İslam Şehirleri

İslam Şehirleri: Ahlat

İslam şehirleri serisinin bu yazısında Van Gölü kıyısında bulunan bin yıllık bir Türk kenti var. Anadolu’nun Türkleşmesine bizzat şahit olmuş, Kubbetü’l İslam vasfına layık görülmüş, Bitlis’in tarih ve kültür hazinesi.  Evet, Ahlat’tan bahsediyoruz. Bu yazımızda sizlerle Ahlat’a doğru keyifli bir yolculuğa çıkacağız. Dilerseniz şairin şu mısralarıyla başlayalım yolculuğumuza;

Ben çağlar ötesinden, 

Akıp gelen bir selim.

Ben, tarihle bir doğdum,

Ben, tarihle giderim.

Bende kutsaldır toprak,

Kazma vurma öyle bırak.

Mihenk taşı bulamazsan,

Bir de benim taşıma bak!

Ben Kubbetü’l İslam denen, 

Üç şehirden biriyim.

Ben asırların değil,

Çağların eseriyim.

Ben halim, ben atiyim, ben maziyim.

Ben Erzen Hatun, ben Dede Maksut, 

Ben Abdurrahman Gaziyim.

Alparslan’ı Malazgirt’e ben yolladım.

Ertuğrul’un, Osman’ın beşiğini ben,

Salladım.

Ben de güneş başka doğar,

Benim yıldızlarım daha parlaktır.

Benim göklerim mavi,

Mehtabım aktır.

Ben sabır taşıyım,

Adım ve tarihimdir saltanatım.

Beni hala tanımadınız mı?

Ben Ahlat’ım. 

Keyifli okumalar…

Van Gölü Kıyısında Kadim Bir Türk Şehri: Ahlat 

Ahlat, ülkemizin Doğu Anadolu bölgesinde, Van Gölü’nün kuzeybatısında, Süphan ve Nemrut dağları arasında kalan eğimli bir plato üzerine kurulmuş kadim bir Türk şehri. Günümüzde Bitlis iline bağlı bir ilçe merkezi olan Ahlat, bereketli toprakları, su kaynaklarına olan yakınlığı, stratejik konumu itibariyle tarih boyunca büyük güçlerin hedefi olmaktan kurtulamamıştır. Anadolu’nun Türk yurdu haline gelmesi gibi büyük bir tarihi olaya tanıklık etmiş olan Ahlat, coğrafyasının güzelliği, paha biçilemez tarihi ve kültürel mirasıyla bugün de yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağı olmaktan geri durmuyor.  

Bir Halk Efsanesi: Ahlat İsmi Nereden Geliyor?

Halk arasında hala anlatılan bir efsaneye göre, Ahlat Urartuların Kralı Lat döneminde Medler’in işgaline uğrar, işgal neticesinde şehir Medler’in eline geçer, bu sırada kral Lat’ta ağır şekilde yaralanır. Yaşanılanlar karşısında derin bir üzüntü duyan hükümdarın kızı şehir düşerken yaralı babasının başını dizine koyar ve göz yaşları içinde Ah! Lat!, Ah! Lat! diye feryad etmeye başlar. Hükümdarın kızının feryatları öyle bir yankı uyandırır ki bundan böyle şehrin adı Ahlat diye anılagelir.

Olur mu böyle şey? dediğinizi duyar gibiyiz. Başta da dediğimiz gibi adı üstünde bu bir efsane. İnanıp inanmamak size kalmış😊 Ama biz Ahlat ismiyle ilgili daha gerçekçi bir şeyler duymak istiyoruz diyenler için, şunu da belirtelim ki, Ahlat İranlılar ve Türklerin tercih ettiği bir kullanım. Araplar Ahlat için Hılât derken, Urartular Halads, Ermeniler Şaleat(Şaliat), Süryaniler ise Kelath demişlerdir. 

Ahlat Tarihine Bir Yolculuk… 

hasanpasa kumbeti

Ahlat tarih boyunca Urartular’dan Osmanlılar’a kadar çeşitli güçler arasında el değiştirmiş, birçok devletin hakimiyeti altına girmiştir. Ahlat’ın İslam’la tanışması Hz. Ömer döneminde Cezire fatihi İyaz b. Ganm’in fethiyle mümkün olmuştur. Müslümanlarla anlaşma yoluna giden Ahlat Beyi vergi ödemeyi kabul ederek İslam devletinin himayesi altına girmiştir. Hz. Osman döneminde bu antlaşma devrin meşhur kumandanlarından Habib b. Mesleme tarafından yenilenmiştir. Emevîler döneminde Muaviye’nin ölümü üzerine başlayan iç karışıklıklardan Ahlat’ta nasibini almış ve Emevî yönetimine karşı çıkarak Bizans’a tabi olmuştur. Ancak bu durum çok uzun sürmemiş, Cezire valisi Muhammed b. Mervan’ın harekete geçmesiyle, Ahlat Cezire valiliğine bağlanmıştır.

Emevîler’den sonra hilafet makamına gelen Abbasî’ler döneminde de Ahlat mahalli hanedanlar tarafından yönetilmiştir. IX. yüzyılın ikinci yarısından sonra Abbasî iktidarı zayıflamaya başlayınca bölgedeki diğer şehirler gibi Ahlat’taki yerel idareciler de Bizans imparatorluğuna ve Ermeni krallarına tabi olmaya başladı. 940 senesinde Hamdanîler’in hakimiyetini tanıyan şehir, Mervanîlerin tarih sahnesine çıkmasıyla birlikte Mervanîler’e tabi oldu.  Görüldüğü gibi Ahlat onuncu yüzyıla kadar birçok yönetimine dahil olmuştur. Ancak şehir asıl gelişimini X. yüzyıldan sonra Türkler’in bu topraklara gelişiyle yaşayacaktır. 

Kubbetü’l İslam Unvanına Layık Olan Şehir

Ahlat tarihinde en parlak günleri Türkler’in hakimiyeti altında olduğu XII. yüzyılda yaşadı. Sultan Alparslan döneminde Anadolu’yu bir Türk yurdu haline getirmek için gerçekleştirilen akınlarda Ahlat, stratejik konumu itibariyle ön plana çıkmaktaydı. Zira bölgede istila yolları üzerinde bulunan ve Bizans’ın hakimiyeti altında olmayan tek şehirdi Ahlat. Bu sebeple Selçuklular Ahlat’ı Anadolu’ya yapılan akınlar için bir askeri üs olarak kullanmaya başladı. O dönemde Mervaniler’in elinde bulunan şehir, Sultan Alparslan tarafından Mervanîler’in idaresinden alınarak, Anadolu akınlarda şöhret bulmuş olan Sanduk Bey’e verildi. Ancak Malazgirt Zaferi’nden sonra yeniden Mervanîler’e teslim edildi.

Melikşah döneminde Ahlat’ta Mervanî emirinin zulümlerinden isyan eden halkın Türk emirlerinden adaletiyle nam salmış Sökmen el- Kûtbî’ye haber göndererek, şehre davet etmesi Ahlat için bir dönüm noktası oldu. Halkın daveti üzerine Ahlat’a giren Kûtbî, savaşmaksızın şehri teslim aldı. Böylelikle Ahlat’ın en parlak dönemi, Ahlatşahlar devri başlamış oldu. Bu dönemde Ahlat İslam aleminin en büyük şehirlerinden biri haline geldi. Ekonomik anlamda büyük bir kalkınma yaşayan şehir, ilim, kültür ve sanatta da gelişim gösterdi. Tıp, astronomi, fıkıh, felsefe, kimya, tasavvuf gibi birçok alanda İslam alemine önemli bilim adamları kazandırdı. Siyasi, iktisadi ve sosyal açıdan gerçekleşen ilerlemeyle birlikte Ahlat alimleri, zahidleri, hafızları kucaklayan bir yuva oldu, İslam’ın kubbesi, Kubbetü’l İslam oldu. Böylelikle Ahlat, kadim Belh ve Buhara ile birlikte bu sıfata layık olan üçüncü şehir olarak tarihe geçti. 

Hükümdarların Paylaşamadığı Şehirden Metruk Şehir Ahlat’a

Ahlat’ın Ahlatşahlar devrindeki parlayışı dönemin hükümdarlarının dikkatini çekmiş ve Ahlat’a sahip olma isteği uyandırmıştı. Öyle ki İldeniz’in oğlu Atabeg Cihan Pehlivan, Selâhâddîn Eyyûbî ve Erzurum meliki Tuğrul Şah gibi birçok hükümdar Ahlat’ı ele geçirmek istiyordu. Tuğrul Şah’ın Ahlat Şah Balaban’ı öldürmesi üzerine şehir Eyyûbîler’den el-Melikü’l-Evhad b. Âdil’in eline geçti ve Ahlatşahlar hanedanlığı son buldu. Ancak şehrin Evhad’ın eline geçmesi Ahlat’ın siyasi, ilmi, iktisadi alanda gerilemesine sebep oldu.

Evhad’ın ölümü üzerine Ahlat, 1220 yılında adil bir hükümdar olan el-Melikü’l-Eşref’in hakimiyetine girdiyse de çok geçmeden ikinci bir duraklama dönemine geçti. 1226 senesinde Celaleddîn Harzemşah Ahlat’ı kuşattı. Ancak bu ilk kuşatmada şehir başarıyla müdafaa edildi ve Celaleddîn Harzemşah geri çekilmek zorunda kaldı. Ahlat için esas felaket 1229 yılında gerçekleşti. Çünkü şehir Harzemşahlar tarafından ikinci defa kuşatıldı ve işgal altında olan Ahlat halkının kimi kaçtı, kimi ise kaçamayarak açlıktan öldü, biçare kaldı ve şehir üç gün boyunca yağmalandı. Bu felaketten yalnızca iki yıl sonra Moğol istilasına uğrayan Ahlat artık eski ihtişamını yitirmiş, metruk bir şehir haline gelmişti. 

Ahlat Osmanlı Hakimiyetinde 

ahlat

Önceleri hükümdarların paylaşamadığı bir şehir olan Ahlat XIII. yüzyılda Moğol istilasına uğramasıyla gözden düşmüştü. Ta ki Anadolu Selçuklu hükümdarı Alaeddin Keykûbat Ahlat’ta yeniden iskân ve imar faaliyetini başlatana dek. Ahlat bu tarihten sonra Moğollar’ın, yerel beylerin, Akkoyunlular’ın hakimiyeti altına girdi ve en son Sâfevîler’in eline geçti. Kanunî Sultan Süleyman’ın Irakeyn Seferi sonunda ise Osmanlı topraklarına katıldı. Ancak Safevîler ile Osmanlılar arasındaki savaş henüz bitmiş değildi. Safevîler Ahlat’a saldırdı ve Ahlat Kalesi’ni yerle bir ettiler. Bunun üzerine Osmanlılar göl kıyısında yeni bir kale inşa ettiler.

1555’te imzalanan Amasya Antlaşması ile Osmanlı-Safevî çekişmesi sona ermişti. Fakat bu dönemde artık Ahlat yaşadığı menfî hadiseler sebebiyle Van gölü havzasının en sönük şehri haline gelmişti. Van eyalet merkezi iken, Ahlat Adilcevaz Sancağının bir kazası idi. 1655 yılında Ahlat’ı ziyaret eden Evliya Çelebi, Van Gölü’nde tutulan balıkların Acem tüccarlara satıldığını, elde edilen gelirin Van bölgesindeki askerlerin ulûfelerinin karşılandığını söylemektedir. Tanzimat’tan sonra Van eyaletinin Van Sancağına bağlanan Ahlat, II. Abdülhamid döneminde Bitlis Vilayetine bağlandı.

Osmanlı’nın Ata Toprakları

Malazgirt Zaferi’nden sonra diğer Anadolu şehirlerinde olduğu gibi Ahlat’a da çeşitli Türk boyları gelip yerleşerek, burayı bir Tük İslam yurdu haline getirmişlerdir. İşte bu Türk boylarından biri de Kayılardır. Osmanlı’nın mensubu olduğu düşünülen Kayı boyu buraya gelip yerleşmeden önce Horasan bölgesinde yaşıyorlardı. Ancak Kayılar, Moğol istilasıyla birlikte Anadolu’ya doğru yola çıkmak zorunda kalmış ve Ahlat’a gelip yerleşmişlerdi.

Tarihi kaynaklar Osmanlı ecdadının Ahlat’ta bir müddet kaldığını nakletmekte ve Osmanlı’nın atası olduğu düşünülen Kaya Alp ve diğer bazı önemli şahsiyetlerin mezarlarının burada olduğu düşünülmektedir. Osmanlı’lar ata toprağı olan bu şehri unutmamış, padişahlar sefere çıkmadan önce gelip bizzat Ahlat’ı ziyaret etmişlerdir. Nitekim gerek Kanunî Sultan Süleyman gerekse IV. Murad doğu seferlerinde Ahlat’a gelerek burada bulunan Selçuklu Mezarlığını ziyaret etmiştir. 

Rus Ordusunu Durduran Mezar Taşları 

1916 senesinde I. Cihan Harbi’nin tüm hızıyla devam ettiği dönemde Ruslar Ahlat’a varırlar. Akşam vakitlerinde Ahlat’a ulaşan Rus birliklerini karşılayan manzara inanılmazdır. Dev bir ordu öylece düşmanın karşısında dikilmektedir. Rus komutanın emriyle ateş açılır, fakat ilginçtir karşı taraf ne karşılık vermekte ne de kaçıp gizlenmektedir. Ateş emri tekrarlanır, ama beyhude, karşılarındaki manzara değişmez. Bunun üzerine Ruslar sabahı beklemeye karar verirler. Sabahın ilk ışıklarıyla gördükleri karşısında dehşete kapılırlar. Koca Rus ordusunu durduranlar dev mezar taşlarıdır. Söylenilene göre bu bir hikâye değil, yaşanmış tarihi bir hadise. Şahitleri ise mezar taşlarındaki kurşunlar. Öyleyse Ahlat vatan toprağını dirisiyle savunduğu gibi, ölüsüyle de savunmuş, mezar taşlarını kalkan yapıp, düşmanı durdurmuştur!

Meşhur Sanat Eserlerine İmza Atan Ahlatlı Mimarlar 

Ahlat, Ahlatşahlar döneminde kültürel anlamda büyük bir gelişme göstermiş, bağrından pek çok sanat erbabı ve mimar çıkarmıştır. Öyle ki Ahlat’lı bu mimarlar Selçuklu, Mengücüklü ve Saltuklu ülkesinde inşa edilen dünyaca ünlü birçok şahesere imza atmışlardır. Bunlardan biri Şah b. Mugis el-Hilatî’dir ki Divriği Ulu Cami ve Şifahanesi’ni inşa eden mimar odur.

Bir diğeri Konya Alaeddin Cami’sini inşa eden el-Hac Mengüberti el- Hilatî’dir. Tercan Mama Hatun Türbe ve Keyvansarayı’nı inşa eden ise yine Ahlatşahlar’dan Ebu’n-Nema b. Mufaddulu’l-Ahval el-Hilatî’dir. Bunlardan başka zikredebileceğimiz birçok mimar vardır ki, bu durum bize Ahlat’ın mezkûr dönemde gerçekten gelişmiş bir bölge olduğunu göstermektedir.

Ahlatlı Bilim Adamları

nasiruddin tusi

Ahlat’ın XII. yüzyılda ilmi anlamda gelişmesi, İslam alemine birçok ilim adamı armağan etmesini sağlamıştır. Bunlardan biri olan Muhezibiddin b. Hübel tıp ve edebiyat alanında ön plana çıkmış meşhur bir ilim adamıydı. Muhezibiddin Bağdat’ta devrin önemli tabiplerinden Yahudi asıllı Ebu’l Berekat’tan eğitim almıştı. Bir diğer önemli alim, İbrahim b. Abdullah’tı ki İbrahim b. Abdullah da tıp konusunda uzman bir alim olarak karşımıza çıkmaktadır. Memlük sarayında kendisine hürmet edilen İbrahim b. Abdullah, Halep emirinin oğlunu tedavi ederek çokça mükafatlandırılmıştı. Astronomide temayüz eden Fahreddin el-Ahlati Meraga’da dönemin meşhur astronomi alimi Nasiruddin et-Tusî ile çalışmıştır. Kimyadaki mahareti dolayısıyla kendisine “Laciverdi” lakabı verilen Hüseyin el- Ahlati de aynı zamanda tıp ilmiyle de iştigal etmiş, kendisinin tıp ve kimya konusunda esrarlı bir kudrete sahip olduğu düşünülmüş, bu sebeple halk arasında veli olduğuna inanılmıştı.

Pozitif bilimlerin yanında dini ilimlerde de ön plana çıkmış alimler vardı. Zira Takuyiddin Osman b. Siyavuş fıkıhta önemli bir alimdi. Aynı zamanda kıraat ilminde de yetkindi. Mühibüddin lakaplı Ahmet b. Yusuf el- Hilati İbn Kulhi ve Dimyati gibi alimlerden hadis rivayet etmiş bir alimdi. Yine Vahideddin Ebû Hamidül Hilati de kıraat ilmine vakıf olan alimlerdendi. Bunlar dışında Evliya Çelebi’nin “Menakıb-ı Evliya” adlı bir eseri olduğundan söz ettiği Dede Maksut, felsefeci Ebû Ali el- Ahlati, Kahire’de müderrislik yapmış olan Muhammed b. İbad b. Davud’ul Hilati gibi alimler de çıkmıştır Ahlat’tan. Zikretmiş olduğumuz bu alimler ve burada ismini zikredemediğimiz ya da hala isimlerinden habersiz olduğumuz Ahlatlı ulema İslam bilim tarihine katkı sağlamış ve her biri bilimin gelişmesinde ayrı bir rol oynamıştır.  

Adeta Bir Açık Hava Müzesi

Urartular’dan Osmanlılar’a kadar birçok medeniyete ev sahipliği yapmış olan Ahlat, zengin bir kültürel mirasa sahip. Özellikle Orta Çağ Türk mimarisinin izlerini bünyesinde barındıran şehir, tarih meraklıları için paha biçilemez bir değerde. Selçuklu Türklerinden kalan mezarlıklarıyla, kümbetleriyle, sayısız tarihi yapısıyla Ahlat ilçesi adeta bir açık hava müzesi görünümünde. 

Anadolu’nun Orhun Abideleri: Selçuklu Mezarlığı

selcuklu mezarligi

Ahlat’ta bulunan tarihi mezarlıkların en büyüğü ve en önemlisidir. 210.000 m2’lik bir alana sahip olan mezarlık, dünyanın en büyük üçüncü Türk- İslam mezarlığıdır. Ülkemiz de ise büyüklük olarak Türk- İslam mezarlıkları içerisinde birinci sırada yer alır. XII. ve XIV. yüzyıla tarihlenen mezar taşları, ait oldukları dönem hakkında çok önemli bilgiler paylaşan tarihin önemli tanıklarıdır. Anadolu’nun Orhun Abideleri olarak da zikredilen bu kültürel miras, Unesco Dünya Mirası Geçici Listesi’nde yer almaktadır. 

Her Biri Sanat Eseri: Kümbetler

Ahlat, kümbetler açısından da oldukça zengin bir yer. Şekil olarak Orta Asya Türk çadırlarını bu kümbetler, Türklerin İslam öncesi kurgan mimarisinin İslami dönemdeki tezahürleridir denilebilir. 

Emir Bayındır Kümbeti

Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan’ın torunu Rüstem Bey’in oğlu Bayındır Bey adına yaptırılan kümbet, Ahlat kümbetleri arasında özel bir yere sahiptir. Zarif mimarisiyle Ahlat’ın simgesi haline gelmiştir. XV. Yüzyılda inşa edilmiş olan kümbetin hemen yanında bir de Bayındır Bey tarafından yaptırılmış mescid yer almaktadır. 

Ulu Kümbet

Ahlat Ulu Kümbet

Usta Şagird Kümbeti olarak da geçen kümbet, XIII. yüzyılın son çeyreğine tarihlendirilmektedir. Ahlat kümbetlerinin en büyüğü olan Ulu Kümbet, tek başına Ahlat kümbetlerini sembolize edebilecek niteliktedir. 

Erzen Hatun Kümbeti

Erzen Hatun Kümbeti onikigen gövdesiyle değişik bir görünüm arz eder. XIV. yüzyıla ait olan kümbet, Karakoyunlu dönemine aittir ve kitabesinden Emir Ali’nin 1396-97 yılında ölen kızı Erzen Hatun için yaptırıldığı anlaşılmaktadır. Kümbet Gevaş’ta bulunan Halime Hatun Kümbeti ile yakın benzerlik gösterir. 

Abdurrahman Gazi Türbesi 

Hz. Ömer döneminde Iyaz b. Ganm kumandanlığında Ahlat fethedilirken, burada şehit düşen Muaz b. Cebel’in oğlu Abdurrahman Gazi’nin türbesidir. Geç dönem Ahlat türbe mimarisine uygun olarak inşa edilen türbe, Müslüman turistler için ayrı bir öneme sahiptir. 

Harabeşehir Kaya Yapıları 

Harabeşehir Kaya yapıları Neolitik çağdan günümüze ulaşmış mağara kümeleridir. Bu mağara evlerinin Doğu Anadolu bölgesindeki ilk kaya yerleşimlerinden biri olduğu düşünülmekte. Kaya oyukları askeri mühimmat, soğuk hava deposu, ibadet mahalli gibi çok çeşitli amaçlara hizmet etmiştir. 

Nazik Gölü

nazik golu 1

Ahlat’ın kuzeybatısında yer alan Nazik Gölü Van Gölü’ne 25 kilometre uzaklıktadır. 30 km² alana sahip olan göl, 40-50 metre derinliğe sahiptir. Aynalı sazan ve inci kefali yetiştirilen Nazik Gölü, kış aylarının gelmesiyle donarak muhteşem manzaralar oluşturmaktadır. 

Emir Bayındır Köprüsü

Van Gölü’nün kıyısında Tahtısüleyman deresi denilen akarsuyun üzerinde yer alan köprü, Akkoyunlu beylerinden Emir Bayındır tarafından yaptırılmıştır. Tek gözlü olarak kesme taştan inşa edilen köprü, Akkoyunlu döneminin mimarisini yansıtmaktadır. 

İskender Paşa Camii

Ahlat’taki Osmanlı mirasından olan İskender Paşa Külliyesi 1584 tarihinde İskender Paşa tarafından muhtemelen Mimar Sinan’a yaptırılmıştır. Eski Ahlat Kalesi’nde bulunan cami Yavuz Selim döneminde inşa edilmiş, Kanunî Sultan Süleyman zamanında genişletilmiştir. 

Ahlat’tan Bir Ata Yadigarı: Ahlat Taşı İşlemeciliği 

Ahlat’la özdeşleşmiş olan Ahlat taşı, bölgenin çok önemli bir değeridir. Tarihi yapıların inşasında da kullanılan bu taş ne mutlu ki bugün hala usta ellerde en güzel şekilleri almaya devam ediyor. Bin yıllık bir geçmişe sahip olan Ahlat taş işlemeciliği günümüzde hala yaşatılmakta, ecdadımızdan bize kalan bu mirasa sahip çıkılmakta. Öyle ki ata yadigarı bu geleneksel sanatımız geçen yılın sonunda “Unesco Acil Koruma Gerektiren Somut Olmayan Kültürel Miras” listesinde yerini aldı. Temennimiz bu güzel kültürel değerimize daha çok sahip çıkarak, gelecek nesilleri bu mirastan mahrum bırakmamak…

Kaynakça

Ahlat Kaymakamlığı Web Sitesi.

Ahlat Kültür ve Eğitim Vakfı Web Sitesi.

Altun, A. (1989). Ahlat. TDV İslâm Ansiklopedisi. https://islamansiklopedisi.org.tr/ahlat#1

Sümer, F. (1989). Ahlat. TDV İslâm Ansiklopedisi. https://islamansiklopedisi.org.tr/ahlat#2

Turkish Museums .

Türkiye Kültür Portalı . (tarih yok).Yaşa, R. (2013). Doğu Anadolu’da Bir Türk Kültür Merkezi: Ahlat. Karatekin Edebiyat Fakültesi Dergisi, 2-15

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Göz Atın
Kapalı
Başa dön tuşu