Hasan el-Benna, Muhammed’in Familyası
Müslüman Kardeşler, 1928 yılında Hasan el-Benna (d.1906-v. 1949) isimli bir gencin evinde, altı genç tarafından kurulduğunda, hiç kimse yüz yıl sonra bile en etkili İslami cemiyet olarak anılacağını bilmiyordu. Bir insan bedeni hükmünde olan ümmetin, tek tek tüm uzuvlarının koparıldığı ve en sonunda başsız bırakıldığı bir zamanda, sadece Kur’an-ı Kerim’i ve Peygamberin sünnetini yaşayıp yaşatarak yüz binlerce Müslümanın İslâm ile bağını koruyabilmeyi başarmıştı.
Hasan el-Benna mescide çekilip münzevi bir hayat yaşamadı, sadece meydanlarda nâralar atarak cemiyetine adam toplama gayretinde de olmadı. O, peygamberimiz ve sahabeleri ne yaptıysa onu yirminci yüzyıla taşımaya çalıştı. Her gittiği yerde kürsü, masa, davet kartı beklemeden konuşmasını da yaptı; yeri geldi Filistin’e de asker gönderdi ama aynı zamanda cemiyete girmek için beş vakit namazın cemaatle kılınmasını şart koştu. Yarın ölecek gibi ahirete çalışırken, hiç ölmeyecek gibi dünyaya çalıştı. Bu gayretin ve iyi niyetin sonucunda cemiyetin üyeleri kısa sürede Hz. Muhammed (s.a.s)’in aile soyundan gelmekle met olundu.
İşte bu hikâyede onun başını çektiği bu davanın pratikte yaşanıldığı takdirde, Müslüman olmayan biri tarafından nasıl yorumlandığına tanık olacağız.
Hafız Marangoz
1920’lerin sonlarında Fransız kökenli Mösyö Solinet, Mısır’daki Süveyş Kanalı’nın başmühendisi olarak çalışıyordu. Bir gün alet edevat tamirini yapması için bir marangozu evine çağırdı ve ne kadar ücret istediğini sordu. Hafız lakaplı marangoz “130 kuruş” deyince Mösyö’nün yüzü kızardı ve birden ağzına geleni söyleyiverdi “Ne, sen hırsızsın!” Marangoz bu hakarete karşılık sakinliğini muhafaza ederek sordu “Niçin?”
“Çünkü sen ederinden fazla istiyorsun!” Hafız “Ben fazla istemiyorum. Başkanlık ettiğin mühendislerden birine sorabilirsin. Şayet ben fazla istiyorsam ceza olarak bu işi ücretsiz yapayım lâkin istediğim ücretin mâkul olduğu ortaya çıkarsa sizden fazlasını istemem.” Mösyö Solinet bu fikri cazip buldu ve hemen mühendislerden birini çağırdı. İşin ederinin 200 kuruş olduğunu öğrenince Hafız’a dönerek “Haydi, yapmaya başla.” dedi. Buna cevap olarak işe başlayacağını söyleyen marangozun haklı olarak bir şartı vardı “Bana hakaret ettiniz, önce özür dilemeniz gerekir.”
Mösyö Solinet’in gözleri açıldı, yüzü yine pancar gibi kızardı. Onun gibi soylu, rütbeli bir Fransız nasıl olur da ayak takımından olan bir Mısırlıdan özür dilerdi? Bu şartı kesin bir dille reddettiği yetmiyormuş gibi bir de hakaretin boyutunu arttırarak kral bile olsa asla özür dilemeyeceğini söyledi. Hafız ise baştan beri koruduğu sakinliğinde istikrar sahibiydi “Bana ettiğiniz hakaret yetmiyormuş gibi benim ülkemde benim kralıma da hakaret ettiniz. Bu ülkede misafir olmanız en azından misafirlik adabına riayet etmenizi gerektirirdi.”
Mösyö, adamın suratına homurdanıp bahçede volta atmaya başladı “Senden özür dilemedim, ne yaparsın?” Hafız “Önce Fransız Konsolosluğuna, ondan sonra da Süveyş Kanalı Yönetim Meclisine yazı yazarım. Fransızca yayın yapan gazetelere de yazar, gördüğüm tüm meclis üyelerine olayı bizzat anlatırım. Hiçbir şey yapamazsam caddede, sokakta, çarşıda avazım çıktığı kadar haykırır, hakaretini sana iade ederim. Herhangi bir yolla hakkımı almadan bu işten dönecek değilim.”
Söylenenleri pür dikkat dinleyen adam başını kaşıdı, çenesini tuttu, şaşkınlığına bir bir yenilerini ekleyen bu adamın marangoz değil bir militan olduğuna karar verdi “Ama ben Süveyş Kanalı’nın başmühendisiyim!”
“Süveyş Kanalı senin değil, benim ülkemde bulunuyor. Sizden sonra da benim ülkemde kalmaya devam edecek.” Mösyö artık pes etti ve elini uzatarak “Tamam, senden özür diliyorum.” dedi. Bu özrü kabul eden marangoz hemen işe koyuldu. Solinet özür mahiyetinde 20 kuruş fazladan vermek istediğindeyse bunu reddetti ve sadece ilk söylediği ücreti aldı. Mösyö bu son davranışın üzerine artık bir itirafta bulunacaktı “Bütün Arap zanaatkârlarının neden senin gibi olmadıklarına şaşıyorum. Sen Muhammed’in familyasındansın sanırım.” Bir Fransız’ın alelâde bir marangozu, Hz. Muhammed sas’in soyuna mensup zannetmesindeki hikmet neydi?
İhvân-ı Müslimin Cemiyetinin Kuruluşu
Bu hikâyenin kahramanı olan Marangoz Hafız, bir süre önce, bir gece vakti çalmıştı Hasan el-Benna’nın kapısını. Yanında kendisi gibi dört kardeşi daha vardı. Kahvehanelerde, muhtelif yerlerdeki konferanslarda dinledikleri, belki kendilerinden yaşça küçük olan ama ümmetin derdiyle uykusuz gezen bir dava adamına yoldaş olmaya gelmişlerdi.
1928 yılında bir gece, Hasan’ın evinde toplanan bu heveskâr gençler, meramlarını şöyle iletiyorlardı
Bu ihlâslı sözlerden oldukça etkilenen Hasan el-Benna onların sorumluluğunu yüklenmeyi kabul etti ve “Gayret bizden yardım Allah’tandır.” dedi. İşte o gece son yüzyılların en büyük ve en etkili İslami cemiyetlerinden biri olan İhvân-ı Müslimin yani Müslüman Kardeşler kuruldu. Cemiyetin ilk programında; Kur’an’ı tecvitle okumak, sure ezberlemek, tefsir ve hadis çalışmak, akideyi güçlendirmek, İslam adabını bilmek, Hz. Peygamber (s.a.s.)’in ve eski âlimlerin hayatlarına vakıf olmak ve davet, konferans eğitimi almak vardı.
Bu cemiyetin ilk filizleri sosyal hayatta kendini göstermeye başladığında doğru yolda oldukları anlaşıldı. İlk üyelerin zor geçindikleri hâlde satışını yaptığı malları insanlar kolay alabilsin diye ederinden ucuza vermeleri, yanında çalıştıkları patronlarının şerefini ve emanetini gözleri gibi koruyup hiçbir durumda ihanet etmemeleri ve Hafız gibi marangozların hem dürüst olup hem de kimsenin önünde eğilmemeleri bu cemiyetin Hz. Muhammed’in kanından olduğunu düşündürmüştü.
Toplum o kadar yozlaşmış ve maddiyata o kadar tamah eder olmuştu ki aslında olması gerekeni yapanların peygamber soyundan geldiklerine inanılıyordu. Müslüman Kardeşlerin kurucusu Hasan el-Benna sosyal ve ahlâki problemlerin çözümünü işte burada görmüştü: Üyelerin ruhuna sirayet eden bu ihlâsın insanları da etkilemesi ve bir dalga hâlinde cemiyete yayılmasıdır asıl mesele. İnsanlar bunları şuurlarına yerleştirdiklerinde bireysel, sosyal ve evrensel sorunlar çözülmüş olacaktır.” Benna’nın o geceki mesajı aslında Hz. Muhammed (s.a.s.)’in şu sözünü içeriyordu
Yirminci yüzyılın ilk yıllarında, İslam dünyasının dört bir yandan kan ağladığı, dünyevileşmenin kemiklere kadar işlediği; Müslümanların kendi benliklerinden utanır, dinini hiçbir yerde paylaşamaz duruma geldiği, Allah’tan gayrı her şeyden korkar olduğu o karanlık zamanda; Hasan el-Benna ve beraberindeki ihlâslı beş mümin bu hadis-i şerifin canlı portresini çizdiler. İslam artık yaşanamaz diyenlerin ortasında İslam’ı yaşanılır kıldılar. Büyük büyük orduların, tankların, tüfeklerin dedirtemediğini, sadece birkaç dakikalık dürüstlük ve korkusuzlukla yaptılar, yaptılar da Hz. Muhammed’in familyasından oldular.
Lakin onların inandığı bir şey vardı ki; her Müslüman Hz. Muhammed’in familyasındandı ama Müslümanların birçoğu sömürgecilerle ilişkiler kurarak ahlâk ve sosyal yaşantıda çöküntüye uğradı. Yani yapılması gereken tek şey tüm Müslümanlara kiminle aynı aileye mensup olduklarını, kiminle kardeşlik bağı kurduklarını hatırlatmaktı.
Kaynakça
- El-Benna, H., 2018. Hatıralarım. İstanbul. Beka Yayıncılık
- El-Benna, H., 2019. Seçme Risaleler- Davet Esasları. İstanbul. Nida Yayıncılık
- Yıldız, N. 2020. İşi Vaktinden Çok Olanlar 1. İstanbul. Tahlil Yayınları
[1] Buhari, İman 6; Müslim, İman 71
İstanbul Üniversitesi Felsefe ve Sosyoloji bölümlerinden mezun oldu. Yazım hayatı 2010 yılında kısa hikâye ve öykülerle başladı. Muhtelif yayınevlerinde editörlük ve kitap özeti yazarlığı yaptı. Kolektif öykü kitaplarına yazar olarak katkıda bulundu, yazıları muhtelif dergilerde çevrimiçi ve matbu olarak yayınlandı. İlk romanı “Doğru Yol Ekspresi” Motto Yayınları tarafından yayınlanarak 2021 yılında okuyucuyla buluştu.