Nerede O Eski Ramazanlar: Osmanlı Gelenekleri
“Nerede o eski Ramazanlar?” Bu kalıplaşmış sözü hemen hemen her Ramazan duymaktayız. Peki bu özlemin kaynağı olan geçmişteki Ramazanlar nasıldı? Bütün İslam medeniyetlerinde böyle olmakla birlikte özellikle Osmanlı için, Ramazan’ın yeri bir başkaydı. Müslümanlar için son derece mühim olan bu ay; Osmanlı kültürü ile iç içe geçmiş ve Türk-İslam Medeniyetinin bir tezahürü olarak beraberinde pek çok gelenek ve miras bırakmıştır. Bugün yazımızda, Osmanlı’da Ramazan ayında uygulanan bazı geleneklerinden ve bu dönemdeki atmosferden bahsedeceğiz.
Osmanlı’da Ramazan dendiğinde aklımıza her ne kadar bin bir çeşit yiyecekle donatılmış sofralar, iftardan sahura kadar süren ve şenlik havasında geçen eğlenceler gelse de Ramazan, Osmanlılar için elbette bundan ibaret değildi. Onlar; bu aya mahsus ilmî, dinî ve sosyal birçok uygulama ve geleneğin öncüsü olmuş, bu gelenekleri yaşatmış ve gelecek yıllara aktarmışlardı. Şu anda çoğunu aynen uygulamadığımız bu geleneklerin asıl amacını ve özünü düşündüğümüzde, Ramazan’ı; bu ayı hakkıyla yaşamaya çalışan bir toplumun, kendi kültür ve yaşantısıyla harmanladığı bir ibadet olarak görebiliriz.
İlmi Faaliyetler
Huzur Dersleri
Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan itibaren padişahların, çevresinden ulemayı eksik etmediğini görmekteyiz. Huzurlarında ilmi sohbet ve tartışmalar düzenleyen padişahlar zaman zaman kendilerine bu konuda özel hocalar edinmiş ve ilmi faaliyetlere önem vermişlerdir. Bu bağlamda Huzur Dersleri önemli ve Osmanlı’da Ramazan ayına özel bir uygulamadır.
1759’dan 1924 yılında halifeliğin kaldırılmasına kadar 165 yıl boyunca devam eden bu uygulama; padişahın bizzat katılımı ile gerçekleştirilen tefsir derslerini içermekteydi. Bu derslere örnek teşkil eden ilk düzenli uygulama III. Ahmed Devri’nde Nevşehirli Damad İbrahim Paşa tarafından gerçekleştirilmişti. Osmanlı’da Ramazan ayında her zaman olmasa da sarayına devrin ünlü âlimlerini toplamış ve Kur’an’dan bazı ayetlerin tartışmalı olarak tefsirini yaptırmıştı. Bu derslerden birine babası ile katılmış olan III. Mustafa; bu dersleri çok faydalı ve güzel bulmuş olmalı ki, daha sonraki padişahların da uyacağı bu geleneğin öncüsü olmuş ve Huzur Dersleri’ni başlatmıştı.
Derslerde tefsir edilecek sure ve ayetler çok önceden meşihata yani şeyhülislâmın bulunduğu makama bildirilir, şaban ayının on beşinde muhataplara yani tefsirleri tartışacak alimlere hazırlanmaları tembih edilirdi. Padişah, tartışmalı ve faydalı geçen derslerin sonunda muhataplara ihsanlarda bulunarak bu derslere verdiği önemi göstermiştir.
Cerre Çıkmak
Halk arasında cerre çıkmak tabiri ile bilinen “cer” Osmanlılarda başlangıçtan beri var olan bir uygulamaydı. Talebeler, yılın dokuz ayını ilimle uğraşarak geçirdikleri medreseden çıkıp üç aylarda ve özellikle Osmanlı’da Ramazan ayında şehir, kasaba ve köylere dağılırlardı. Camilerde vaazlar vererek, Kur’an okuyarak ve halkın sorularını cevaplandırarak onları din konusunda bilinçlendirmeye çalışırlardı. Çocukların yetişmesine de katkı sağlayan talebeler, bu uygulama sayesinde hem halkın bilgi seviyesini ve dini yaşantısını iyileştirerek onlara fayda sağlar hem de öğrendiği bilgileri bizzat uygulama ve pekiştirme imkanını elde etmiş olurlardı. Talebeler bu uygulama ile harçlıklarını da çıkartmış olur, buna ilaveten halkın bilgi ve yaşantısını görmüş ve halkın bu alandaki ihtiyaçlarını da yakından incelemiş olurdu.
İki taraf için de son derece kazançlı olan bu uygulama ne yazık ki diğerlerinde olduğu gibi bozulmalarla birlikte zamanla ortadan kalkmıştır. Ancak uygulandığı dönemde, halka ve medrese talebelerine yapılan çok verimli bir din hizmeti olduğu aşikardır.
Yardımlaşma Faaliyetleri ve Ekonomik Tedbirler
İftar Davetleri ve Diş Kirası
Osmanlı’da Ramazan ayı, Osmanlılar için yardımlaşma ayıydı. Halk arasındaki sosyal dayanışma kendini en çok bu ayda gösterirdi. Zenginin fakir ile, bilenin bilmeyen ile paylaştığı Ramazan’da, herkesi aynı iftar sofrasında buluşturan şey bu ayın manevi atmosferiydi.
Osmanlılar da iftar davetlerini; Sadrazam gibi devlet ricalinden veya zengin ahaliden olan kişilerin verdikleri, maksadı yardımlaşmak olan Konak daveti ve daha orta halli ailelerin verdiği, iftar davetleri olarak ikiye ayırabiliriz. Konak davetleri; tanıdık-tanımadık, davetli-davetsiz herkese hatta gayrimüslimlere bile açık konaklarda olurdu. Diğer iftar davetleri ise konak dışında, orta gelirli ailelerin yemek miktarını arttırarak hazırladığı sofralarda gerçekleşirdi. Burada da yine davetsiz gelebilecek misafirler hesaba katılarak yemekler bol yapılırdı.
İftardaki yemek adabına göre; önce iftariyelik denen ve kahvaltıyı andıran bir başlangıç ile yemeğe giriş yapılır, ardından akşam namazı kılınarak fasıl verilirdi. Namaz sonrasında ise asıl iftar yemeğine geçilirdi.
Osmanlı’da Ramazan ayında konak ve yalılarda yapılan iftara gelen asıl misafirler dışında fakir halk için de sofralar kurulur ve davetsiz gelen geri çevrilmezdi. Ayrıca bu fakir ve düşkün misafirlerin her birine diş kirası adıyla uygun miktarda atiyye yani hediye verilirdi. Bu hediyeler genellikle kadife keseler içerisinde gümüş, akçe, altın veya tespihlerden oluşmaktaydı. Bu hediyelerdeki amaç yoksullara yardımcı olmaktı.
Bu gelenek II. Meşrutiyet’le beraber, sarayın eski durumunu kaybetmesi ve âdeti uygulayacak konak sahiplerinin azalması gibi nedenlerle kaybolmaya başlamıştı.
Sadaka Taşı
Osmanlı toplumunda yardımlaşmayı çok çeşitli şekillerde görmek mümkündü. Bu yolların hemen hemen hepsinin ortak noktası yardımı alan kişilerin rencide olmaması ve yardımı veren kişilerin de bunu son derece gizlilik içerisinde yapmasıydı. Sadaka taşı bu yardımlaşma yollarından biriydi.
Sadaka taşı; genelde camilerin avlusunda, vakıflarda veya ihtiyaç sahiplerinin yoğunlukta yaşadığı yerlerde bulunan bir yardımlaşma aracıydı. Baş kısmı oyuk şekilde olan ve boyu bir metreye ulaşan bu taşlar; “Sağ elin verdiğini sol el bilmesin” hadisinin bir nevi uygulamaya koyulmuş biçimiydi desek yanlış olmaz. Temel mantığı, yardımı yapan ve alan kişilerin birbirini görmemesi ve tanımaması olan bu uygulama; yardımlaşmanın bu dönemde artmasını sağlayan önemli bir etken olmuştur. Yapılan yardımlar, özellikle kimsenin görmeyeceği saatlerde buraya bırakılır ve ihtiyacı olan da yalnızca ihtiyacı kadarını buradan alırdı. Yılın her dönemi kullanımda olan bu taşlar, Osmanlı’da Ramazan ayı geldiğinde daha da önem kazanırdı.
Zimem ve Narh Defterleri
Zimem defteri de sadaka taşında olduğu gibi, yardımı yapan ve alan kişinin birbirinden haberdar olmadığı bir uygulamaydı. Bugün bakkallarda veresiye defteri olarak isimlendirilen defterler Osmanlı Dönemi’nde zimem defterleriydi. Durumu iyi olan kimseler, Osmanlı’da Ramazan ayında çeşitli esnaf ve bakkalların tuttuğu bu defterin gücü yettiği kadar sayfasını bazen de tamamını satın alarak yardıma muhtaç kişilerin borçlarını kapatırdı.
Ürünlere getirilen fiyat sınırına ise narh denilmekteydi. Özellikle Ramazan ayında halkın ihtiyaçları ve yapacağı alışverişler göz önüne alınır ve daha Ramazan gelmeden fiyat belirlemesi yapılarak bunlar narh defterlerine kaydedilirdi. Böylece hem satıcılar arasında haksız rekabet ve fırsatçılık önlenmiş olur hem de halk mağduriyete uğramamış olurdu. Veziriazam hatta bazen Padişahın bizzat kendisi çarşı ve pazarda tebdil gezerek devletin belirlediği fiyat üzerinde satış yapanları tespit eder ve cezalandırırlardı.
Halk Arasında Ramazan
Direklerarası Eğlenceleri
Osmanlı’da Ramazan ayının en bilinen yönü şüphesiz iftar ile sahur arasındaki eğlencelerdir. Teravih ardından halkın bir kısmı ibadetle meşgul olur, küçük bir kısmı da bugünkü Vezneciler ile Şehzadebaşı’nı da içine alan bölgede düzenlenen eğlencelere katılırdı. Cadde boyunca her iki sıradaki dükkânların önüne direkli sütunlar dikilmiş ve bu direklerden dolayı cadde boyunca olan kısım Direklerarası olarak isimlendirilmişti.
19.yy’ın sonlarında Direklerarası’ndaki büyük kahvehanelerde orta oyunu, meddah ve Karagöz gibi halkın büyük ilgiyle izlediği gösteriler yapılır ve Osmanlı’da Ramazan akşamları burada adeta bir şenlik havasında geçerdi. Zamanla bu bölge sadece eğlence için değil; kültür, sanat ve edebiyat için de önemli bir yer olmuştu.
Semai Kahvehaneleri
19.yy’ın bir diğer eğlence ve kültür mekânı ise bu kahvehanelerdi. Osmanlı’da Ramazan ayında halk edebiyatının örneklerinden olan semai okumalarından dolayı bu adı almış olan kahvehaneler sadece bu aya özeldi. Burada düzenlenen mâni yarışmaları kahvehanelerin en önemli etkinliğiydi. Ancak halk tarafından büyük ilgi gördüğü söylenen bir diğer etkinlik ise muamma denilen bilmece oyunlarıydı. Çözülmesi istenen bilmece bir kâğıda yazılır ve kahvehanenin duvarına asılırdı. Çözülene kadar burada kalan bilmeceyi çözen kişi mükafatlandırılırdı.
Ziyaretler
Osmanlı toplumunda son derece önem verilen ve ziyaretleri gelenekleştirilen Ayasofya, Eyüp Sultan, Fatih ve Süleymaniye gibi camiler vardı. Ayrıca halk arasında Osmanlı’da Ramazan ayının ilk Cuma namazını Ayasofya’da, sonuncusunu da Süleymaniye’de kılmak gibi bir gelenek olduğu da söylenmekte. Halk arasında Ramazan’da türbe ve mezarları gezme adeti de oldukça yaygındı.
Mukaddes emanetlerin bulunmasından ötürü her Ramazan’ın ortasında padişahların; Topkapı Sarayı’nın Hırka-i Saadet Dairesi’ni ziyaret etmesi de bu dönemin önemli geleneklerinden biriydi. Günümüzde de bu daire her Ramazan açılıp temizlenmekte ve Osmanlı Dönemi’nde olduğu gibi içeride devamlı Kur’an okunmakta.
Osmanlı’da Ramazan ayına ait ziyaret geleneklerinden bir diğeri de bütün padişahların Ramazan ayının on beşinci günü, resmi açılışında Hırka-ı Şerif’i ziyaret etmeleriydi. Hırka-i Saadet’te olduğu gibi Hırka-ı Şerif ziyaretlerinde de alay düzenlenir, devletin ileri gelenleri de alaya katılırdı.
Ramazan Sembolleri
Mahya
Ramazan’ın günümüzde de Osmanlılar Dönemi’nde de en önemli sembolü şüphesiz mahyadır. İki minare arasına çekilen tellerin üzerine hazırlanan, çeşitli yazı ve motiflerden oluşan mahyalar; halka Ramazan’ın geldiğini ifade etmekteydi. Günümüzde mahyalar elektrikli ışıklar ile hazırlansa da en az o zamanlarda yaşayanlar kadar bizlere de Ramazan’ı hissettiren en önemli etken olduğuna şüphe yok.
Mahya kurma geleneğinin ne zaman ve ne amaçla yapılmaya başlandığı tam olarak bilinmese de ilk defa I. Ahmed zamanında (1603-17), Fatih Camii Müezzini Hattat Hafız Ahmed Kefevî tarafından Sultanahmet Camii’ne kurulduğu düşünülmekte.
Osmanlı’da Ramazan ayının; bugün dahi devam eden en bilindik ve önemli geleneklerinden biri olan Mahya Kurmak, beraberinde geleneksel bir mesleği de getirmişti. Bu mesleği icra eden mahyacılar 11 Ay boyunca hem çırak yetiştirir hem de yazılacak yazı ve motiflerin biriktirildiği, oldukça zengin içeriğe sahip Mahya defterlerini tutarlardı. Ayrıca yeni motifler ortaya çıkartmak için kendi aralarında gizliden bir yarışa girdikleri de söylenmekteydi. Mahyacılık genellikle babadan oğula intikal ederdi. Ancak bu dönemde mahyacı olabilmek için ise adayların, mahyacılar ve şehrin ileri gelenlerinden oluşan bir jüriye meslekte yeterli olduklarını ispat etmeleri gerekmekteydi.
Ramazâniyyeler
Ramazan, yalnızca sosyal yaşamı değil, dili, edebiyatı ve dahî sanatı da etkilemiştir. Ramazâniyyeler, Ramazan’ın edebiyatı etkilediğinin en önemli göstergesidir. Ramazan dolayısıyla şairlerin; padişahlara, devlet ileri gelenlerine yahut kendi eşrafına yazdığı bu kasideler, Ramazâniyye olarak isimlendirilmiştir. 17.yy itibarıyla Osmanlı geleneği içerisinde yer alan Ramazâniyyeler; oruç, Ramazan için yapılan hazırlıklar ve bu ayda camilere duyulan ilgi gibi dönemin sosyal yaşantısından olguları içermekteydi. Şairler, Ramazâniyyelerde Ramazan’ın güzelliklerinin yanında; özelliklerinden de bahsetmekteydi. Maneviyatın yükselmesine de vesile olan bu kasideler Ramazan’ın faziletinden ve ibadetlerin sevabından bahseden beyitler de içermekteydi.
Ramazan Tenbihnâmeleri
Osmanlı’da Ramazan ayının yaklaşmasıyla sosyal, kültürel, idari ve politik konuları içeren geniş çaplı tenbihnâmeler yayınlanırdı. Ramazan ayı içerisindeki toplum yaşamını düzenleyen bu uyarı metinlerinde; umuma açık yerlerde herkesin edep kurallarına uygun davranması gerektiği, içki mekanlarının bu süreçte Müslümanlara yasak olduğu, mazeretli ya da mazeretsiz olarak oruç tutmayanların; herkesin görebileceği yerlerde yeme-içmesinin yasak olduğu kurallar yer almaktaydı. Sosyal konuların ağırlıkta olduğu bazı tenbihnâmelerde, halkın hangi yerlere ve bu yerlere hangi zaman dilimlerinde gitmeleri gerektiği de yer almaktaydı.
Devlet yönetimi ve din adamları tarafından, Ramazan ayının daha feyizli geçmesi için yapılan bu tenbihnâmeler, herkesin edep ve saygı çerçevesinde yaşaması adına alınmış bir nevi önlemdi. Bu uyarı ve yasakların yanında halk vaaz ve nasihatler vasıtasıyla da dinî bilgi ve maneviyat açısından bilinçlendirilmekteydi.
Bayram
Ramazan’ın bitmesine bir hafta kala birçok kadın, Kapalıçarşı gibi alışveriş yerlerine gider ve Ramazan için ihtiyaçlarını giderirdi. Bayram için kıyafetler alınır yahut diktirilirdi. Önceden hazırlanan bu kıyafetleri ertesi günü bekleyemeden giyen çocuklara arife çiçeği denildiği birçok kişi tarafından bilinmektedir.
Bazı bayramlarda padişahlar halka açık büyük şenlikler düzenlettirmişlerdi. Bu şenliklerde İstanbul esnafı çeşitli hünerlerini sergilemiş, orta oyuncuları, hayalciler ve meddahlar çeşitli semtlerde halkı eğlendirmişlerdi. Güreşçiler bu şenliklerin önemli bir parçası olmuştu.
Büyükler ve küçükler sabah erkenden bayramlık elbiselerini giyerler ve yakınlarında bulunan bir camiye bayram namazına giderlerdi. Namazdan sonra camide yapılan bayramlaşmanın ardından evde aile fertleri ile de bayramlaşılırdı. Bugünkünden pek farklı geçmediği anlaşılan Bayram günlerinde, farklı olarak İstanbul’un çeşitli semtlerindeki meydanlara bayram yerleri kurulmaktaydı.
Padişah ve erkânın sarayda bayramlaşmasına Muayede Alayı denmekteydi. Fâtih Sultan Mehmed tarafından kanunlaştırılan saraydaki bu bayramlaşma, bazı usul ve kaidelere sahipti. Adet üzere Padişah, Bayram günü sabah namazını Hırka-i Saâdet dairesinde kılardı. Padişahın bayramını tebrik edecek olanların adları önceden tespit edilir, bunlar sabah namazını Ayasofya Camii’nde kılarlar ve namazdan sonra saraya döner ve Kubbealtı’nda toplanırlardı. Silahdarağa vasıtasıyla padişaha haber gönderilir ve padişah Arz Odası’na gelirdi. Buranın önüne kurulan tahta otururdu. Nakibüleşrâf Efendi’nin duası ile bayramlaşma merasimi başlardı. Belirlenen sıraya uygun olarak devlet erkânı, padişah ile bayramlaşırdı. Tebrik merasiminin bitimi teşrifatçı tarafından padişaha bildirilirdi.
Yazımızda da gördüğümüz gibi Ramazan ayı, Osmanlılar için hem Devlet hem de halk nezdinde oldukça önemsenen ve toplumsal yaşamı doğrudan etkileyen bir süreçti. Birçok İslam Devleti ve Müslüman toplum tarafından sevinç ve heyecanla karşılanan Ramazan ayının manevi bereketi ve Osmanlı’nın ince düşünülmüş gelenekleri; farz olan bir ibadetin yerine getirilmesinin ötesine geçerek pek çok güzel faaliyetin ve düşüncenin de öncüsü olmuştur. Ramazan ayının önemini ve amacını iyi kavramanın bir neticesi olarak bu geleneklerin bir kısmı bugün dahî aynen devam etmekte, bir kısmı da değişikliğe uğrasa da varlığını korumakta. O halde diyebiliriz ki: “O eski Ramazanlar” hâlâ burada. Çünkü bu geleneklerin temelini oluşturan inanç kaybolmadıkça Ramazanlar asla eskimeyecek. Unutmayalım ki gelenekler, Ramazan’ı daha güzel yaşamak için yalnızca bir vesiledir.
O halde biz de herkese, en az “o eski Ramazanlar” kadar bereketli ve Hayırlı Ramazanlar dileyelim…
Kaynakça
- ÇETİN, Onur (2020). Geçmişten Bugüne Ramazan Gelenekleri ve Geleneklerin Yaşatılarak Geleceğe Aktarılmasına Dair Öneriler. Türk Ekini Dergisi Sayı 6, s. 14-36.
BEZCİ, Gül (2018). Osmanlı Toplumunda Ramazan Kültürü, Yüksek Lisans Tezi, D.Ü. Sosyal Bilimler Enstitüsü.
KARA, E. Tarık (ed.), Tarihte Ramazan, Yitik Hazine Yayınları, İzmir,2006. - islamansiklopedisi.org.tr/ramazan
- islamansiklopedisi.org.tr/direklerarasi
- islamansiklopedisi.org.tr/mahya–ramazan
- islamansiklopedisi.org.tr/ramazaniyye–edebiyat