İçerikler

Resûlullah’ı (sav) Anma Sanatı: Naat

Âlemlere rahmet, gül yüzlü nur Muhammed, şefaatine bizleri de nail et.

(Amin)

Arapça “نعت” kökünden türeyen ve “tasvir, tanımlama” anlamına gelen “naat” sözcüğü terim olarak Hz. Muhammed’i (sav) konu edinen, onu överek ondan şefaatin arzulandığı nazım türlerine denir. Arap edebiyatında “methiye” başlığı altında söylenen şiirler Fars ve Türk edebiyatında naat adıyla müstakil olarak ayrılmıştır. Şairler hacmi ve alanı ne olursa olsun yazdıkları eserlere, Allah’a hamd ettikleri “hamdele” ve Resulü’ne salavat getirdikleri “salvele” bölümüyle başlarlar. Bu İslami bir gelenektir ve yazılan eserin edebi, ilmi, dini olup olmaması önemli değildir.

Şairlerimiz, dualarımızda kendisinden şefaatini istediğimiz Hz. Muhammed Mustafa’ya (sav) birçok eserinde yer vererek yüreklerinde taşıdıkları sevgiyi, duydukları özlemi dile getirmiş, ona salat ve selamda bulunmuşlardır. Ayrıca dört halife için de yazılmış olan bazı eserlere naat adı verilmektedir. Muhtevası açısından naatlarda; peygamberin üstün özellikleri, sünneti, mucizeleri, çektiği sıkıntılar, hicreti, kainatın efendisi oluşu, mana ve surette eşi benzerinin bulunmadığı, siyer ve yaradılışın gayesi anlatılır. Şairlerimiz kullandıkları terkiplerin yanı sıra daha çok samimiyetlerini ve sevgilerini aktaracakları en iyi üslubu tercih etmişlerdir.

Sunset
Sunset 1

Arap Edebiyatında Naat Örnekleri

Arap edebiyatında, başlangıcı asr-ı saadet dönemine dayansa da yedi asır öncesinden bir naat örneği bulunmakta. Es’ad Ebû Kerîb el-Himyerî‘nin yazdığı birkaç dizelik beyitler muhafaza edilmiştir. Kendisi semavi kitaplardan ve dönemin âlimlerinden Allah resulünün (sav) geleceğini öğrenmiş, beklenen peygambere olan inancını, yaşayıp onun zamanına yetişmesi halinde iman edip ona büyük bir sadakatle bağlanacağını yazmıştır. Muhafaza edilip Efendimize ulaşan bu beyitler sayesinde şair, Hz. Peygamber (sav) tarafından Ehl-i Tevhid olarak nitelendirilmiştir. Yaşanılan bu olay daha öncesinde benzerine rastlanmamış güzel bir hadisedir.

Sahabe de Peygamber Efendimiz için, onun şefaatine nail olmak için mısralar dizmiş, onun güzel ahlakına vurgulu şiirler yazmışlardır. İlk peygamber methiyeleri yani naatları İslam’ın yayılması ile bağlantılıdır. Medine’de artan Müslüman nüfus, müşrikler ve Yahudiler tarafından güç olarak görülmüştür. Akabinde Bedir, Uhud, Hendek ve Hayber gibi savaşlardan sonra oluşan gerilim ortamında Müslümanlar ile müşrikler ve Yahudiler arasında şiir atışmaları olmuştur.

Asr-ı saadette naat türünün ilk örnekleri A’şa ve Ka’b bin Züheyr‘in kasideleri ile verilmiştir. Onların başlattıklarını Hassan bin Sabit, Abdullah İbn Revaha, Ka’b bin Malik, Âmir bin Sinanî’l-Ekvâ ve Enceşe devam ettirmiştir. Bu şairler daha sonrasında Şuarâü’n-Nebî yani “peygamber şairleri” olarak nitelendirilmişlerdir. Arap şairlerin başlatmış olduğu bu methiye nazım türü, hicri dördüncü asırda tam olgunluğuna ulaşır ve gelenek haline gelmeye başlar.

Ka’b bin Züheyr ve Kaside-i Bürde

Mekke fethi sırasında kardeşi Büceyr ile birlikte şehirden kaçan Ka’b bin Züheyr, meraklanıp  ne olup bittiğini öğrenmesi için kardeşini şehre geri gönderir. Şair olan Ka’b, kardeşi Büceyr’in Efendimiz (sav) ile görüşüp İslamiyet’i kabul ettiğini duyunca onu bir şiirle eleştirir. Yazdığı bu şiirden ötürü tehlikede olduğunu düşünüp kaçan Ka’b bin Züheyr’i hiçbir kafile kabul etmez. Kardeşinden gelen bir haberle kaçmanın bir faydası olmayacağını, Hz. Muhammed’in (sav) affına sığınarak kurtulacağını anlayan Ka’b, “Bânet Su’âd…” sözleriyle başlayan övgü dolu bir şiiri Efendimiz (sav) için kaleme alır.

“Muhakkak ki Allah’ın elçisi, Allah’ın nuruyla hak ve hidayete ulaşılan keskin kılıçlardan bir kılıçtır”

(Kaside-i Bürde)

Bu şiir okununca Efendimiz (sav) duygulanmıştır. Resûlullah’ın “bürde” ismi verilen çizgili Yemen hırkasını Ka’b bin Züheyr’e vermesi üzerine ölüm korkusu ile yazılan bu methiye, “Kaside-i Bürde” olarak adlandırılmıştır. İslami değerlerden uzak, daha çok cahiliye dönemi izlerini taşıyan bu eser Efendimiz huzurunda okunmuş ve Efendimiz tarafından ödüllendirilmiş olmasından ötürü önemli bir yere sahiptir. Yaşanan bu olay sonrası ölümden kurtulup Efendimizin affına nail olan Ka’b bin Züheyr’in naatı, o dönemdeki ve ondan sonraki şairlere Efendimizin şefaatine ve affına nail olma arzusu ile ilham kaynağı olmuştur.

Resulullahi sav Anma
Dark vignette 3

Türk Edebiyatında Naat

Naat türü bizim edebiyatımıza Fars edebiyatından geçmektedir. Fars edebiyatının önemli isimleri Feridüddin Attar, Hakîm Senayi, Genceli Nizami (kendisi Türk asıllıdır), Molla Camii gibi isimler bu türde eserler vermişlerdir. Türk edebiyatında ilk naat örneği İslamiyet’in kabulünden kısa bir süre sonra, 1069’da, Yusuf Has Hacib‘in kaleme aldığı “Kutadgu Bilig” isimli eserde yer alır. Eser İslami Türk Edebiyatının ilk ürünü olup Kaşgar’da tamamlanmıştır. Daha sonra Edip Ahmed Yüknekî‘nin “Atabetü’ l-Hakayık” eserinde, Ahmed Yesevî‘nin “Divan-ı Hikmet” eserinde naat örneği görülür. “Naat şairi” unvanını alan Çağatay edebiyatı şairi Ali Şir Nevai‘nin divan ve mesnevileri haricinde mensur eserlerinde de birçok naat mevcuttur.

Kutadgu Biligden bir parca
Kutadgu Bilig’den bir parça 4

Halk edebiyatı genel olarak daha sade, daha milli ve yerli ürünleri bünyesinde barındırır. Sözlü gelenekle aktarılmış anonim ürünlerden destan, ninni, dua gibi türlerde de Hz. Muhammed’e (sav) övgülere ve onun özelliklerine yer verilir. Naatların muhtevasına ve tertibine uygun olmasa da gelenek olarak söylenmeye başlanan bu eserler 17. yüzyıl Aşık edebiyatına denk gelmektedir. Âşık Şenlik ile Ermeni Âşık Şenlik arasında geçen âşık atışmaları buna en güzel örnektir. Anadolu sahasında Mevlana Farsça, Yunus Emre Türkçe naatlar yazmıştır. Tasavvufi Halk Edebiyatında 13.yüzyıldan sonra Yunus Emre ile başlanan naat geleneğinde geniş ve zengin muhteva dikkat çekmektedir. Eşrefoğlu Rûmî, Dede Ömer Rûşenî, Niyazî Mısrî, Aziz Mahmûd Hüdâyî gibi daha birçok isim naat geleneğini sürdürmüş, hatta bazı eserler bestelenmiştir.

Şiirle Övgü ve Telmih

Efendimizden başka, bir insanın övgüsüne ayrılmış, adanmış bir türün edebiyatımızda olmaması naatın en önemli özelliğidir. Şairler duydukları özlemin, sevginin, şefaat arzusunun akıllarda hep taze bir hatırlatma olmasını istemiştir. Bu yönü ile naatlar mersiye ve ağıt türlerinden ayrılır. İkinci dikkat çeken husus ise Allah resulünün yüreklerde ve edebiyatımızda edindiği yerdir. Her bir mümin, peygamber aşığı; peygamber ise maşuk-ı hakiki olarak düşünülmektedir. Hem yüce Allah’ın habibi hem de insanların sevgilisi olarak methiyelerini ifade etmeleri daha kolaylaşmış, şairlik hünerleri için imkan bulunmuştur.

 “(Ey Resûlüm!) Şüphesiz ki sen, yüce bir ahlâk üzeresin!”

(Kalem Suresi-4. ayet meali)

Kur’an-ı Kerim’de Hz. Muhammed’in (sav) vasıfları anlaşılır bir dille açıklanmaktadır. Şairler de yazdıkları naatlarda, övgünün her zaman eksik ve yetersiz kaldığını, en güzel methiye örneğinin Kur’an-ı Kerim olduğunu vurgulayan ifadeler kullanmışlardır. Nabi’nin şu dizeleri buna en güzel örnektir:

“Hakka pey-revlik idüp kâ’ide-i medhüne

Eyledüm eşk-i hacâletle bu yüzden inşâd”

Allah’ın yolundan giderek (onu övmesi gibi) ben de. Hakk’ın övgülerinin kurallarıyla ve utancın gözyaşını dökerek şiir söyledim.

Su Kasidesinden bir parca
Su Kasidesi’nden bir parça 5

Ahlakın en güzeli ona ait olunca okunan her şiir, yazılan her dize aşkla yürekleri titretir. Rabbimiz, şairlerimizi de bizi de kendisinin affına, Resûlullah’ın (sav) şefaatine nail olanlardan eylesin inşallah. Haberimize edebiyatımızın en güzel naatlarından biri olan Fuzûlî’nin Su Kasidesi‘nden bir beyitle son vermek istiyorum:

“Mu’cizi bir bahr-i bî-pâyân imiş âlemde kim

Yetmiş andan bin bin âteş-hâne-i küffâra su”

Onun mucizesi alemde öyle sonsuz bir denizmiş ki o denizden binlerce ateşe tapan kafirin ibadethanesine gidip ateşlerini söndürsün su.

Kaynaklar

  1. https://www.sonpeygamber.info/turk-edebiyatinda-naatler
  2. https://islamansiklopedisi.org.tr/nat
  3. https://davetmektebi.com/islamdan-edebiyata-yansimalar-3

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu