İran’ın Derinliklerine Yolculuk- II
İran’a muharrem ayında seyahat nedenim aslında, Kerbela’ya duyduğum derin hürmet ve bu mukaddes topraklara yakın olma arzusuydu. Kerbela, İslam tarihinin en elem dolu sahnelerinden biri. Muharrem ayının kasvetli gölgesi altındaki bu kutsal topraklar, İmam Hüseyin ve yoldaşlarının anısına yapılan ritüellerle yankılanıyordu. Her adımda, geçmişin derin acılarına ve bugünün inançlarına dokunan bir yolculuk başladı.
Tahran’ın caddelerine adım attığımda şehrin ritmi yavaşlamış, sokaklar hüzünle dolmuştu. Siyah bayraklar ve pankartlar, her köşede İmam Hüseyin’in adını fısıldıyordu. Siyah bayraklar, şehri adeta bir gölge gibi kaplamıştı. Akşam çökerken, şehrin kalbindeki büyük camilere doğru yürüdüm. Burada, yüzlerinde derin bir hüzün taşıyan insanlar toplandı. Ellerinde tespihler, dualarla dolu kalpler ve gözlerde yaşlarla, İmam Hüseyin’in hatırasını yaşatıyorlardı. Bu ilk gece, şehrin ruhunda yankılanan ağıtların arasında, sessizce izledim.
Güneş, İran’ın göklerinde ağır ağır batarken, gökyüzü hüzünlü bir kızıllığa bürünüyor. Muharrem ayının derin yasını yansıtan bu akşamda, küçük bir kasabanın meydanında halk toplanmaya başladı. Yüzyıllardır süregelen bir geleneğin, Tazieh’in sahnelenmesi için herkes nefeslerini tutmuş bekliyor. Bu sadece bir tiyatro gösterisi değil; bu, Kerbela’da yaşanan trajedinin kalpten kalbe aktarılan hikayesi.
Birinci Perde: Sessiz Çığlıklar
Gösteri, açık hava tiyatrosunda ya da Hüseyniyelerde, özel olarak hazırlanmış sahnede gerçekleştirilir. Kerbela çölünü temsil eden kum, suyun kıtlığını simgeleyen kuru dallar ve şehitlerin masumiyetini yansıtan beyaz kumaşlar. Oyuncular, sahneye çıkmadan önce dua eder; içlerinde taşıdıkları hüzün ve kararlılığı yüzlerine yansıtırlar. Kerbela Ninası, tarihsel olarak İmam Hüseyin’in Yezid’in ordusuna karşı verdiği direnişin ve şehadetinin anlatımıdır. Bu ritüel, İran’da her yıl Muharrem ayının ilk on gününde doruk noktasına ulaşır ve özellikle Aşure gününde, yani onuncu günde, büyük bir yoğunlukla gerçekleştirilir. Tazieh olarak da bilinen bu törenler, İran’ın hemen her şehrinde büyük bir katılım ve coşku ile düzenlenir.
Sahneye ilk çıkanlar, beyazlar içinde genç çocuklar. Ellerinde tuttukları yeşil sancaklar, İmam Hüseyin’in kutsal davasını simgeliyor. Çocukların yüzlerindeki masumiyet, İmam Hüseyin’in mücadelesinin saflığını hatırlatıyor. Ardından, zırhlar içindeki genç savaşçılar sahneye adım atıyor. İmam Hüseyin’in yiğit yoldaşlarını canlandıran bu oyuncular, Kerbela’nın kahramanlık ve fedakarlık dolu sahnelerini gözler önüne seriyor.
İkinci Perde: Hüseyin’in Direnişi
İmam Hüseyin’i canlandıran oyuncu, meydana çıkıyor. Yüzündeki kararlılık, gözlerindeki derin hüzün, izleyicilerin yüreklerine işliyor. O, adaletin ve doğruluğun sembolü olarak halkının önünde duruyor. Düşman ordusunun karşısında, sayıca az ama iman dolu yoldaşlarıyla birlikte, Hüseyin’in direnişi anlatılıyor. Meydana yayılan yoğun sessizlik, izleyicilerin yüreklerinde Kerbela’nın acısını hissettiriyor. Meydana çıkan her aktör, yalnızca bir karakteri değil; aynı zamanda bir ideali, bir direnişi temsil ediyor. İmam Hüseyin’in yiğitliği, Hz. Abbas’ın sadakati, Hz. Zeynep’in metaneti; tüm bu duygular, izleyicilerin kalbine dokunan melodik ağıtlarla ve şiirlerle birleşiyor.
Üçüncü Perde: Zulmün Gölgesinde
Zalim Yezid’in askerlerini canlandıran oyuncular, karanlık kostümleri ve tehditkâr tavırlarıyla sahneye giriyor. İmam Hüseyin’in çadırlarını kuşatan bu acımasız güç, Kerbela’nın trajedisini yeniden canlandırıyor. Hüseyin ve yoldaşları, susuzlukla kavrulan çölde, zalimlerin zulmüne karşı onurlu bir direniş sergiliyor. Oyuncuların beden dili, düşmanlığın ve zulmün gölgesinde kalan masumların çaresizliğini ve direncini yansıtıyor.
Dördüncü Perde: Şehadet ve Yas
İmam Hüseyin’in şehadet anı, meydanda ağır bir sessizlikle karşılanıyor. Beyazlar içindeki çocuklar, gözyaşları içinde sahneye dönerken halkın içindeki hüzün doruğa ulaşıyor. Hüseyin’in yoldaşları birer birer şehit düşerken, meydan adeta bir ağıt yeri haline dönüşüyor. İzleyiciler arasında gözyaşları sel olup akarken oyuncuların performansı, Kerbela’nın acısını kalplere işliyor.
Beşinci Perde: Matemin Sessizliği ve Sonsuzluğa Akan Bir Miras
Seremoninin sonunda; sahneye çıkan kadınlar ve çocuklar, Hüseyin’in ailesinin yaşadığı acıyı ve matemini yansıtıyor. Siyahlar içinde, yüzlerinde derin bir hüzünle meydanda duran bu figürler, izleyicilere Kerbela’nın kayıplarını ve yasını hatırlatıyor. Sessizce akan gözyaşları, Kerbela’nın yüreklerde bıraktığı derin yaraları temsil ediyor. İzleyiciler derin bir sessizlik içinde kalıyor. Bu gösteri, sadece bir trajedinin sahnelenmesi değil; aynı zamanda bir halkın tarihini, inancını ve direnişini anma ve yaşama biçimidir.
Muharrem ayında İran’da sahnelenen Tazieh, Kerbela’nın acısını yeniden yaşatırken izleyicilere İmam Hüseyin’in adalet ve doğruluk mücadelesini hatırlatır. Bu trajedi ve inanç tiyatrosu, yüzyıllar boyunca süregelen bir geleneğin, kalpten kalbe aktarılan bir hikâyenin canlı bir temsilidir. Kerbela’nın hadiselerini izlerken, hissettiğim duygular karmaşık ve derindi. Her adımda, İmam Hüseyin’in ve 72 şehidin yaşadığı kahramanlık ve fedakârlık öykülerini, her sahnede, izleyicilerin gözlerinde parlayan yaşlar ve yüreklerinde duyulan derin acıyı hissedebiliyordum.
İsfahan’ın görkemli Naqsh-e Jahan Meydanı’na vardığımda, devasa bir çadırın altında toplanmış kalabalığı gördüm.Şehirde mersiye (mersiyeh) okuyanların sesleri, sinezen (göğüs dövme) yapanların ritmiyle birleşerek hüzünlü bir senfoni oluşturuyordu. Bu çadır, matemin kalbi gibiydi. İçeride, İmam Hüseyin ve Kerbela şehitlerinin hatırasına yapılan ritüel vardı. Mersiyeler, genellikle İmam Hüseyin’in ve şehit düşenlerin kahramanlıklarını ve yaşadıkları zulmü anlatan duygusal şiirlerdir. Bu şiirler, melodik bir şekilde okunarak dinleyenlerin kalplerinde derin bir hüzün bırakır. Sinezeni ise, ritmik bir şekilde göğse vurularak yapılan bir yas ifadesidir ve cemaatin ortak bir acı ve yas içinde birleşmesini sağlar.
Çölün ortasında yükselen bir vaha, Yezid’e vardığımda, Muharrem’in manevi huzuru adeta rüzgarla savruluyordu. Çölün sessizliği, adeta bir manevi aydınlanma sunuyordu; her bir kum tanesi, geçmişin derinliklerini ruhuma fısıldadı. Muharrem ayının yoğun yaşandığı bu şehirde, sinezen ritüellerine tanıklık ettim. İnsanlar, İmam Hüseyin’in acılarını kendi bedenlerinde hissederek, göğüslerine vuruyor ve zincirlerle sırtlarına vuruyorlardı. Törenlerin yoğunluğundan babaların yanından ayrılmayan çocuklar. Her adımda, babalarının ellerine sıkıca tutunan bu çocuklar geçmişin acılarını ve direnişlerini içsel bir bütünlük içinde yaşarlar. Bu ritüeller, halkın derin bir inanç ve adanmışlık içinde olduğunu gösteriyordu. Yezid’de, bu acı dolu ritüellerin sessiz tanığı oldum.
Şiraz’a vardığımda, şehrin mistik atmosferi beni büyüledi. Ve o an gözlerim, toprağa dökülen yaşlarla buluştu. Hafız ve Sa’di’nin şiirsel ruhuyla harmanlanmış bu şehirde, Nasir al-Mulk Cami’nde düzenlenen matem merasimine katıldım. Renkli vitray pencerelerden süzülen ışık, dua eden insanların yüzlerine düşüyordu. Akşamları, şehrin sokaklarında yapılan büyük yürüyüşlerde halk, İmam Hüseyin için dualar ve ağıtlar okuyordu. Şiraz’ın şiirsel ruhu, bu matem dolu günlerde bile kendini hissettiriyordu. Sokaklar, İmam Hüseyin’in adını haykıran insanlarla doluydu.
Muharrem ayında İran’a yaptığım bu yolculuk, İmam Hüseyin’in ve Kerbela şehitlerinin anısına yapılan bu ritüeller, halkın inançlarını ve tarihlerini nasıl yaşadıklarını anlamamı sağladı. İran’ın kalbinde geçirdiğiniz her an, sadece bir ülkenin değil, insanlık tarihinin ve kültürünün derinliklerine açılan bir kapıdır. Her köşe, her taş, her sanat eseri, tarihin ve kültürün birer şahididir. İran, adeta bir rüya diyarıdır; her adımda, her köşede, geçmişin ve geleceğin birleşim yerinde ruhunuzun derinliklerinde yankılanan bir zaman yolcusunun rüyasında bir izdir. Burada Muharrem ayını deneyimlemek, ruhumda silinmez izler bırakan bir yolculuktu. Bu kutsal yolculuğu yapmak isteyenler için bir rehber ve ilham kaynağı olmasını umuyorum. Hz. Hüseyin’in ve ehli beytin ruhu, her daim yüreğimizde yaşasın.