Yalnız Ağaçların Şarkısı-Yaa Gyasi
Gana’nın yaklaşık 400 yıl süren bir kölelik tarihi var. Avrupalılar, Afrika’nın batısında bulunan bu küçük ülkedeki Altın Sahili’ne (Gold Coast) 15.yüzyılda ayak bastıklarında,halkı altın ve fildişi ticaretinde köle olarak kullanmaya başladı. 17. yüzyılda ise bu topraklar acımasız Atlantik köle ticaretinin üslerinden biri oldu. Batı dünyası tarihteki zulüm dolu yılları unutturmaya çalışsa da Gana, köleliğin bedelini en ağır şekilde ödeyen ülkelerden biri olarak tarihteki yerini aldı. 1957 yılında bağımsızlığını kazanan ülkenin hem tarihine hem de bugününe ışık tutan efsane romanı Yalnız Ağaçların Şarkısı ile genç yazar Yaa Gyasi “Afrika’da Yaşam” serimizin sıradaki konuğu olacak.
Okumak İstediği Kitabı Kendisi Yazan Genç Kalem: Yaa Gyasi
Yaa Gyasi 1989 yılında Gana’da dünyaya geldi. 2 yıl sonra babasının doktora eğitimi nedeniyle Amerika’ya yerleşen yazar Standford Üniversitesinde İngiliz Dili okuduktan sonra Iowa Yazarlık Atölyesinde yazarlık üzerine eğitim aldı. Toni Morrison’un “Eğer çok okumak istediğin bir kitap varsa ama henüz yazılmamışsa, onu sen yaz.” sözünden çok etkilendikten sonra henüz 17 yaşındayken yazar olmaya karar verdi ve yazmaya başladı.
İlk romanı olan “Homegoing”i 2016 yılında yayımlandı. Bu kitap kendisine National Book Critics Circle John Leonard Ödülü’nü, Pen/Hemingway Ödülü’nü ve Amerikan Kitap Ödülü’nü kazandırdı.
“Köle ticaretinin yaşandığı Gana’da doğmasaydım ve kurumsal anlamda köleliğin ve ırkçılığın çok güçlü bir şekilde hissedildiği Alabama’da büyümüş olmasaydım, sanırım bu kitabı yazamazdım.” diyen yazar, siyah yazarların kitaplarının okunmasının, bu insanların ırkçılık ile her gün nasıl yüzleştiklerini ve mücadele etmek zorunda kaldıklarını anlamak için en iyi yollardan biri olduğunu dile getirmektedir. 1
Kölelik Tarihinin Sayfalarından Günümüze Yolculuk: Yalnız Ağaçların Şarkısı (Homegoing)
Her ne kadar dilimize Yalnız Ağaçların Şarkısı ismiyle çevrilse de, kitabın orijinal ismi olan “Homegoing”, “vatana gidiş, eve dönüş” anlamlarına gelmektedir. Yazar bu ismi, bir kölenin öldükten sonra ruhunun tekrar Afrika’ya döneceğini iddia eden eski bir Afro Amerikan inancından ilham alarak kitaba verdiğini belirtir.
Tarihi bir kurgu olan roman, Asante kabilesinden Maame’nin kızlarının öyküsü ile başlar. Kızlarından biri olan Effia, bir İngiliz yönetici ile evlenirken, diğer kızı Esi esir düşer. Gyasi, bu iki kadının neslinden gelen karakterlerin öykülerini birbirinden bağımsız okunsa dahi anlaşılacak benzersiz bir üslupla betimler.
Romana hayat veren ilk ana karakterlerden Effia, babası tarafından annesi olmayan bir kadına bırakılmış ve sevgisiz büyütülmüş bir çocuktur. Gelenekler gereği köyün şefi ile evlenmesi gerekir. Ancak annesi ondan adet gördüğünü gizlemesini ister ve onu böylece evlilikten kurtarır. Afrika toplumlarında kadının doğurganlığı onun kaderini belirler, kısır olduğu bilinen bir genç kıza kimse talip olmaz. Effia’yla James Collins isimli İngiliz vali evlenmek ister. (Aslında James’in İngiltere’de beyaz bir eşi vardır.) Kilisede gerçekleşen evlilikle Effia, anlamını dahi bilmediği sözleri tekrar ederek Hıristiyanlığı benimsemek zorunda kalır. Genç kadın kendisini bu evliliğe adasa da, James ondan eş değil de “kapatma” olarak bahseder zira o, kendi ırkının ve kültürünün üstün olduğuna inanan bir köle taciridir. Effia uzun zaman kocasının köle ticareti yaptığını algılayamaz. Algıladığında da durumu değiştirmek adına elinden bir şey gelmez.
Diğer kız kardeş Esi ise başarılı bir savaşçı olan babası ve annesi Maame tarafından büyütülür. Asante kabilesi mensupları yıllardır köyleri basıp köle toplamaktadır. Anne Maame de bir köle kızı ev işlerine koşturmak için evine alır. Beceriksiz olan köle kız durmadan dayak yiyince Esi bu kıza acır ve kızın babasına onun yerini bildiren bir mesaj iletir. Bunun üzerine köyleri basılır, annesi Esi’ye siyah bir taş verip kaçmasını söyler. Esi kaçar ancak, esir düşer. Zindanda geçen zorlu günlerin ardından gemiye bindirilip köle olarak satılmak üzere Alabama’ya götürülür.
Ganalı yazar, Effia ve Esi’nin 7. nesline kadar gelen hikâyelerde birbirinden ilginç karakterleri tanıtmanın yanı sıra, her bir karakterin yaşadığı döneme ait çarpıcı bilgiler de sunar. Köle ticaretine ve kıtadaki sömürgeciliğin uzun süreli etkilerine tüm detaylarıyla değinir.
Saçlara Gizlenen Sırlar
Kölelerin zorlu mücadelesini hatırlamışken, bu romanda yer almasa da ilginç iki bilgiye de yer verelim. Afro saçın örülmeye son derece müsait olması, kölelere hayret verici bir imkan sağlamıştır. Saçlardaki örgü sayısı ve farklı şekiller sayesinde plantasyonlardan kaçış planları için haritalar hazırlanmış ve buluşma noktalarına dair mesajlar saçlar sayesinde iletilmiştir. Ayrıca saçların özel yapısı sayesinde köleler çeşitli tohumları, zorla götürüldükleri ülkelere kendi kültürlerinin bir parçası olan yiyecekleri yetiştirebilmek için saçlarının arasına gizleyerek taşımışlardır. Günümüzde Amerika’da Afrika yemeklerinin etkisi hissedilmektedir.
Her Biri Farklı Bir Döneme Tanıklık Fırsatı Sunan Karakterler
Gyasi’nin romanını en güçlü yönü, iki yüz elli yıla yayılan tarihi bir yolculuk ve bu yolculukta bize sunulan karakter sayısı olsa gerek.
Örneğin, Fante kabilesinden siyah bir anne ve köle taciri İngiliz bir babanın oğlu olarak dünyaya gelen melez karakter Quey ağır bir kimlik bunalımı yaşamıştır. Ne beyaz dünyaya ne de yerlilerin dünyasına ait olabilmiştir. Quey’in oğlu ise ailesinin bulaştığı köle ticaretinden utanıp, fakir bir Asante kızıyla evlenerek her şeyi geride bırakmış bir karakterdir.
Gana’nın bağımsızlık günlerini heyecanla bekleyen tarih öğretmeni Yaw, Amerika’da insan hakları hareketine katıldığı için hapis yatan Carson, Gana’da doğup Alabama’da büyüyen ve kendisini her iki yerde de yabancı hisseden Marjorie, Standford’da doktorasını yaparken, köklerini öğrenmek için inanılmaz bir istek duyan ve Gana’ya gitmeye karar veren Marcus’a kadar nice karakter, hem Gana hem de Amerika’da yaşama dair bizlere pek çok ipucu sunar.
Semboller ve Din
Yaa Gyasi, kaleminin ve kurgu yeteneğinin ne denli güçlü olduğunu, okuyucusuna satır aralarındaki şifrelerle ve birkaç karakter sonra ortaya çıkacak sırlarla gösterir. Yaşadığı kulübeyi ateşe vererek iki kızının ölümüne ve oğlunun yaralanmasına neden olan Akua’nın yangın çıkarma dürtüsünün, büyük büyük annesi Effia’nın yangından kurtulmasıyla olan ilişkisiyle bağlanması ve neslin son kadını Marjorie’nin ateş korkusuna sahip olmasına kadar son derece ince detaylar ve semboller kullanır. Tüm nesillerin etkilendiği ateş ve yangın gibi kavramların, bir nevi köleliği ve köleliğin yakıp geçtiği hayatları sembolize ettiği düşünülebilir. Esi’nin annesinden emanet alıp taşıdığı taş ise geçmişini, unutmaması gereken köklerini temsil eder. Şarkılar da roman boyunca karakterleri birbirine bağlayan bir unsur olarak karşımıza çıkar.
Karakterlerin dini eğilimlerindeki çeşitlilik de bilgi vericidir. Kimi karakterler kilisede huzur bulurken, kimi beyazlar gelmeseydi Afrika’nın Hıristiyan olmayacağını düşünür ve din kavramından tamamen uzaklaşır. Hıristiyanlık bazı karakterlerin travması, bazı karakterlerin ise tesellisi olur.
Sömürgeciliğin uzun süreli etkilerini detaylarıyla anlatırken, okuyucusunu tarihin sayfalarında çoğu zaman hüzünlü bir yolculuğa çıkaran bu romanda geçen tarihe ve gerçekliğe dair şu ifadeler hatırda kalmalıdır:
“Kimin hikayesine inanacağız?Güce sahip olan kimse ona. Hikayeyi belirleyecek olan odur. Bu yüzden tarihi incelediğinizde kendinize daima şunları sormalısınız: Kimin hikayesini gözden kaçırdım? Bu ses ortaya çıksın diye kimin sesi bastırıldı? Bunu anladığınız zaman o hikayeyi de bulmanız gerekecek. O noktadan sonra hala kusurlu olsa da daha net bir tablo görmeye başlayacaksınız.
Edebiyat ışığında “Afrika’da Yaşam” serimizin bir sonraki yazısında Güney Afrika’nın önde gelen yazarlarından Zakes Mda’nın ünlü eseri “Ölme Biçimleri”ni analiz edeceğiz.
Okur, yazar ve çizer.