Mavi Kaplı Bir Kur’an, Bir de Tesbih
Uzun zaman oldu, gönlümden geldiği gibi yazmayalı. Özledim kelimeleri. Özledim hayatın içinden hikayeleri satırlara taşımayı. Yazmak sadra şifa…
Bir ay olacak neredeyse, dünyayı saran koronavirüs salgını ülkemizde de büyük paniğe sebep oluyor . Hayatı askıya aldık, sokaklar boş. Dört bir yandan evde kalın çağrıları yapılıyor . İmkanı ve iş müsait olanlar için, hayat adeta evde geçiyor artık..
İlk gün önce, sevdiğim bir büyüğüm aradı, şöyle dedi:
– Süleyman Kardeşim, çok güzel bir et paket var, içinde kıyma, kuşbaşı, biftek, haşlama etler vs. var, kendimize aldık lakin gönlümden bunun gibi bir paketi ihtiyaç sahibi ailelerle de paylaşmak geçiyor, var mı bildiğiniz birileri?
Bu sözler karşısında tebessüm ettim, cömertliğine ve ince düşüncesine ben selam gönderdim gönlümden. Aklı fikri iyilikte olduğu için, fırsatını bulduğunda ben arardı, şahidim buna, yine benzer bir durum gerçekleşiyordu. Hızlıca zihnimi yokladım ve şu cevabı verdim:
– İlk etapta iki aile var , dilerseniz onlara götüreyim?
– Çok sevinirim, ben sizin eve yollayayım, zahmet olmazsa siz bırakır mısınız?
– Ne demek, seve seve…
Bir Hayır Sahibinin Niyeti
Dün öğlen saatlerinde, baktım kargo paket geldi. Güzelce ikiye böldük ve hayrı bekletmek olmaz diyerek hemen yola çıktım.
Maskem olmadığı için tülbentten bir maske yapmıştı hanım, komik durdu ama onu taktım geçici olarak. İlk aileye vardım önce, nezaketle takdim ettim:
Öyle ya, başa kakmak ve incitmek suretiyle sadakalar, infaklar boşa gidebilir, bu hususta uyanık olmamız telkin ediliyor bizlere. Ne olur ne olmaz diyerek, kimseyi incitmeden yardım etmenin derdindeydim kendi adıma. Mutlu ve huzurluydum, çünkü bir hayra aracılık etmek çok büyük keyif veriyor yüreğime, kabıma sığmaz oluyorum adeta. Fakirlerin, kimsesizlerin, gariplerin yanında, hayatın gerçek manasını kavrıyor gibiyim çünkü. Onlar insanlığımızın aynası adeta, birçok fazilet onlar olmadan açığa dahi çıkamaz. Bu anlamda, kendi adıma en kolay olanı yapıyordum, asıl cömertliği yapan yapmış, bana da onun salih niyetinden hisse almak düşmüştü. Tevazu ile kabul ettiler, pek bir sevindiler. Onları sevinçli görünce ben daha da sevindim, “inşallah mis gibi pişirir yerler, çoluk çocuk tatlı bir an olur onlar için” dedim içimden. Bifteğin ismini bile bilmeden büyüdüğüm için, onlar adına da fazladan bir sevinç içindeydim aslında…
İlk Tanışma
Sonra diğer aileye doğru yola koyuldum. Sanırım iki buçuk sene önce tanışmıştım onlarla, lakin evlerine hiç gitmemiştim. İlk tanışmamız şöyle olmuştu:
Hastanenin acilinde bir hastamız vardı, baktım köşede Suriyeli bir baba, sedyede yatan yedi yaşlarındaki evladının başında kederli bir çehreyle duruyor. Uzaktan izledim onları, çok hüzünlendim. Kimsesizlikleri her hâllerinden belli idi. Yanlarına yaklaşıp dertlerin sordum, ateşler içindeki çocuğa moral olsun diye de ufak bir harçlık verdim. Yavrucak nasıl da sevindi, nasıl da süzdü ben, anlatmak zor. Zahiren onlara destek oluyor gibiydim, lakin aslında ben içimdeki çocuk Süleyman’ın yaralarına da pansuman yapıyordum, kendi çocukluğumdaki günler geliyordu aklıma. Bir garip nasıl bir sevgiyle kuşatılmak isterse, öyle sarmak istiyordum sedyedeki çocuğu…
O gün babasına, numaram şudur, ihtiyaç olursa ararsınız demiştim. Sonrasında birkaç defa görüşmüş, işsizliğinden, geçim sıkıntılarından dert yanmıştı. Lakin asla bir şey istememiş, bir iş bulunsa, her şey kolay olacak demişti. Gözü toktu, sadece büyük bir dramdan kaçmış olmanın ve buralarda yapayalnız yaşamanın verdiği burukluk vardı üzerinde.
Yanlarına vardığımda, eve davet ettiler . “Sizlere zahmet vermek istemem, hem virüsten dolayı mesafe de önemli, dışarıdan geliyorum, zararım dokunsun istemem.” dedim. Kısa bir girsem mutlu olacaklarını ifade ettiler, kıramadım, tedbirlere dikkat ederek içeriye girdim.
Çocuklar ben görünce biraz mahcup oldular, sağa sola kaçıştılar. Eş hemen bir kahve hazırlamaya koyuldu. İnsanlar kendilerini dinleyecek insanlar ararlar esasında, her şeyden öte budur öncelikli ihtiyacımız, bunu bildiğim için, dinlemek istedim hikayelerini, hem yalnızlıklarına iyi gelir diye düşündüm.
Kısa Bir Sohbet
Dört çocukları varmış, iki kız-iki oğlan, en büyükler on altı, en küçükler bir buçuk yaşlarındaydı. Yıllardır Türkiye’deler , savaşın ilk başladığı yıllarda, can korkusuyla ve çocuklarının hayatları için hicret etmişler . Baba inşaatlarda çalışarak aileyi geçindirmiş bugüne kadar . Lakin virüsten dolayı hayat askıya alınınca, o da işsiz kalmış. Eş sabırlı bir hanımefendi. Dört çocuğu büyütmenin derdinde. İkisinin de ailesinden birçok kişi savaşta vefat etmiş, var olanlar da korku içinde yaşıyormuş Suriye’de. Kâh haber aldıkları, kâh alamadıkları çok oluyormuş. Eşine sordum:
– Nasıl geçiyor günleriniz, arkadaşınız var mı?
– Temizlik, çamaşır , yemek derken gün bitiyor, çocuklardan dolayı hiç vakit kalmıyor zaten. Hiç arkadaşım yok, bir tek eşim var ..
Öyle söyleyince, hüzünleniyorum hâliyle. Latife olsun diye, kocasına takılıyorum:
– Eşinin kıymetini bil, en iyi arkadaşı sensin, ona göre.
Gülümsüyorlar bu sözüme. Sonra da hanımefendiye şunu söylüyorum:
– Kocanızın da kıymet ayrı ama, bakın senelerdir ne çok zahmetli iş yapıyor sizler geçindirmek için.
Bu sözüm üzerine birbirlerine bakıp gülümsüyorlar , hanımefendi “evet, aynen öyle” dercesine başını sallıyor . Yüzünde o an, on sekiz senelik evlilikler gözünün önünden geçiyormuş gibi bir eda beliriyor …
Hastanenin acilinde yatan küçük çocuğa ben hatırladın mı diyorum. Babasına dönüp kısık sesle “Bana para vermişti, o di mi?” diyor . Onun bu sözlerini işitince çok gülümsedim. “Çocuklar ne de vefalı, yapılan küçük bir iyiliği bile nasıl da saklıyor gönlünde, hayret” dedim içimden. Tonton dedelerin ve nurlu ninelerin, ceplerinde daima çocuklara verilmek üzere hazır beklettikleri şekerler ve küçük harçlıklar geliyor aklıma, bu ferasetli tutumlarından dolayı onlara da bir selam gönderiyorum yüreğimden..
Güzel Bir Hediye
Küçük yavrunun adı Kasım’mış, epey bir muhabbet ettik. Çok tatlıydı. Annesi Kur’ân ezber yaptığını söyledi, daha da teşvik etmek için şunu teklif ettim Kasım’a:
– Ezberin bitince haber ver , sana güzel bir hediye alayım, olur mu?
– Teşekkürler .. (Gerek yok manasında başını sallıyor .)
– Yok yok, alacağım, ne istersin, lütfen söyle.
Odadan çıktı, diğer odalardan bir Kur’ân bulup yanıma getirdi ve şunu söyledi:
– Bunun kabı siyah, ben mavi severim, mavi kaplı bir Kur’ân alırsan çok sevinirim.
Bu isteği karşısında yine tebessüm ettim, “ah güzel yavrum, ne de hoş” dedim içimden. Sonra, “yahu Kasım, Kur’ân kolay, sen benden başka hediye iste” dedim. Baktım, yine gitti, birkaç dakika sonra içeri geri geldi. Bu defa elinde bir tespih getirdi ve şöyle dedi:
– Böyle bir tespih olabilir. Ya da bunun dijital var, o da olur .
Masal diyarında gibiydim, Kasım önce Kur’ân, sonra da tespih istiyordu hediye olarak. On yaşındaydı, onun da gönlü pek, gözü toktu. “Peki Kasım, sana inşallah ikisini de getireceğim, ama başka hediyeler de olur” dedim. Tamam dedi, gözler gülerek..
Bu aile için ne yapabilirim diye düşünürken, şöyle bir teklifim oldu onlara:
– Tanıdığım bir vakıf var, Aziz Mahmud Hüdayi Vakfı, dilerseniz her ay erzak getirilmesine vesile olabilirim, ne dersiniz?
Ben böyle söyleyince, onlar hemen “sağ olsunlar , başvurmuştuk kendimiz, senelerdir getiriyorlar , her ay erzak yardımları oluyor” dediler . Şaşırdım, “vay be” dedim içimden. İlave ettiler:
– Bütün evimizin halılarını, dolaplarını, koltuklarını falan da vakıf verdi, Allah onlardan razı olsun..
Bu manzara karşısında yine epey gerilere gittim, hüzünlendim, duygulandım. Kasım’ın benim verdiğim harçlığı hatırlaması gibi, ben de çocukluğumuzda kapıya gelen erzakları hatırladım hemen ve tatlı bir heyecanla onlara şöyle dedim:
– Çok şaşırdım şu an, çünkü aynı vakıf, tam otuz sene önce de bizim eve erzak getiriyordu, çeşitli yardımlar yapıyordu, ne kadar güzel bir tevafuk bu, hamdolsun Allah’a…
Gözle Görünmeyen Dile Getirilmeyen Nice Yardımlar
Bu sözlerim üzerine onlar da şaşırdı, duygulandı. Kendi hikayemi merak ettiler, kısaca anlattım..
Ne ilginç, ne güzel sahiden..
Gözle görünmeyen, dile getirilmeyen, afişe edilmeyen ne çok yardımı var Hüdayi Vakfının, ancak Allah bilir. Bu gibi hoş tevafuklarla karşıma çıkınca, içimden köpüren bir vefa ve hürmet duygusu ile fazlaca hisleniyorum, şahit olduğum bu güzelliği insanlarla da paylaşmak istiyorum. Hoş, onların ifşaya ihtiyaçları yok, hatta iyi karşılanmaz, ayıp telakki edilir, lakin çok manidar, çok aziz geliyor bu durum bana. Perde arkasında hangi samimi infaklar, hangi tertemiz sadakalar var ki, senelerdir duru bir ırmak gibi akıyor, kenarda köşede kalmış gariplere, kimsesizlere, fakirlere, mazlumlara ulaşıyor, şaşmamak elde değil doğrusu…
İşte böyle…
Onların yanından ayrılırken içim huzurla dolmuş, bir emanet daha yerine teslim etmenin sevinç vardı üzerimde.
Eve vardığımda olanları hanıma anlattım ve cümlelerimin sonuna şu duayı ekledim:
Muhabbetle…