuk tahsilini 1913 yılında tamamlayarak yirmi altı yaşında mezun olur ve okumak için geldiği İstanbul’un manevi havası, tanıştığı önemli şahsiyetler Diyamandi’nin gönlündeki İslam sevgisinin daha da artmasına vesile olur. Mezuniyetinden sonra uzun süre avukatlık yapan Diyamandi, 1931’de Edebiyat ve Farsça öğretmenliği yapmaya başlar. Bu esnada özel hocalardan Edebiyat ve İslâmî ilimler okumaya devam eder. Kendi ifadesiyle artık hidayet bulmuş, dile getiremese bile kalpten kelime-i şehadeti çoktan kabul etmiş ve gizli Müslüman olarak yaşamaya başlamıştır. Yine bu yıllarda Mesnevi hocası Ahmet Remzi Dede ile aralarında hususi bir bağ hâsıl olmuş, Diyamandi Mesnevi ve açıklamaları ile ilgilenir hale gelmiştir. Mesnevi okurlarken kendisine Yamandi Molla ismiyle hitap eden Ahmet Remzi Dede Diyamandi’ye Mesnevîhânlık icazetini ve Yaman Dede unvanını verir. Diyamandi bu unvanın kendisine verilmesinden sonra hiç sönmeyen aşkı, durulmayan cezbesi ve gönül yanıklığı sebebiyle, “Yanan Dede”, “Yaman Dede” gibi farklı unvanlarla da anılır olmuştur.
Diyamandi’den Mehmet Abdülkadir’e
Yaman Dede, Mevlana’ya duyduğu sevgi ile başlayan ihtida etme sürecinin sondan bir önceki merhalesindeydi artık. “Kanlı yolun macerası” nitelemesiyle anlattığı bu yolculuk, gençlik yıllarından itibaren benimsediği Müslümanlığını gizleme dönemiydi. Nitekim ailesi Diyamandi’yi yükseköğrenimini tamamlayıp mezun olduğu yıllarda İslâm’a yakınlık duymasından endişelenerek Rum Patrikhanesi cemaatinden dindar ve koyu bir Hristiyan ailenin kızı ile evlendirdiler ve çiftin bu evlilikten “Belma” ismini verdikleri bir kızları oldu. Takvimler 1942 yılını gösterirken Yaman Dede’nin gönlü çoktan Müslüman olmuş fakat en yakınlarına bile inancını söyleyememiştir. Elli beş yaşında gizli bir mümindir halen. Bu sırrı kalbinde kırk yıl boyunca saklayıp ailesinden gizli bir şekilde bazen sahursuz bazen iftarsız oruç tutmuş, namaz kılmaya devam etmiştir. İçindeki imanı daha fazla saklayamayan Diyamandi, 1942’de Müslüman olduğunu açıklayarak Mehmet Abdülkadir adını alır. Kırk yıldır sakladığı yeni kimliğini kuşanmış ama o saatten sonra da aile içi sancılar başlamıştır. Bu son büyük adımı atarken eşi ve kızına ezelden beri fıtraten Müslüman olduğunu söyleyip onları da hidayete davet etmiştir. Ancak ailesinden destek görememiş hatta gayrimüslim eşinden ve kızından ayrılmak zorunda kalmıştır. Mektuplarındaki ifadelerinden bu ayrılıkta onun din değiştirmesinden rahatsızlık duyan patrikhane idaresinin evliliklerinin devam edemeyeceği yönündeki baskısının etkili olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum ruhunda derin yaralar açmış, bilhassa kızına karşı hasreti mektuplarına açık bir şekilde yansımıştır.
Hocaların Hocası Yaman Dede
Yaman Dede bu ayrılıktan uzunca bir süre sonra dostlarının teşvik ve tanıştırması ile Hatice Hanım’la evlenmiştir. İlerleyen süreçte avukatlık yapıp bazı okullarda ders vermeye başlamış ancak daha sonra avukatlığı bırakıp tamamen öğretmenliğe yönelmiştir. Saint Benoit ve Notre Dame gibi yabancı okullarında, İstanbul İmam Hatip Okulu ve İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsünde Türkçe, Edebiyat, Farsça, Arapça derslerine girmiştir. 1962 yılına gelindiğinde yetmiş beş yaşın yorgunluğuyla çok hasta olmasına karşın derslerine devam etmiştir. Bugün her biri kendi alanında uzman olan Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, Prof. Dr. Emin Işık, Osman Nuri Topbaş gibi pek çok öğrenci Farsçayı ondan öğrenmiş, Mevlana’yı onun gözyaşlarıyla anlatışından tanımışlardır. Gözü yaşlı öğrencilerini geride bırakan Yaman Dede 3 Mayıs 1962’de vefat etti ve ondan geriye Efendimiz’e (sav) olan sevgi ve özlemini kaleme aldığı mısraları kaldı. İslâm’a duyduğu bağlılığı Rabbimizden bizlere de bahşetmesini diliyor, Yaman Dede’yi rahmetle yâd ediyoruz.
Kendisi için kendini arayan bir gıda mühendisi. Henüz bulabilmiş değil ancak bir müddet bulunduğu bu dünyadan güzel bir hikayeyle ayrılmak istiyor.