İslam Felsefe ve Müslüman Filozoflar
İslam ve felsefe… Bu iki kavram İslam dünyası ve Müslümanlar tarafından dönem dönem çok zıt şekilde anlaşılmış ve her daim tartışmaların odağında olan bir konu olmuştur. Bazen birbirini destekleyen ve tamamlayan iki olgu olarak anlaşılırken bazen de zıt kutuplarda ele alınan iki farklı terim olarak anılmıştır. Bu farklılıklar İslam alimlerinin görüşlerine de yansımıştır. Bazıları bu iki kavram üzerine düşünmeyi bir ibadet derecesine yükseltip kulluk görevi olarak görürken bazıları ise küfre götüren bir yol olarak nitelendirmiştir. Bizler de bugün önce Rabbimizin merhametine sonra da siz değerli okurlarımızın anlayışına güvenerek amiyane tabirle derin konulara giriş mahiyetinde bir şeyler yazmayı planladığımız bir seriye başlıyoruz. Bu iki kavram hakkında kafalara takılan genel soruları beraber sorup yine beraber cevaplar arayacağımız bu uzun soluklu seride felsefe kavramını, İslam’a uygunluğunu, İslam felsefesi tabirini, felsefenin ve felsefî düşüncenin gerekliliğini, İslam felsefesinin önemli olay, eser ve şahsiyetlerini konuşacağız.
Felsefe Kavramının Ortaya Çıkışı
Felsefe kavramının kökeni MÖ 7. yüzyıla kadar dayanır. Antik Yunan’da çıkıp Thales, Platon, Sokrates, Aristoteles -ki bu filozof İslam felsefesini ve filozoflarını en çok etkileyen ayrıca İslam dünyasındaki meşşailik akımının da kökeninde olan önemli bir filozoftur- gibi filozoflar sayesinde gelişen felsefeyi İslam dünyası ilk olarak 8. yüzyılda tanımıştır. İlk olarak Emeviler ile gündeme gelen tercüme meselesi Abbasiler devrinde ve özellikle halife Ebu Cafer El-Mansur döneminde devlet politikası haline gelmiştir. İslam devletinin sınırlarının genişlemesi ve farklı kültürlerle etkileşimin artması, sürekli gelişmekte ve ilerlemekte olan İslam medeniyeti için tercüme faaliyetlerini zorunlu kılmıştır. Başta Grekçe olmak üzere Pehlevice, Süryanice ve Sanskritçe gibi dillerden çevrilen önemli felsefî ve ilmî eserler İslam alimlerinin felsefe ile tanışmasına olanak sağlamıştır. İslam alimleri felsefeyi ve o döneme kadar felsefeye katkıda bulunmuş filozofları sadece öğrenmek ve tanımakla kalmamış, onların görüşlerine tashihler, tenkitler ve şerhler yapmış, yani kendi yorumlarını da katarak bilgiyi İslamileştirmiş ve hikmet kavramını ortaya çıkarmışlardır. Yapmayı planladığımız serinin de konusu olan düşünce ihtilafları ve tartışmalar bu dönemden itibaren konuşulmaya başlanmıştır.
İslam Felsefe Anlayışı
Artan fetihler sayesinde toprakları genişledikçe gelişen İslam Medeniyeti’nde refah seviyesinin yükselmesiyle birtakım düşünce hareketleri ortaya çıkmış ve bunlar tasavvuf, kelam ve felsefe olarak üç ana kola ayrılmıştır. Zaten düşünceyi sistemli ve sürekli yapabilmek için birinci koşul refahtır. Felsefenin ilk olarak refah seviyesi yüksek zengin bir liman şehri olan Milet’te ortaya çıkması da bunun en büyük kanıtıdır. Bu 3 düşünce hareketinden ilk ikisi (kelam ve tasavvuf) Kur’an ve sünnet kaynaklı olduğundan dolayı doğruluğu ve İslam’a uygunluğu hakkında tartışmalar olmamıştır ama felsefenin Antik Yunan’dan ithal bir düşünce hareketi olmasından ötürü bu kavram İslam Dünyası içinde hep ön yargıyla yaklaşılan bir konu olmuştur. Bu konu hakkında yapılan yorumların ekserisi orta yolu bulmak yerine mevzuyu daha da uç noktalara ve zıt kutuplara taşımıştır.
Kanaatimizce kısır tartışmalar olan ve biz Müslümanları asıl önemli olan mevzular üzerine kafa yormaktan alıkoyan bu tartışmalarda unutulan iki önemli husus vardır: Birincisi İslam alimlerinin felsefeyi ve filozof görüşlerini gelişigüzel bir biçimde almadıkları; tenkit ve tashih edip ekleme ve çıkarmalar yaparak İslam düşüncesi ve geleneğine, inanç sistemine, ilah anlayışına uymayan görüşleri “İslam Felsefesi” denilen olgunun dışında tuttuklarıdır. İkinci husus ise felsefe denilen şeyin özellikle Modern Batı Felsefesi olarak adlandırılan ve temelleri Rönesans’a dayanan Batı düşünce sisteminin günümüze kadar gelen felsefî görüş ve şahsiyetlerini kapsayan dönemi üzerine sağlam bir temel oluşturmadan derin okumalar yapmanın olumsuz sonuçlar doğurabileceğidir. Bu temeli oluşturmanın yolu da önce kendimizden olanı okumak, öğrenmek ve sonrasında farklı mecralara, düşüncelere ve fikirlere yönelmektir. Çünkü bilinmelidir ki, doğruyu bilmeden yanlış anlaşılmaz. Doğruyu kavramadan yanlışa yönelmek kafa karışıklığına sebebiyet verebilir.
İslam Felsefesi, filozofları ve alimleri; batının Rönesans’ının, bugünkü düşünce zenginliğinin, ilmi üstünlüğünün kaynağı ve en büyük sebebidir. Bilindiği üzere batı, üniversitelerinde Müslüman filozof ve bilim adamlarını okuyarak ve okutarak kendi eski düşüncesi hakkında fikir sahibi olabilmiştir. Tabiri caizse İslam Felsefesi antik ve modern batı düşüncesi arasında temelleri sağlam, yıkılmaz, sarsılmaz bir köprü görevi üstlenmiştir. Biz eğer felsefe üzerine okumak, düşünmek ve fiillerde bulunmak istiyorsak önceliğimiz bu köprüyü kullanmaktır çünkü köprü olmadan tehlikeli sularda yüzerek ikisi arasında bağlantı kurmaya kalkmamızın sonuçları tehlikeli ve dahi ölümcül olabilir. Bu seriye Bismillah dediğimiz giriş yazımızı burada noktalayalım, sonraki yazılarda sorularımıza cevap aramaya devam edip, İslam Felsefesini bir köprü konumuna getiren olay, eser ve şahsiyetleri beraber tanımaya devam edeceğiz inşallah.
Son olarak bu serideki her yazının sonuna sonraki bölümüne kadar istifade edebileceğiniz birkaç eser, makale veya video önerileri yapacağım. Keyifli okumalar dilerim.
Kaynaklar
- Felsefe Din ve Te’vil – İbn Rüşd – Klasik Yayınları (Kitap)
- Abbasi Dönemi Çeviri Faaliyetleri – Gürkan Dağbaşı (Makale), https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/475010
- Türk-İslam Filozoflarının Avrupa Kültürüne Etkileri – Nihat Keklik (Makale), https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/14535
- Prof. Dr. Ömer Türker I İslam Düşüncesinin Teşekkülü ve İslami İlimlerin Ortaya Çıkışı (Video), https://www.youtube.com/watch?v=jZf-dpkZn5I