Bi' Âlim Hikâyesi

Hacı Veyis Efendi, Selâm Ağacı

Hacı Veyis Efendi (k.s) (1858-1935) Üstad Ali Ulvi Kurucu’nun hatıralarında hürmetle andığı; onun yetişmesinde, ihlaslı bir mümin olmasında payı çok büyük olan bir âlimdir. Konya’nın meşhur velilerinden biri olarak kabul edilen bu zat, yaşamı boyunca irşadın, davetçiliğin, İslâmi şuurun, yardımlaşmanın ve fedakârlığın en güzel numunelerini vermiştir. Yıllarca ücret almadan görev yaptığı camisinde nice talebeler yetiştirmiştir. O camiyi evi olmayanlara ev, aşı olmayana aş, ilim isteyene ilim durağı eylemiştir. Bizzat Ali Ulvi Kurucu hatıratında dedesinin yaşamını okuyanlara şöyle sesleniyor:

Hatıratımı okuyan, bu satırları gören muhterem zatlar şöyle deseler yeridir: ‘Yahu bu Ali Ulvi Kurucu denen adam, böyle bir dedeyi gördüğü, böyle bir ailede yetiştiği, böyle bir muhitte büyüdüğü hâlde niçin böyle zavallı kalmış?’ Ne yapayım? İşte ben de o büyük şahsiyetleri tanıtıp gelecek nesillere örnek alınacak bir model olarak takdim ederek, bu kusurlarımı bir nebze telâfiye çalışıyorum.

Üstadın büyük bir tevazu ile söylediği bu sözleri bizler üzerimize almak istiyor ve siz değerli okuyucularımıza bu muhterem şahsın yaşamından küçük bir kesit sunuyoruz. Hacı Veyis Efendi’nin hayatı boyunca diktiği nice fidanların, ağaçların arasından selâm ağacının hikâyesini sizlerle paylaşıyoruz. Köküyle, gövdesiyle, dalıyla, yaprağıyla intizamlı, namına yaraşır bir ağaç.

Selâm Ağacının Yetişmesi

Bugday

Konya’nın Şatır köyünde tırpanla, çekiçle iş gören, anasından öksüz, babasından yetim olan Öksüz lakaplı bir Mehmed vardı. Eli çabuk, işine sadık bununla beraber sesinin sedası da pek güzel, pek bir yanıktı, türkü tutturmadan çalışamaz, canı sıkılırdı. Cumayı, bayramı bilmez, namazla, abdestle pek işi olmaz; cahildir, yetimdir diye de köylüden itibar görmez bir gençti.     

Harman zamanı tarlada işler pek yoğun olur. Sabahın selâmıyla başlanır, akşamın selâmıyla ancak bitirilirdi. Hâl böyle olunca Mehmed gibi nice işçiye yardım için köyden herkes tarlalara gider, hatta şehir merkezinden akrabalar, hısımlar da gelirdi. Konya’da ikamet etmekte olan Ulu Camii İmamı Hacı Veyis Efendi de işte böyle bir harman zamanında yardıma gelmişti.

Tövbekâr şarapçılar, alakasından nasiplenen gazinocu komşular, zulüm ettiği hâlde affedilenler, camisinin avlusunda yedirilip içirilen göçmenler, okutulan yoksul talebeler ve daha nicelerini ardında bırakıp gelmişti. Şimdiyse sırada Öksüz Mehmed vardı çünkü Hacı Veyis Efendi’nin tarlasında işçi olan Mehmed’in nasibine bu fedakâr imamla bir süre çalışmak düşmüştü. Mehmed, hak sözün fırsatçısı, bir kişiyi irşad etmek için her anı kollayan, kimi, nasıl Allah’a yaklaştırsam diye düşünen bu muhterem âlimin tarlasında çalışırken, aslında onun rahlesinde eğitimde olduğunu anlamayacaktı.

Vakit geldi ve birlikte çalışmaya başladılar. Buğday tanelerini birbirinden ayırma işi düven süren Mehmed’e, harmandan kalan sapları toplama işi de Hoca Efendi’ye düşmüştü. Mehmed bu ya türkü çığırmadan çalışamaz ama yanına Hoca Efendi gelince ağzını açamaz olmuş, utancından bir nakarat dahi mırıldanamamıştı. Bu yüzden canı çok sıkkın, düvenin başında döner durur idi.

O yıllarda, buğdayın başkenti olan Konya’da yapılacak en önemli iş buğday ayıklamaktı lakin hoca için bundan daha mühim bir iş vardı. Mehmed düvende malama etrafında döner, hoca da sapları kararken bir ara Mehmed’e şöyle dedi “Evladım, malama etrafında dönüyor, gözden kayboluyorsun. Sonra da geri geliyorsun. Yanıma her gelişinde bana selâm ver, e mi?” “Hoca dediyse vardır bir bildiği elbet.” diyen Mehmed başladı her dönüşte hocaya selâm vermeye. “Selâmünaleyküm.”, “Aleykümselâm.”, “Selâmünaleyküm.”, “Aleykümselâm.” saatlerce selâmlar veriliyor, selâmlar alınıyor, veriliyor, alınıyor derken gün boyunca oluyor en az bin selâm. 

Selâm Ağacı Oldum Burada!

Haci Veyis Efendi Selam Agaci

Hoca Efendi’nin camindeki talebelerinden biri olsa asla şikâyet etmezdi ama Mehmed bu ya safiyane ve cesurca: “Hocam Allah aşkına, bırak azıcık nefes alayım. Selâm ağacı oldum burada!” Hocayla bir gün yan yana çalışınca, yarıyor cevherin havası Mehmed’e. Hacı Veyis Efendi, Öksüz Mehmed’i bırakır mı artık? Selâm ağacını büyütmek, köklerini derinleştirmek, yeteri derecede sulamak, güneşle buluşturmak icap eder. Yoksa ağaç solar, içten içe çürür ve yok olur.  

“Evladım selâmın anlamını bilsen bana çok dua edersin. Gel sana anlatayım.” Hoca Efendi ve Mehmed düvene birlikte bindiler ve hem iş gördüler hem de ilim ettiler “Selâmın manası emniyet, kurtuluş, felâh bulmadır. Allah-u Teâlâ’nın en güzel isimlerinden biridir. Selâmlaşmak, Allah’ın emniyetinde ol, güvende kal, benden sana zarar gelmez demektir. İnsanlar arasında muhabbete kapı açar, onları birbirlerine bağlar ve ülfete vesile olur. Karşılaştığın kişiye selâm vererek ‘Allah seni selâmette kılsın.’ diye dua etmiş olursun. Ne kadar çok selâm, o kadar çok dua. Duada ısrarcı olunması da kabulüne vesiledir inşallah.” Mehmed bu konuda payına düşen hisseyi alınca bir ağızla “Selâmünaleyküm o zaman hocam!” dedi, hocası da bilmukabele cevap verdi. 

Vakit ikindiye varınca, Hacı Veyis Efendi ezan okudu ve birlikte namaza durmayı teklif etti. Mehmed tembelliğe vuracak ki: “Abdestim yoktur.” Irmağı gösteren hoca: “Bu ırmak değil mi? Orada alırsın.” Biraz isteksiz abdestini alan Mehmed, hocasına uyarak namazını kıldı. Akabinde hoca ellerini açtı ve duaya başladı: “Allah’ım! Mehmed abdest aldı, namaza başladı. Allah’ım namazı Mehmed’e sevdir, ağır gelmesin. Bakara Suresi’nde namaz külfetli iştir fakat huşu ehline ağır gelmez buyuruyorsun. Mehmed’i de huşu ehlinden eyle.” Tarlayı medrese, ırmağı abdesthane, toprağı seccade eden bu ikiliyi Ali Ağa isimli bir köylü şaşkınlıkla seyrediyordu. Hoca Efendi’nin duadan sonra hıçkırarak ağladığını görünce o da ağlamış, Mehmed de onlara katılmıştı. 

O gece Mehmed’in rüyasına rahmetli annesi geldi. “Sana analık hakkımı helâl ettim. Oğlum namazlarının akabinde bana da babana da dua et!” dedi. Sabahında rüyasını anlattığı bir köylü heyecanla Hacı Veyis Efendi’ye gelip rüyayı haber verdi. Hamd ve şükür ehli olan Hoca Efendi büyük bir huşu ile “Mehmed’in duası kabul olmayacak da kimin duası kabul olacak? Böyle bir günde selâm ağacı olan, bir abdestle namaza başlarsa daha neler olur neler?” diyerek Allah-u Ekber’den gayrısını bilmeyen bu gence namaz surelerini öğretmeye karar verdi. Bu derslerde Hacı Veyis Efendi talebesine sünnetten güzel hasletleri de öğretmişti.

Meyve Vermeye Hazır Ağaç

Meyve Agaci

İşte o günden sonra köylünün câhil, namaz kılmaz, Kur’an’dan bir sure dahi bilmez olarak tanıdıkları Mehmed, selâm ağacının fidanı olarak yetişmeye başladı. Köylü ona ne iş verdiyse “Onun işini siz yapın, bizim dersimiz var.” diyerek ağacını koruyordu Hacı Veyis Efendi. Sadece bir hafta içinde namaz surelerini öğrendi. Belki aylar, yıllar boyunca yetişemeyeceği kadar yetişmiş, dal budak salarak meyve vermeye hazır bir ağaç oluvermişti.  

Artık namaz ehli olarak bilinen selâm ağacını görenler, bu büyük değişimi Hacı Veyis Efendi’nin bir kerameti olarak yordular. Hoca Efendi ise “Sünnetin ihyâsı kerametten üstündür.” diyor, bir işi yapmaya niyetlenirken “Peygamber Efendimiz aleyhisselâm bunu yaptı mı?” diye düşünüyordu. Tüm derdi bu olunca elini attığı her iş bereketleniyor, nice çorak tarlalar yeşilleniyor, bir kuru dal kadar kıymeti olmayan niceleri de köklü ağaçlara dönüşüyordu. 

Selâm Ağacı Mehmed o günden sonra hiç türkü söyledi mi, bilinmez. Fakat yeşerip büyüdüyse, başka insanları meyve vererek doyurduysa ve insanlar onun gölgesinde dinlenerek selâmet bulduysa, hocasının öğrettiği güzel hasletlerden oluşan şu benti okumuş, içselleştirmiş ve amel etmiş olmalıdır:  

Her hâlinde yalnızca Allah’tan kork,
Sakinlikte de öfkede de söyle hep hak.
Bollukta da darlıkta da etmelisin iktisat.
Gelmeyene gel, vermeyen ver, zulmedeni affet.
Konuşman zikir, susman tefekkür, bakışın ibret olacak.

Kaynakça

  1. Düzdağ, M. Ertuğrul. Üstad Ali Ulvi Kurucu Hatıralar 1. İstanbul. Gonca Yayınevi, 2020.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu