Gezi Yazıları

İran’ın Derinliklerine Yolculuk-I

Sa’di- Şirâzi bir dizesinde:

به جهان خرم از آنم که جهان خرم از اوست عاشقم بر همه عالم که همه عالم از اوست

Dünya ondan dolayı güzeldir ve ben dünyadan dolayı mutluyum, 
Bütün âleme aşığım, çünkü bütün âlem ondan gelir.”

Dünya, Allah’ın kudretiyle ve sanatıyla bezeli bir kitap gibidir. Farsça beyitin ifade ettiği gibi, bu dünya Allah’tan gelen güzelliklerle doludur ve bu güzellikler, insanın kalbinde derin bir sevgi ve mutluluk uyandırır. Beyitte şair, dünyanın bu güzelliklerini görerek ve ondan haz alarak mutluluğunu ifade ederken aynı zamanda bütün âleme duyduğu sevgiyi de dile getirmektedir. Bu sevgi, âlemin Allah’tan gelmesi ve O’nun eseri olması sebebiyledir. İşte bu yüzden, dünya O’ndan ötürü güzeldir ve ben bu dünyadan dolayı mutluyum. 

İran’da geçirdiğim her an, bu ülkenin sadece tarihi ve kültürel derinliklerini değil, aynı zamanda halkının sıcaklığını ve misafirperverliğini de deneyimlememe olanak sağladı. İran’ın edebiyatı, mimarisi ve günlük yaşantısı, bu ülkenin derinliklerinde gizli kalan güzellikleri ve değerleri ortaya koyuyordu.

İran mimarisi

Seyahat, kişinin zihnini ve ruhunu açar, farklı perspektifler kazandırır ve kişisel gelişimine katkıda bulunur. Nizami’ye göre, mükemmelliğe ve bilgelik arayışına giden yol, seyahat etmekten ve dünyayı keşfetmekten geçer. Bu seyahat, fiziksel bir yolculuktan öte, manevi bir keşif ve içsel bir aydınlanma süreci oldu benim için. İran’ın şiirleri, binaları ve sokakları, her biri birer hazineydi ve bu hazineler keşfetmek için sabırsızlandığım bir dünyayı temsil ediyordu. İran, her köşesiyle beni büyüleyen ve her anında bana yeni bir şey öğreten bir ülke oldu.

İran’ın Gözbebeğinde Bir Yolculuk

Tahran’ın Işıltısı

Tahran, kadim bir medeniyetin kalbinde yükselen, geçmişin izlerini modern zamanların dinamizmiyle harmanlayan büyülü bir başkent. Tahran’a ilk adım attığımda sanki tarihî bir romanın sayfaları arasında kaybolmuş gibi hissettim. Her köşesinde bir hikaye, her sokağında bir anı saklıydı.

Caddelerinde yürürken, bu yorgun şehrin bir umut ışığı bulduğunu hissettim. Şehrin sokakları; modern yaşamın dinamik ritmini, tarihi dokunun sessiz yankılarıyla birleştiriyordu. İlk durağım, şehrin göğsünü süsleyen Azadi Kulesi oldu. 1971 yılında inşa edilen bu anıt, İran’ın eski ihtişamını ve modern geleceğini simgeliyordu. Bir zamanlar kralların ve sanatçıların yaşadığı, Kaçar Hanedanı döneminin ihtişamını taşıyan, şehrin kalbindeki Golestan Sarayı’na vardım.

Sarayın avlusunda yürürken, içimi saran bir sessizlik ve huzur buldum. Sarayın içindeki Aynalı Salon’da, parıltılı yüzeylerin ve detaylı süslemelerin büyüsü içinde kendimi kaybettim. Sarayın içindeki her oda, her salon, her bir detay; bir zamanlar yaşanmış olan bir özlemi, kaybedilmiş bir güzelliği fısıldıyordu. Mozaiklerin ve sedef kakmalarının üzerindeki toz, yılların ve hatıraların yükünü taşıyordu. Burada, her adımda geçmişin acı ve neşesi arasında gezindim; her köşede bir anı, bir özlem buldum. Sarayın ihtişamı, sadece bir yapının değil; bir medeniyetin, kültürel mirasın sanatla buluştuğu anların yansımasıydı.

Azadi Kulesi- İran
Azadi Kulesi- İran

Tahran’ın kültürel zenginliklerinden biri de İran Ulusal Müzesi’ydi. Pers İmparatorluğu’ndan İslam dönemine kadar uzanan geniş bir tarih yelpazesi sunan bu müzede; her sergi, İran’ın derin tarihî köklerini ve kültürel zenginliklerini anlatıyordu. Burada, antik eserlerin ve tarihi kalıntıların arasında dolaşırken, bu toprakların derinliklerinde saklı hikayeleri keşfettim. Tahran’ın sokaklarında yürürken şehrin farklı yüzleriyle karşılaştım: geçmişin izlerini taşıyan tarihî yapılar, modern mimarinin göğe yükselen simgeleri, sanatın ve kültürün kalbinin attığı müzeler ve galeriler, canlı pazarlar ve şehrin enerjisini yansıtan insanlar. 

Şiraz

Şiir ve Güllerin Şehri

Şiraz’a doğru yola çıktım, şehri ziyaret etme arzusuyla dolu bir kalple. Şiraz, adeta Hafız’ın ve Sa’di- Şirâzi dizelerinde yaşamaya devam eden bir efsaneydi. Hafız, aşk ve mistisizmin şairidir. Gazellerinde, aşkın ve Tanrı’nın güzelliğini övgü dolu dizelerle dile getirir. Hafız’ın şiirlerinde, dünyevi aşkla ilahi aşk iç içe geçer; her bir mısra, okuyucusunu derin bir manevi yolculuğa çıkarır. Hafız’ın divanı, yüzyıllardır İranlıların başucu kitabı olmuş; her evde, her gönülde yer edinmiştir. 

Hafıziye’ye adım attığımda, mermer sütunlarına dokundum ve bahçedeki güllerin arasına oturdum. Hafız’ın ruhu sanki bu bahçede dolaşıyordu. İlk âşk şiirlerini bizlere armağan eden İranlı şairlerin kabirlerinde onlara kendi şiirlerini okuyordum. Mezarında geçirdiğim bu anlar, sadece bir ziyaret değil; aynı zamanda derin bir tefekkür ve içsel bir yolculuk oldu. Burada, onların şiirlerinin büyüsüyle sarılmışken zamanın durduğunu ve sadece anın var olduğunu fark ettim.

Hafıziye- İran
Hafıziye- İran

Ey sevgili, gel ve aşkın sırrını bu topraklarda keşfet.

Bu sözlerin arasında kaybolmak, Hafız’ın mistik dünyasına adım atmak gibiydi. Bahçenin huzuru, güllerin kokusu Hafız’ın şiirleriyle birleşerek içimi mest etti ve gözlerimde bir damla yaş bıraktı. Gözlerimi kapadım ve kalbimi, tarih boyunca aşkın ve bilgelik dolu dizeleriyle bilinen Sa’di- Şirâzi’nin mezarına doğru yola koyuldum. Sa’di’nin türbesine yaklaştığımda, şehrin gürültüsünden uzaklaşmanın huzurunu hissettim.

Mezarın etrafındaki huzurlu bahçede, doğanın ve tarihin birleştiği bir güzellik buldum. Çiçeklerin zarif kokusu, bahçenin dinginliği ve türbenin sessizliği, adeta zamanın ruhunu hissettiriyordu. Bu huzurlu mekânda, Sa’di’nin ruhu adeta serin bir esinti gibi beni selamlıyordu. Ben de mısraları Farsça okuyan rehberimize yaklaştım. Sa’di’nin mezar taşının üzerinde, şairin zarif ve etkileyici dizeleri kazılıydı. Bu dizeler, zamanın ötesinde yankılanan bir özlemi, bir aşkı anlatıyordu:

Her ne arzu edersen onu al, bir dilber var ki yüzünde aşkın bin bir rengini taşır.

Bu dizeler, türbenin etrafında dolaşırken ruhuma dokunan bir seda gibiydi. Sa’di’nin sözleri, adeta yürekten bir çağrı gibi hissettiriyor, geçmişin derinliklerinden bir hüzün ve umut getiriyordu. 

Eski çarşılarda dolaşırken, bir sokak müzisyeninin çaldığı saz, ayrı bir büyü katıyordu şehre. Satıcıların sesi ve baharat kokuları arasında onun ruhunu hissettim. Onun müziğiyle birlikte, şehrin kalp atışlarını duyuyordum. Bir baharatçı, bana safranın hikayesini anlattı; bir diğer dükkân sahibi ise, el yapımı halıların dokuma tekniklerinden bahsetti. Çarşının ortasında, küçük bir çayhaneye oturdum. Geleneksel İran çayı ve yanında taze pişmiş baklava ile bir mola verdim. 

Narenjestan Bahçesi’ne doğru yürüdüm. Bahçenin girişinde, narenciye ağaçlarının arasında yürürken kuşların cıvıltısı ve suyun huzur verici sesi beni karşıladı. Bu bahçede, zamanın nasıl geçtiğini unuttum; her köşede yeni bir çiçek, her adımda yeni bir güzellik keşfettim. Bahçenin ortasında, zarif bir havuzun kenarında oturup düşüncelere daldım. Burada, doğanın ve insan uyumunu hissettim. Su, yaşamın kaynağıydı; her damlasında ilahi bir sır vardı. Şiraz’ın bu bahçesi, bana şehrin ruhunu ve huzurunu sundu.

İran

İsfahan

Şiraz’ın şiirsel havasından sonra, yolumu İsfahan’a düşürdüm. İsfahan’a adım attığımda, şehir sanki geçmişin ve geleceğin arasında bir köprü gibiydi. Gün henüz ağarmamışken, İsfahan’ın sokaklarında yürümeye başladım. Havanın serinliği, tenime hafif bir ürperti bırakıyordu ve sokakların derin sessizliği, şehrin derin bir uykuda olduğunu hissettiriyordu. Hafız’ın dizelerinde kaybolmuş gibiydim, her adımda onun şiirleri yankılanıyordu zihnimde. 

Şehir, adeta mimarinin zirveye çıktığı bir şaheserdi. İmam Meydanı’na vardığımda, meydanın ihtişamı karşısında hayran kaldım. Bu geniş alan, tarih boyunca önemli olaylara tanıklık etmiş, her bir taşı ayrı bir hikaye anlatan muhteşem bir mekandı.
Şeyh Lütfullah Cami, meydanın incisi gibi parlıyordu. Cami’nin mihrap duvarındaki zarif çini işçiliği, İsfahan’ın estetik anlayışını ve sanatsal mükemmeliyetinin birer göstergesiydi. İsfahan, adeta bir açık hava müzesi gibi, her köşesi bir sanat eseri barındırıyordu.

İmam Meydanı’ndan ayrılıp Ali Kapu Sarayı’nın balkonuna çıktığımda, İmam Meydanı’nın ihtişamı gözlerimin önüne serildi. Tarih ve mimarinin büyüsü içimi sardı. Her köşe, geçmişin ihtişamını ve zarafetini yaşatıyordu. Zamanın durduğu bu anlarda, tarihin derinliklerinde kaybolmuştum. Şehrin başka bir köşesinde, Chehel Sotun Sarayı ve Hasht Behesht Bahçesi bulunuyordu. Hasht Behesht Bahçesi ise cennetten bir köşe gibi, huzur ve dinginlik sunuyordu. Bahçede dolaşırken, her adımımda kuş cıvıltıları ve su şırıltıları eşlik ediyordu. Şehirdeki zarafetin ve sanatsal mükemmelliğin bir yansımasıydı. 

Ali Kapu Sarayı- İran
Ali Kapu Sarayı- İran

Yazd

Çölün Sessizliği

İsfahan’ın yoğunluğundan sonra, Yazd’ın huzur dolu sakinliğine yöneldim. Çölün derinliklerinde saklı bir masal şehri, dev bir labirent. Yazd’ın dar ve kıvrımlı sokaklarında kaybolmak, eski zamanların ve geleneklerin bir parçası olmak gibiydi. Kerpiç evlerin arasında gezinirken tek gördüğünüz şey üzerinizden hızla akan bulutlar ve rüzgarı nefes gibi evin içine çeken rüzgar kuleleri. Masalarda patates, soğan kesen kadınlar geçmişin dokusu ve geleneklerin sessiz anlatımları arasında kaybolmak gibiydi. 

Yazd, çölün ortasında, tarih ve doğanın en saf haliyle buluştuğu bir mekân olarak her yapısında geçmişin izlerini taşıyan bu şehir; tarih ve kültürün, doğa ve maneviyatın iç içe geçtiği, eşsiz bir deneyimin kapılarını aralayan mistik bir dünyadır. Zerdüştçülük kültürünün ve çöl mimarisinin en nadide örneklerini barındırarak her köşesinde geçmişin yankılarını duyuruyordu. Zerdüşt Ateşgede’de, kutsal ateşin etrafında dolaşırken ruhsal derinliğin çölün sessizliğinde yankılandığını hissettim.

İran’daki yolculuğum, sadece bir fiziksel keşif değil; aynı zamanda derin bir manevi ve ruhsal yolculuktu. İran’ın edebiyatı, mimarisi ve günlük yaşantısı; bu ülkenin derinliklerindeki güzellikleri ve hüzünleri gözler önüne seriyordu.  İran’a yaptığım seyahat, sadece bir yer değiştirme değil, aynı zamanda ruhumun derinliklerine doğru bir keşifti.

Her adımda, binlerce yıllık medeniyetin izlerini, şiirlerin ve hikayelerin ardındaki duyguları hissettim. Pers İmparatorluğu’nun görkemli geçmişi, İslam mimarisinin zarafeti ve Fars edebiyatının büyüleyici dünyası; bu yolculuğun her anında karşıma çıktı. Her şehir, her köy, her sanat eseri, bende derin izler bıraktı. İsfahan’ın büyüleyici meydanlarında dolaşırken, Şiraz’ın gülistanlarında kaybolurken, Tahran’ın hareketli sokaklarında hayatın akışını izlerken, her an yeni bir keşifti. Her anı, her karşılaşması içimde bir yerlerde yankı buldu. Zaman zaman gözlerimde bir yaş bırakan, kalbime dokunan anılarla doluydu bu yolculuk.

WhatsApp Image 2024 08 13 at 13.46.26
İran’ın Derinliklerine Yolculuk-I 1

Yolculuğum sona erdiğinde, kalbimde İran’ın izleri, ruhumda bu toprakların yankısı vardı. Bu izler, sadece anılarda kalan görüntülerden ibaret değildi; her biri, ruhuma işleyen, beni değiştiren, dönüştüren deneyimlerdi. Ve biliyordum ki, bir gün tekrar geri döneceğim çünkü bu diyarın gölgesinde her zaman bir parçam kalacaktı. İran, ruhuma dokunan, beni derin bir huzura sürükleyen ve her zaman içimde bir yerde yaşayacak olan bir ülke olarak hafızamda yer etti.

Bir Yorum

  1. Bu harika İran gezi yazısı için teşekkürler! İran’ın zengin tarihini, etkileyici mimarisini ve sıcak insanlarını bu kadar canlı bir şekilde anlattığınız için çok etkilendim. Yazınızı okurken, herşey gözümde canlandırdım.

    İran’ın kültürel ve doğal güzelliklerini keşfetme arzusunu uyandıran bu yazınız, oraya bir yolculuk yapmayı düşünen herkes için mükemmel bir rehber niteliğinde. Tebrikler!

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu