Müslüman Filozoflar

Müslümanlar, Batı ve Felsefe

Konu derin, çünkü konu felsefe… Sorular çok ve zor olduğundan dolayı seri halinde yaptığımız bu içeriğin ikinci bölümü olan yazımızda yine konuya giriş niteliğinde olan sorularımıza cevap aramaya devam edeceğiz.

Haftada bir sizinle buluşturmayı planladığımız bu uzun soluklu serinin ilk yazısında sizlere serinin konusu, amacı ve işlenişi hakkında bir mukaddime sunmuş, ilerleyen bölümlerde nasıl bir yol izleyeceğimize dair bir ön gösterim yapmış, konumuzla alakalı en temel bilgileri vermiş ve genel olarak kafalara takılan birkaç temel soruyu gidermek için cevaplar aramıştık.

Müslüman neden felsefe ile ilgilenmeli, neden felsefenin alt dalları ve bağlantılı olduğu alanlar üzerine okumalı, düşünmeli ve fiillerde bulunmalı? Bu okumaları yaparken nasıl bir yol izlemeli, nelere dikkat etmeli? Felsefe, sağlam temel oluşturulmadan hakkında okumalar yapıldığında kötü sonuçlar doğurması muhtemel bir alan olmasından dolayı, üzerine düşüncesini, ideolojisini inşa edeceği sağlam bir temeli nasıl oluşturmalı? Gelin bu çok sorulan ve kafa karıştıran, bu yüzden günümüzde Müslümanların bir kısmının çekinerek, ön yargıyla yaklaştığı sorulara beraber cevaplar arayalım.

Yeni Bir Altın Çağ Mümkün Mü?

Altın Çağ
Altın Çağ

İslam’ın çok kullanılan tabirle ilmi ve felsefi, idari ve askeri, maddi ve manevi her yönüyle altın çağını yaşadığı VIII-XIII. yüzyıllar arasındaki dönemin yaşanmasındaki en önemli etken; düşünmeye, felsefeye, ilme sarf edilen zamanın ve verilen önemin fazlalığıydı. Çünkü el çalışınca ortaya ürün çıktığı gibi zihin çalışınca da ortaya fikir çıkar ve bu fikri ürünü en kaliteli şekilde üretmenin, işlemenin ve pazarlamanın en iyi yolu felsefedir.

Günümüzde deyimi yerindeyse her alanda fetret devrinin yaşandığı İslam dünyasının yeniden ilmin, düşüncenin ve hem fikri hem sınai üretimin merkezi olabilmesinin ilk şartı; düşüncesini batıya odaklı değil son birkaç yüzyıldır hor ve aşağılık gördüğü kendine, yani İslam’a odaklı yapması, batının ilmini, felsefesini, düşüncesini amaç değil araç olarak kullanmasıdır. Yani önce kendimizi tanıyıp sonra başkalarıyla tanışmaktır, bize tekrar altın çağı yaşatacak şuur ve şiar budur. Özet olarak bizler felsefe ile ilgilenip bugün paraya, makama, lükse verdiğimiz önemi tekrar düşünceye ve ilme verdiğimiz vakit altın çağa giden yolun meşalesini yakabiliriz. Ama bu meşaleyi yakmak için önce batıya yönelirsek bu ateşi yakamadan söndürürüz. Bu yüzden meşalemizi yakmak için önce kendimizden olanı bilip tanıyıp, sonrasında felsefenin ilk örneklerini alimlerimizin tashih, tenkit ve şerhleriyle okuyacağız. Bu şekilde sağlam bir temele sahip iken yöneleceğimiz batı felsefesi, bizi yoldan saptıran değil yolda sabitleştiren, meşalemizi söndüren değil alevlendiren bir unsur olacaktır.

Batı Medeniyetinin Yükselişi ve Felsefe

Medeniyet ve Felsefe
Medeniyet ve Felsefe

Bir medeniyet inşasının ilk koşulu bir inanç ve düşünce sistemine dayanmasıdır. Bu düşünce; medeniyeti dünyaya yaymak ve hakim kılmaktır. Felsefe bunların baş yapıtlarından biri olarak görülür.

Medeniyetleri birbirinden ayıran şey ise bu hakimiyeti nasıl sağlamaya çalıştıklarıdır. Bu medeniyet inşasının sağlam olabilmesi için temelindeki ham madde ne ise tepesinde de aynısı olması gerekir. Bu yüzden medeniyet inşa eden milletler, medeniyetlerini temelde kullandıkları olguyla yükseltirler. Bu olgunun temini için de diğer kültür, millet ve toplumlarla etkileşime girerler.

Günümüzde en tepede gösterilen ve Fuat Sezgin’in deyişiyle İslam Medeniyeti’nin çocuğu olan Batı Medeniyeti, temelinde madde ve hırs olan bir medeniyettir ve felsefesi de dahil bütün ilmi ve fikri çalışmaları bu madde medeniyetinin yükselmesine hizmet eder. Kendisinin yetmediği yerlerde ise medeniyetini yükseltmek için gerekeni farklı coğrafyalardan, kültürlerden ve toplumlardan ‘sömürerek’ alır çünkü madde medeniyeti bunu gerektirir. Madde ve sömürü üzerine değil mânâ, fikir ve hoşgörü üzerine inşa edilen İslam Medeniyeti ise altın çağında temeldeki olguyu kullanarak yükselmiştir ama ilerleyen dönemlerde çeşitli sebeplerle geri kalan bu altın medeniyetin mensupları, kapıldığı bağnaz bir batı hayranlığı ve aşağılık kompleksi sonucunda temelde kullandığı malzemeden vazgeçmiş, yerine hayranlık duyduğu batıdan gelen maddeyi koymaya çalışmıştır. Temelle uyuşmayan bu olgu, son üç yüzyıldaki İslam Medeniyeti’ni çarpık bir medeniyet haline getirmiştir. Kendi insanı ise geçmişine, kendi fikri ve ilmi zenginliğine vakıf olmadığı için bu çarpıklığı düzeltmek yerine “Benim medeniyetim hep çarpıktı.” düşüncesine kapılmış ve batıya daha çok bağlanmıştır.

Bu çarpıklığı düzeltmenin ve İslam Medeniyeti’ni tekrar eski ihtişamına kavuşturmanın yolu ise felsefeye, düşünceye, ilme tekrardan gereken önemi vermek ve batıyı varış noktası değil bir basamak olarak görmekten geçer. Bu şuurda olabilmek ve meşalemizi yakabilmek temennisiyle…

Bir sonraki yazımıza kadar size fayda sağlayacağını düşündüğüm birkaç içerik;

  • İslami Yeniden Doğuşun Sorunları – Aliya İzzetbegoviç – Fide Yayınları (Kitap)
  • İslam ve Batı – İbrahim Kalın – İSAM Yayınları (Kitap)
  • İslam Medeniyetinin Batıya Etkileri – İsmet Kayaoğlu (Makale), http://dergiler.ankara.edu.tr/dergiler/37/770/9789.pdf

Bir Yorum

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu