Trevor Noah: Doğarak Suç İşleyen İnsan
Afrika edebiyatında, en önemli eserlerin Nijeryalı ve Güney Afrikalı yazarlar tarafından verildiğini söyleyebiliriz. Bu nedenle, rotamızı sıklıkla bu iki ülkeye çevireceğiz. Serimize yeni başlayan okuyucular için Güney Afrika’daki apartheid rejimine tekrar kısaca değiniyoruz.
Güney Afrika’yı yüzyıllarca sömüren beyaz azınlık, siyah ve melez halka yönelik ırkçı yaklaşımlarını 1948 yılında yasal hâle getirmiş ve bu ırkçı politikaya da apartheid ismini vermiştir. Tüm ülke genelinde, beyazlar ve beyaz olmayanlar arasındaki ayrım, yaşamın her sahasına katı bir şekilde yansıtılmıştır. Yerli siyah halk ve melez halk, beyazlara tanınan çoğu haktan mahrum edilmiştir. Örneğin, siyah halk ve melez halkın beyazlara ait olan mekânlara ve kurumlara girişleri yasaklanmıştır.
Beyaz halk son derece ayrıcalıklı bir hayat sürerken, yerli halk açlığın eşiğinde, sıradan imkânlardan yoksun bir hâlde yaşam mücadelesi vermiştir. Bu insanlık dışı rejim, 1990’lı yılların başında büyük lider Nelson Mandela’nın verdiği benzersiz mücadelenin neticesinde resmi olarak sonlandırılsa da, apartheid rejiminin etkisi günümüzde hâlen hissedilmektedir. Gerek ekonomik gerek sosyal açıdan beyazlar ve beyaz olmayanlar arasındaki ayrım, beyaz azınlığın devam eden ayrıcalıklı statüsü nedeniyle devam etmektedir.
Bu yazıda tanıtacağımız ünlü komedyen Trevor Noah, henüz dilimize çevrilmeyen Born a Crime isimli otobiyografisinde, kariyerine giden yolu anlatmak yerine, çocukluğundan itibaren Güney Afrika’da geçirdiği yılları ve yüzleştiği sorunları anlatarak tarihe not düşen bir yazar olmayı tercih etmiştir.
Trevor Noah
Ekranlardan tanıdığımız ünlü komedyen Trevor Noah, 1984 yılında Johannesburg’da doğdu. Güney Afrikalı bir siyah olan annesi Xhosa kabilesindendi. Trevor, apartheid rejimi altında “suç” olarak tanımlanan bir ilişkiden, yani siyah annesinin İsveçli bir beyaz adamla kısa süreli birlikteliğinden dünyaya geldi.
Annesi ve anneannesi tarafından Soweto’da büyütülen komedyen/yazar, melez bir çocuk olmanın bedelini uzun zaman “arkadaşsız ve yalnız kalarak” ödedi. Otobiyografisinde de bahsettiği gibi, ne siyahların dünyasına, ne de beyazların dünyasına ait olabilen, sürekli ortada kalan bir melez olarak yaşadı.
18 yaşında komediye olan ilgisini, radyo ve TV programları ile meslek haline dönüştürdü. Zaman içinde Güney Afrika’da çok sayıda programda sahne aldı.
2011 yılında Amerika’ya yerleşen Noah ülkenin meşhur komedi programı The Daily Show’da yer almaya başlayınca, dünya çapında tanınırlık kazandı. Hâlen Amerika’nın tanınmış eğlence programlarında sahne almakta ve her geçen gün yeni yapımlara imza atmaktadır.
2016 yılında yayımlanan kitabı Born a Crime New York Times en çok satanlar listesinde yer aldı. Kitabın sinemaya uyarlanması planlanmaktadır. Şimdi, bir an önce Türkçemize kazandırılmasını beklediğimiz Noah’ın otobiyografisi üzerinden apartheid dönemine seyahat edeceğiz.
Born a Crime (Suç Olarak Doğmak)
Apartheid rejimi sırasında ve sonrasında yaşanan acı hadiselerin mizahi bir dille anlatıldığı kitap, yazarın doğumundan komedyenlik kariyerine kadar olan kısmı kapsar. Her bir bölüme, dönemin siyasi durumuyla ve tarihi notlarla giriş yapmayı ihmal etmeyen yazar, yaşadığı en sıkıntılı evreler için bile esprili bir dil kullanarak okuyucunun dikkatini hep canlı tutar.
Çocukluk anıları boyunca, ülkede yaşanan sorunlara, toplumun yapısına, insan ilişkilerine, ekonomik ve politik duruma dair kayda değer bilgiler verir.
Siyahlar için fazla açık tenli, beyazlar için fazla koyu tenli
Melez olmak, polisler tarafından kolayca tespit edilmek olduğu gibi, beyaz bir babadan dünyaya gelmiş olmak da hırsızlar tarafından onu kolay bir hedef haline getirir. Arkadaşlarından, kuzenlerinden kısaca çevreden izole bir hayat sürmek zorunda kalan Trevor Noah, kendine farklı bir dünya kurmaya başlar. Güney Afrika’nın renkli yapısı içinde birden fazla dili öğrenerek büyür ve kendini hemen hemen hiçbir gruba ya da topluluğa tam olarak ait hissedemez. Kimi zaman siyahlar tarafından “fazla açık tenli”, beyazlar tarafından da “fazla koyu tenli” bulunur ve dışlanır. Bu bağlamda, siyahların ne için çile çektiklerini bildiklerini ama melezlerin çok çile çekmiş olmalarına rağmen bunun sebebini bilmediklerini iddia eder.
Apartheid rejimi boyunca renk kavramı (siyah, beyaz, renkli, Hint vs.) devlet görevlilerince en saçma şekillerde belirlenir ve birkaç yıl arayla, melez biri siyah, Hintli biri melez yahut iyi ihtimalle bir melez de beyaz kategorisine düşer. Siyahlar kadar melezlere de kendilerini aşağılayan lakaplar takılır. Nelson Mandela gelip dengeleri değiştirene kadar, melezler beyaz görünmek ve beyaz gibi olmak için çabalar. Trevor kitabında bu beyaz olma çabasını, oğluna Hitler ismini veren bir aile üzerinden trajikomik bir şekilde gösterir. Bu isim sırf Avrupa’yı ve beyaz olmayı çağrıştırdığı için verilmiştir, ailenin Hitler’in kim olduğundan haberi dahi yoktur.
24 yaşındayken annesi ondan öz babasını bulmasını ister, ne de olsa babası onun bir parçasıdır ve ona neler başardığını, kim olduğunu göstermelidir. Her ne kadar araya ufak mizahi detaylar katmak için çabalasa da yazarın yıllar sonra babasıyla buluşması hayli duygusaldır. Birlikte harcadıkları hafta sonunda birbirlerini tanımaya ve ortak yönlerini keşfetmeye çalışırlar.
…Bir Alman öğrenci, Holokost’un ne olduğunu bilir, tarihle yüzleşir, hatalar kabul edilir. Ancak Amerika’da ırkçılık ve Güney Afrika’da apartheid geçiştirilir. Hiçbir şey olmamış gibi insanların yollarına devam etmesi istenir…
Güney Afrika’da suça bulaşmamak mümkün mü?
Trevor Noah, bazı suçların norm haline geldiği bir coğrafyada farkına varmadan, cahilce bazı ufak tefek suçlara bulaştığını da itiraf eder. Ona göre para kazanmak, seçeneklere sahip olmaktır, ne kadar zenginsen, o kadar seçeneğin vardır ve bu çoğu genç için cezbedici bir faktördür. Para kazanırken yasal yollardan kazanmak gerektiğini yıllar sonra idrak edecektir. Noah, kendi üzerinden verdiği örneklerin yanı sıra çok önemli bir konuya dikkat çeker:
Suçtan arınmış müreffeh bir dünyada yaşayıp da suç konusunda yargılarda bulunmak kolaydır… Misal, bir hırsız mısır gevreği çalmış ve satıyor. Fakir bir anne ürünün çalınmış olup olmadığına bakmaz, ben satın alırsam bir suçu teşvik etmiş ve ona ortaklık etmiş olurum diye düşünmez, aç olan ailesini doyurmak ister ve mısır gevreğini alır.
Anneler ve kadınlar
Yazarın annesine olan hayranlığı hemen her satırda belli olur, öyle ki kitap yarı yarıya annesinin biyografisi gibidir. Noah, kendi annesi üzerinden Güney Afrika’da kadın olmanın zorluklarını ustalıkla tasvir eder. Annenin yaptığı talihsiz evliliğe ve alkolik üvey baba yüzünden yaşadıkları sıkıntılara genişçe yer verir. Ancak, hayatı boyunca durmadan çalışmak zorunda kalan kadının kazancını alkole yatıran üvey baba yüzünden açlıktan kurt (Afrika’ya özgü iri bir böcek türü) yedikleri günleri okuyucusuna anlatırken bile onları güldürmekten vazgeçmez. Etrafındaki diğer insanlar da kendilerinden farklı durumda değildir.
Güney Afrika’nın kadınları kimi zaman hapiste olan kocaları yüzünden tek başlarına mücadele verirken, kimi zaman da işsiz, hedefsiz, kendisini kaybetmiş kocaların yükünü sırtlanmakta, yine de aldatılmaktan ve şiddete uğramaktan kurtulamamaktadır.
En sıkıntılı yıllarını tasvir ederken dahi mizahi üslubundan vazgeçmeyen yazar, Mandela’nın birbirinden anlamlı sözlerine ve görüşlerine yer vermeyi ihmal etmediği kitabını onu ‘adam eden’ annesine ithaf ile bitirir.
Okur, yazar ve çizer.