İslamî Yeniden Doğuşun Meseleleri – Aliya İzzetbegoviç
Merhabalar, bugün sizlerle Bilge Kral Aliya İzzetbegoviç’in sair zamanlarda, muhtelif mevzular üzerine kaleme aldığı 13 makaleden müteşekkil, İslamî Yeniden Doğuşun Meseleleri isimli kitabını tanıtıyor olacağız.
Öncelikle kısaca yazarımızdan bahsedelim. Bosna Hersekli mütefekkir ve devlet adamı Aliya İzzetbegoviç, 1925 yılında Bosna Hersek’in kuzeybatısındaki Bosanki Samac’ta hayata gözlerini açar. Çok erken yaşlardan itibaren toplumsal meselelere karşı sergilediği duyarlılık göze çarpar. Öyle ki henüz lisedeyken Genç Müslümanlar Derneğine üye olarak aktif rol üstlenmeye başlar. Müslümanların karşılaştığı siyasal, toplumsal ve düşünsel problemlere bigâne kalmadan sahada çalışır. 1949’da İslamcılık suçlamasıyla beş sene hapse mahkum edilir. 1970’te bir grup arkadaşıyla beraber hazırladığı İslam’ın siyasal bir manifestosu mesabesindeki İslam Deklarasyonu‘nu yayımlar. 1983’ten 1988’e kadar beş yılını, Avrupa’da radikal İslami bir cumhuriyet kurma teşebbüsüyle suçlanıp hapiste geçirir. 1990’da Demokratik Eylem Partisi’ni kurar ve düzenlenen genel seçimleri kazanarak cumhurbaşkanı seçilir. 1992’de bağımsızlık referandumu ertesi başlayan iç savaşta halkının mücadelesine liderlik eder. İç savaş, 1995’te Aliya tarafından imzalanan Dayton Anlaşması ile sona erer. 1996’da sağlık sorunları nedeniyle görevinden ayrılır. 19 Ekim 2003’te Saraybosna’da dünya hayatına gözlerini yumar. İslam Deklarasyonu, Doğu ve Batı Arasında İslam, Konuşmalar ve Tarihe Tanıklığım telif ettiği eserler arasındadır. Bu yazıda, Aliya İzzetbegoviç’in 1992’de yayımlanan eseri İslamî Yeniden Doğuşun Meseleleri tahlil edilecektir.
İslamî Yeniden Doğuşun Meseleleri
İslamî Yeniden Doğuşun Meseleleri; Kur’an’ı Kerim üzerine mülahazalar, Allah Resulü Muhammed (sav), hicret, Kudüs davası, İslam’da kadın meselesi, Müslümanların yetiştirilme tarzı, Müslüman halklarının milli ve toplumsal kurtuluş mücadelesi, İslam ve çağdaşlık problemi gibi temaları ihtiva eder. İslamî ihya mefkûresinin kritik durakları olarak tespit edilen bu temalar, titiz bir tetkike tabi tutulur. Bu bağlamda Müslüman zihinlerdeki muğlaklıklar ve müşküller giderilerek algılar tazelenmeye çalışılır.
Kitapta öne sürülen tezlerin anlaşılması için kaleme alındığı dönemin sosyo-kültürel koşullarının göz önünde bulundurulması isabetli olacaktır. Nitekim, Aliya’nın içinden geçtiği çalkantılı siyasi süreçlerin ve şahitlik ettiği savaş atmosferinin, onun fikir dünyasındaki tesiri yadsınamaz. Bilhassa tüm dünya Müslümanları arasında yankı uyandıran İslam Deklarasyonu, maruz kaldığı siyasi baskıların şiddetlenmesine yol açmıştır. Çağdaşı pek çok Müslüman aydın gibi yasal düzeni yıkmak amacıyla örgüt kurmaktan yargılanarak hapse mahkum edilen Aliya’nın, mevzubahis makalelerde zaman zaman hamasi bir üsluba başvurduğu görülür.
Aliya’ya göre insan haklarının gerilemesinin altında yatan esas sebep, İslamî prensiplerin ferdî ve içtimaî hayattan tecrit edilmesidir. Buna binaen, İslam’ın toplumsal hayatı düzenleyici ve ıslah edici cihetinin ihmalinin neticelerine dair çeşitli misaller getirmekle kalmayıp çözüm önerilerinde de bulunur. Müslüman milletlerin, tarihin bıraktığı tortulardan kurtulmak için asıllara, İslam’ın temel kaynaklarına yönelmelerinin ve kendi idealleri için aksiyon almalarının elzem olduğuna inanır. Sözgelimi, toplumsal adaletsizliklerin, “Müslümanlar kardeştir” ilkesiyle giderilebileceğini bazı örneklerle anlatır. Keza, “Zenginlerin malında yoksulların hakkı vardır.” buyruğunun muhtelif sosyo-ekonomik statülere sahip kesimler arasındaki finansal dengeyi sağlayacağını dile getirir. İktidarların bozgunculuğa karşı Allah’a iman ve ahlakî değerlerin sürekli canlı tutulması çözümünü sunar. Zira İslamiyet, yalnızca Allah’a teslimiyeti emrederek insanoğlu için benzersiz bir özgürlük alanı inşa etmiştir. Böylelikle insan, korkularından, endişelerinden, sahte otoritelerin saptırıcı ve yozlaştırıcı etkilerinden kurtulmuştur. İslam’da kadın ve erkeğin konumunu kalp ve akciğer metaforu üzerinden açıklar. Kadın ve erkeğin ontolojik değer ve teklife muhatap olmaları bakımından eşit olduğunu, bununla beraber ifa ettikleri fonksiyonel hususiyetlerin yalnızca bir farklılıktan ibaret olduğunu belirtir. Aliya’ya göre kadın meselesindeki kilit kavram ise anneliktir. İslam’ın kutsal kıldığı annelik mertebesinin ağız birliğiyle tahkir edilmesi ile dolaylı olarak İslam’da kadının kıymetsizleştirildiği yönündeki suni imajı yıkmaya çalışır.
İlim Müslüman’ın Yitiğidir
Kitapta, “İlim, Müslüman’ın yitiğidir ve bulduğu yerde onu almalıdır.” hadisine atıfta bulunularak sahih bilgiye ulaşma gayretinin ehemmiyeti hatırlatılır. Zira, yanlış bilginin bir konu hakkında hatalı tasvir yarattığı ve öğrenme şevkini kırdığı vakidir. Binaenaleyh yanlış kavrayışın yol açtığı sanrının, cehaletten daha tehlikeli sonuçlar doğurması kuvvetle muhtemeldir. Bu bağlamda, İslam dininin iki başat kaynağı Kur’an ve sünnet sıklıkla referans olarak sunularak okuyucu nezdinde bu kaynakların tarihsel veya edebi metinlerden ibaret olmadığı, aksine hayata yön veren dinamik rehberler olduğu düşüncesi pekiştirilir. Kur’an’ın lafızlarının ardındaki manaların da kavranılarak değiştirici ve dönüştürücü hükümlerinin keşfedilmesinin gerekliği defaatle telkin edilir. Gün geçtikçe yalnızlaşan ve bireyselleşen insanın yegâne devası olan vahiy, bu itibarıyla epistemolojik kıymetinin yanında yeri doldurulamaz bir bilgi olarak tarif edilmektedir. Keza, nebevi doktrini şiar edinmek, insanlığın salaha ve felaha erebilmesinin tek yöntemidir.
“İslam; Kur’an, hadis ve diğer kaynaklarda mevcut bulunan mesajların toplamıdır. Fakat aynı zamanda İslam gerçek dünyada var olan bir hadisenin, hukuk, şehirler, devletler ve medeniyetler yaratan hareketin adıdır.” sözleriyle İslam’ın teorik yapısı ile pratik yansımalarının birbirinin mütemmim cüzleri olduğu ifade edilmiştir. Diğer bir deyişle dondurulmuş, mutlak bir gelenek anlayışından ya da doğrudan geleneği reddeden bir tutumdan ziyade geleneğe hürmetle ona eklemlenme temayülü gösterilir. Bununla beraber İslam’ın bir düşünme şeklinden çok eylem biçimi, felsefeden çok hayat pratiği olduğu vurgulanmıştır. Bu vurgu, kitabın diğer temel argümanlarına da sirayet etmiş durumdadır. Bu yönüyle kitap, pasif değil aktif karaktere sahip bir İslamî hayat görüşü inşa etmektedir. Esasında, İslam dininin salt teolojiden ibaret olmadığı, bilmek kadar eylemek de gerektiği ilahi ve tarihi hakikatlerle temellendirilmiştir.
Bütüncül İslam Tasavvuru
Aliya’ya göre akıl ve bedenin iki kutuplu birliğinden müteşekkil insan gibi, muhatabı olduğu din yani İslam da madde ve ruhun terkibinden meydana gelir. Madde, daha ziyade Batı medeniyetinin, ruh ise Doğu medeniyetinin nüvesini teşkil eder. İslam ise her ikisini haiz olmakla beraber maddi ve manevi hayat arasındaki bir denge hâlidir. Yani maddi alem üzerinde içtimai nizam inşa edilmesi kadar fertlerin tek tek ilahi nizama sadık yaşaması da mühimdir. Diğer bir deyişle politik ve sosyolojik tavrında içtimaî ve ahlakî hassasiyeti temel alır. Fertlerin, toplumların, milletlerin, kurumların, kuruluşların ve liderlerin ilim, hikmet ve marifetini merkeze koyar. Ona göre, medeniyetin temeli, din ve dinin sınırlarını çizdiği ahlaktır. Mutlak saadete, dinden ayrışmış bir kültür ile değil, kültüre rengini veren hak din ile erişilebileceğine, aksi hâlde ahlakî yozlaşmanın kaçınılmaz olacağına temas eder. Ona göre nizam, beşeri cihetiyle değişime tabidir fakat nizamın vahye dayanan metafizik ve ahlakî ilkeleri sabittir. Aliya, tam da bu haseple “İslam dünyası Batı’dan organizasyon ilkelerini, bilimsel çalışmaları ve teknikleri kabul etmelidir; fakat özel yaşam, hayat felsefesi, ahlâk anlayışı ve aile hayatı bakımından Avrupa bir örnek teşkil etmemektedir.” der.
Netice olarak Aliya’nın erken yaşlardan itibaren zihnini meşgul eden felsefî sorgulamalar, İslam’ın erdemlerine aklen ve kalben ikna olması ile neticelenmiştir. Nitekim, İslamî ilke ve değerlerin evrenselliğine ve bunların -zamanın hakimi Allah tarafından tayin edildiklerinden ötürü- zamanla kayıtlanmadığına kâni olmuştur. Bu çerçevede, indirgemeci ve parçacı paradigmadan uzak, tutarlı, kuşatıcı ve bütüncül bir İslam tasavvuru geliştirmiştir. Dinin zahiri ve batınını (şeklini ve ruhunu) mezceden, münevver olduğu kadar tenvir etme iştiyakı taşıyan Aliya, “Toplumsal şuur, sorumluluk, birlik ve beraberliği kuralım, saflarımızı her yerde sık tutalım, tek kelimeyle en güzel ve mümkün olan en geniş ölçüde organize olalım.” sözleriyle topyekûn bir teşkilatlanma çağrısında bulunur. Tüm hayatını özveri ve diğerkamlık ile İslam dininin nizam-ı alem kılınmasına adayan ve bu uğurda ender görülmüş bir mücadele ortaya koyan Aliya, miras bıraktığı fikriyatı ile bir kandil misali yolumuza ışık tutmayı sürdürmektedir.
Bilge kral Allah rahmet eylesin.
Faydalı ve çok anlamlı bir yazı emeğinize, fikrinize sağlık.