Mekke’ye Yolculuk – Murad W. Hofmann
İhtida öyküleri okumayı seviyoruz. Müslüman ailelerin içine doğuşumuz, bazen kaidelere bakışımızı daraltabiliyor, alışmışlık sarhoşluğuna kapılabiliyoruz. Bu yüzden uç örneklerin fikirlerini, bizim fark etmediğimiz detayları fark edişlerini, belki hiç bulunmayacağımız çevrelerde İslam’ı temsil edişlerini görmek istiyoruz. Görev yaptığı dönemin Cumhurbaşkanı tarafından “Federal Almanya Üstün Hizmet Nişanı” ile ödüllendirilen başarılı Alman diplomat Murad W. Hofmann’ın hayatını okuduğumda da bu yüzden merakım cezbolmuş, Mekke’ye Yolculuk isimli otobiyografi kitabını hemen edinmek istemiştim.
“İslam: Gerçek Alternatif” isimli kitabında daha çok İslam’ın teorik tarafı üzerinde duran Hofmann’dan İslam’ın pratiklerini konu alan bir kitap yazması istenmiş ve o da Mekke’ye Yolculuk’u yazmış. Kitabın içinde İslam’ın beş şartına göre düzenlediğini söylediği farklı konu başlıkları yer alıyor. Bunlar; İslam’a Felsefi Bir Yaklaşım (Müslüman olduğunu ilan etme/şehadet), Günde Beş Vakit-Emredildiği Gibi (namaz), En Değerli Varlık Para (zekat), Kendini Kanıtlama Meydanı (oruç) ve Mekke’ye Yolculuk (hac).
Bu kitapta Hofmann, Müslüman olduğu yıl olan 1980 ve 90’lı yılların başını da içeren on beş yıllık zaman zarfında yaşadıklarını anlatıyor çoğunlukla. Haliyle anlattıklarının bir kısmı güncelliğini korurken, bir kısmınınsa tarihte kaldığını görüyoruz. Eğer benim gibi daha çok evrensel mesajlar çıkarma ve okuduğunuzdan kendi yaşantınıza pay biçme peşindeyseniz kitabın “Almanya’da İslam” içeriğinin baskınlığından bahsetmem gerek. Ancak bu sayede Hofmann gibi İslam’la ilgilenen birçok Alman entelektüel isimle tanıştım. Tarihteki Alman sanatçıların, aydınların Kur’an ile ilgili meal çalışmaları ve Avrupa’daki İslami hareketler hakkında fikir sahibi oldum.
Benim kitapta en çok dikkatimi çeken bölüm “Bir Amacı Olan Kaderciler” oldu. Mesleği sebebiyle savaş bölgelerinde bulunup birçok defa ölümden dönen Hofmann, kadere imanını bu deneyimlerden yola çıkarak tanımlıyor kendince. Gençlik Yılları II. Dünya Savaşı dönemine denk gelen Hofmann radikal bir Katolik grubun lideriymiş. Üniversite hayatı ve sonrasındaki diplomatlık yıllarında sanatla çok ilgiliymiş, özellikle de bale ile. Bir dönem bale eleştirmenliği bile yapmış. Kendisinin Müslüman olmadan önce bir şarap gurmesi olduğunu, ancak bir kere İslam’ı kabul etti mi bu tür alışkanlıklardan vazgeçmenin hiç zor olmadığını anlatıyor.
“Almanya’daki İslam mı Yoksa Alman İslamı mı?” başlıklı bölüm Avrupa’da ve özellikle Almanya’da Müslümanlıkla ilgili fikir sahibi olmak isteyenler için faydalı bilgiler ve deneyimler içeriyor. Bir Alman, Müslüman olduğunda hangi süreçlerden geçer, kimlerle karşılaşması ve hangi tepkileri alması olasıdır, fikirleri ve yaşantısı zamanla nasıl şekillenir gibi konuları adım adım anlatıyor Hofmann. Eğitim ve öğretim, beslenme, tatil, oruç, örgütlenme gibi pratiklerin nasıl gerçekleşeceğinin ve bir Müslüman gerçekten Almanya’da yaşayabilir mi gibi şüphelerin irdelenmesini okuyoruz ve nihayetinde Hofmann’ın “Öyleyse neden Avrupa yüzü (ya da bir Amerikan, İngiliz ya da Fransız) ‘kokusu’ taşıyan bir İslam olmasın?” sorgulamasıyla karşılaşıyoruz.
Kitabın bir çeviri olduğunu ve okurken bunun azizliğine uğramaktan kaçamadığımı söylemeden geçemeyeceğim. Bazen oldukça derin ve anlatımı sıcak olması gereken mevzularda bile dilin çok donuk kaldığını, beklediğim hissin bana geçmediğini fark ettim. Orijinaliyle ilgili bir fikrim olmadığı için bu eleştirim Türkçe çevirisiyle sınırlı elbette. Almanca bilenlere tavsiyem kitabı orijinal haliyle okumalarıdır. Son olarak, fikrimce sadece bir ihtida öyküsü okumak niyetiyle alınacak bir kitap değil Mekke’ye Yolculuk. Almanya’da ve uluslararası diplomasi hayatında İslam, Avrupa’da Müslümanlığın tarihi gibi spesifik konulara ilgisi olanların bu kitabı okurken daha çok keyif alacağını düşünüyorum.